KöZ’ün arkasında duran komünistler olarak 11-12-13 Eylül tarihlerinde “71-72 Kopuşu ve Komünistlerin Birliği Mücadelesi” başlıklı üç günlük bir kamp organize ettik. Bir aylık bir kamp hazırlığının ardından salgın koşullarında ulaşım, kamp alanı bulma vb. engelleri aştık. İstanbul ve İzmir’den yaklaşık 35 kişinin katılımıyla Seferihisar’da Karşı Köy Yaşam Kooperatifi’nde kampı gerçekleştirdik.

Dünya çapında devrimci durumun yayıldığını tespit ettiğimiz koşullarda Ekim Devrimi’ne sahip çıkma ve Komünist Enternasyonal’i yeniden örgütleme sorumluluğunun omuzlarımızda olduğunu vurguluyoruz.  1945-70 yılları arasında dünyada olduğu gibi Türkiye’de de yayılan devrimci dalga kendi sınırlılıkları nedeniyle Komintern’in devrimci mirasıyla buluşamamıştı. Bugün 71-72 Kopuşu’nu gerçekleştirenlere bağlılık duyan bir akım neredeyse bulunmuyor. İsimleri yâd etmenin ötesinde bir bağlılıktan söz etmek mümkün değil. Halbuki 71-72 kopuşu tüm sınırlarına rağmen bize gerisine düşülmemesi gereken çizginin, örgüt ve müdahale anlayışının ne olduğunu göstermişti. Biz Komintern’in mirasıyla tekrardan buluşmak isteyenler olarak 71-72 Kopuşu’nu bağlanması gereken yere taşımayı görevimiz olarak görüyoruz.  Bu nedenle 71-72 Kopuşu’nun nereden kopuş olduğunun altını çizmek, bu kopuşun sınırlarına işaret etmek, Komintern’le ve Mustafa Suphi TKP’si ile buluşamayan bu kopuşların takipçilerinin, bu kopuşu gerçekleştirenlerin görüşlerini dondurmaya çalışanların neden tasfiyeci hatta savrulduğunu açıklamak ve parti mücadelemizi anlatmak amacıyla bu kampı düzenledik.

Kampın üç günlük programında, “Türkiye Komünist Hareketinin Başlangıcı Olarak Mustafa Suphi TKP’si ve Komünist Enternasyonal” başlığında bir açılış oturumunun ardından “71 Kopuşu Nereden Kopuştu”, “71 Kopuşunun Önemi”, “71 Kopuşunun Ardından Boy Gösteren Tasfiyecilik” ve kapanış oturumu olan “71-72 Kopuşuna Kimsenin Sahip Çıkmadığı Koşullarda Komünistlerin Birliği Mücadelesi” başlıkları altında on oturum gerçekleştirildi. Kampın oturumlarından ikisinde Ergun Adaklı da konuşmacı olarak katıldı. Söz konusu bu iki oturum panel formatında gerçekleşti.

Açılış Oturumu: Türkiye Komünist Hareketinin Başlangıcı Olarak Mustafa Suphi TKP’si ve Komünist Enternasyonal

Açılış oturumu Enternasyonal marşının söylenmesiyle başladı. Açılış oturumunda dünyadaki siyasi tablo ve Türkiye’nin bu tablodaki yeri vurgulandı. Rejim krizinin derinleştiği, dünyanın en dinamik ulusal hareketlerinden birinin bulunduğu, en örgütlü işçi sınıfına sahip ve geçmişin izini silme yönündeki tüm girişimlere rağmen en fazla devrimcinin bulunduğu, sol hareket içinde yığınsal devrimci arayışların olduğu bir bölge olarak tarif edilen Türkiye ve Kürdistan’ın bu özgün durumunun Ekim Devrimi ile ilişkisi açıklandı. Bu oturumda aynı zamanda gelenek sorununa yaklaşımımız anlatıldı. Geleneğimizi topraklarımızdaki şu ya da bu sosyalist hareketle, işçi mücadelesiyle, halk direnişiyle değil, Komünist Enternasyonal’in bir üyesi olan Türkiye Komünist Partisi ile başlattığımız vurgulandı. Türkiye Komünist hareketi açısından 71-72 Kopuşu’nun bizim açımızdan neden önemli olduğu, kampın amacı ve programı aktarılarak oturum sonlandırıldı.

Kampın ilk gün oturumlarının ana teması olarak belirlenen “71 Kopuşu Nereden Kopuştu?” başlığı altında üç oturum gerçekleşti. İlki “Revizyonist TKP Mustafa Suphi TKP’sinden nasıl farklıydı? Revizyonizm TKP’de nasıl hakim oldu?”, ikinci oturum “Aykırı ama Menşevizmin sınırlarını aşmayan bir TKP’li: Hikmet Kıvılcımlı”, ve üçüncü oturum “Reformizmin iki yüzü: TİP ve MDD” başlığında gerçekleşti.

Revizyonist TKP Mustafa Suphi TKP’sinden nasıl farklıydı? Revizyonizm TKP’de nasıl hakim oldu?

İlk oturuma kamp oturumlarına konuşmacı olarak davet ettiğimiz siyasi kurumlardan Komün Dergi’den Ergun Adaklı da katıldı. Ergun Adaklı katıldığı oturumlarda Komün adına konuşmayacağını belirterek konuşmasını gerçekleştirdi.

KöZ adına yapılan konuşmada; revizyonizmin TKP’de hakim olmasının, programlar üzerinden anlaşılamayacağı vurgulandı. Şefik Hüsnü’yü şeytanlaştırmanın da sorunu anlaşılır kılmak yerine bulanıklaştıracağı, TKP’nin uluslararası düzlemde Ekim Devrimi ile bağlantısıyla anlaşılabilecek bir parti olduğu belirtildi. Aynı şekilde TKP’nin tasfiyesinin de ancak Avrupa merkezli uluslararası oportünist-merkezci hareketin Komintern içinde hakim olmasıyla, ilk aşamada bu çizginin dünya komünist hareketine dayattığı eklektik çizgiyle anlaşılabileceğinin altı çizildi.

KöZ’ün konuşmasında aynı zamanda şunlar vurgulandı: TKP’nin tasfiyesinde SSCB’nin Türk Devleti ile kurduğu ilişkiyi bir numaralı sorumlu olarak görmek sadece Türkiyeli komünistlerin yanlışlarının önemini azaltmaz aynı zamanda devlet ve parti arasındaki ilişkileri gölgelediği için Sovyet tarihine dair yanlış sonuçlar çıkarmaya yol açar. Sovyet devleti ayakta kalmaya çalışan bir devlet olduğu için elbette kendisini kuşatan burjuva diktatörlüğü ve emperyalist devletler ile muhtelif anlaşmalara imza atacaktır. Bu anlaşmaları komünist hareketinin ve devrimci ayaklanmaların yenilgisinin sebebi olarak göstermek yanıltıcı olur. Kimi sol-komünist, liberter çevrelerin iddia ettiği gibi ne Brest-Litovsk ve onu takip eden Alman Sovyet anlaşmaları 1919 Alman Devrimi’nin yenilgisine yol açmıştır ne de İngiltere ile imzalanan ticaret anlaşması doğudaki sömürge karşıtı hareketlerin yenilgisine yol açmıştır. SSCB ve Ankara hükümeti arasındaki ilişkileri de bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Sovyet Devleti, SBKP ve Komintern her zaman uyumlu tutum takınmak zorunda değildir.

İlk oturum iki konuşmacıya soruların sorulması ve yanıtlanmasının ardından sona erdi.

Aykırı Ama Menşevizmin Sınırlarını Aşmayan Bir TKP’li Hikmet Kıvılcımlı

İlk günün ikinci oturumunda Hikmet Kıvılcımlı’yı ele aldık. Oturumda genel olarak bugün Kıvılcımlı’nın bedel ödemiş bir devrimci, özgün fikirleri olan Marksist bir düşünür olarak sunulmasının, onun siyasi görüş ve tutumlarının örgütsel pratiğinden bağımsız ele alınabileceği yanılsaması yarattığı vurgulandı. Kıvılcımlı’yı TKP’nin oportünist çizgisiyle örgütsel ve politik olarak hesaplaşamayan, TKP’nin tasfiyesinden sonra da Komintern’in V. Kongresiyle birlikte benimsediği sınıf uzlaşmacı çizgiyi kendi özgün vurguları ve diliyle koruyan bir sosyalist olarak görmek gerektiği öne çıkarıldı.

Devrimci bir parti yaratmak isteyenlerin önündeki engellerden birisinin Mihri Belli olmuşsa bir diğerinin de Kıvılcımlı olduğu; Mihri Belli ve Hikmet Kıvılcımlı’nın asıl zararının örgütsel konulardaki oportünist görüş ve tutumlarından kaynaklandığı vurgulandı. Görünüşte devrimci lafızları benimseyen bu ikilinin devrimci bir partinin kurulması fikrini sündürdükleri için 71 Kopuşu’nun 12 Mart’ın arifesine kadar ertelenmesine yol açtığı aktarıldı. Kıvılcımlı’dan sonra, sosyalistlerin birliği yönündeki çağrıların oyalama girişimleri olarak algılandığı, komünistlerin birliğini gerçekleştirmeden kendini parti ilan etme hastalığının da büyük oranda bu tutuma tepki olarak gerçekleştiği belirtildi.

Reformizmin İki Yüzü: TİP ve MDD

İlk günün son oturumunda TİP ve MDD ele alındı. Bu oturumda özetle TİP ve MDD’nin biri devrimci diğeri reformist olan iki akım olmadığı, ilkesel meselelerde yaklaşımı birbirine benzer olan iki reformist akım olduğu belirtildi. Görüş ayrılıklarının Türkiye’yi 1928 programına göre konumlandırdıkları pozisyon ile ilgili olduğu ve THKO dışındaki 71-72 Kopuşu’nu gerçekleştiren devrimcilerin esas itibariyle TİP’ten değil MDD ara uğrağından kopmuş oldukları anlatıldı.

TİP ile HDP arasında benzerlikler ve farklara da değinildi. HDP’nin bugün güç olarak değil ama siyasi nitelik olarak TİP’in gerisinde bir parti olduğu vurgulandı. TİP parlamentarist yollarla da olsa siyasi iktidarı ele geçirmeyi hedefleyen bir partiyken, HDP’nin ise sadece bir muhalefet partisi olduğu tespit edildi. TİP’in hiçbir zaman HDP kadar açık bir CHP kuyrukçuluğu yapmadığı belirtildi.

SD ya da MDD’yi savunan akımlar arasında farklılıktan çok benzerlik olduğu, ayrımların legalite-illegalite konusunda yahut devrimcilik ve reformizme dair olmadığı, devlet aygıtının yıkılmasının hiçbiri tarafından savunulmadığı öne çıkarıldı.

Soru ve yanıtların ardından ilk gün oturumları sonlandırıldı.

71 Kopuşu’nun Önemi

İkinci gün oturumları kahvaltının ardından sabah erken saatlerde başladı. “71 Kopuşu’nun Önemi” ana başlığı altında üç oturumda “THKO Kopuşu’nun Anlamı”, “İbrahim Kaypakkaya ve Kemalizm” ve “Kopuşun Sınırları” başlıklı konular ele alındı.

THKO Kopuşu’nun Anlamı

Bu oturumda yapılan sunumda 71-72 Kopuşu’nun reformizmden, legalizmden ve revizyonizmden kopuş olduğu pratik anlamda da Kemalizmden kopuş olduğu tespit edildi. 71-72 Kopuşu’nu yapanların devrimciliğin devleti yıkma mücadelesi olduğunu ve bunun ancak devrimci öncünün örgütlediği silahlı bir hücumla gerçekleşeceğini savundukları belirtildi. 71-72 Kopuşu’nun sadece TİP’ten değil her türlü revizyonizmden kopuş olduğu, THKO’nun farkının da TİP’ten koparken MDD’nin herhangi bir uğrağına takılmamış olması, revizyonizmin başka bir uğrağında vakit yitirmemesi olduğu vurgulandı.

71 yılında gerçekleşen tüm kopuşlara devrimci kopuş sıfatı yakıştırmanın doğru olmadığı, çünkü aynı revizyonist madalyonun iki yüzünde bulunan Aren-Boran ekibi ile Mihri Belli ve Dr. Hikmet gibi MDD’cilerin ayrışmasına devrimci kopuş demenin merkezciliğe mahkûm olmayı getireceği belirtildi.

71 Kopuşu derken TİP’ten kopuşun değil revizyonistlerden kopuş anlaşılması gerektiği, THKO’nun kopuşunun anlamının da revizyonistlerin iki kanadından bir seferde kopmuş olmalarında yattığı, THKO kopuşunun devrimin devrimciler örgütünün bizzat yürüteceği silahlı ayaklanma sonucu gerçekleşeceğini anlattığı için soldaki o zaman var olan tüm akımlardan ayrı bir yere yerleştiği değerlendirildi. THKO’yu sonrasında takip eden THKP ve TKP-ML’nin de aynı konuma geldiği vurgulandı.

THKO’nun kemalizmden kopmamış olduğu hakkındaki rivayetin temelsiz olduğunun da altı çizildi. Pratik kopuşların her zaman programatik kopuşları öncelediği hatırlatılarak, bir savaş örgütü olarak THKO’nun, Türk Ordusu’nu işgal güçlerinin parçası olarak göstererek hedef tahtasına oturttuğu belirtildi. Türk Ordusu’na karşı ikinci bir kurtuluş ordusu kuranları Kemalist olarak tanımlamak yanlış olduğu değerlendirildi. 71 devrimci kopuşu ile TİP’ten çıkışı değil THKO’nun kurulmasını işaret etmek gerektiği vurgulandı.

İbrahim Kaypakkaya ve Kemalizm

İkinci günün ikinci oturumu “İbrahim Kaypakkaya ve Kemalizm” başlığında gerçekleşti. İbrahim Kaypakkaya’nın reformizmden, kemalizmden ideolojik ve pratik kopuş bakımından niteliksel olarak ayrı bir noktaya varmadığı, onun eylem çizgisinin de THKO’nun kopuşu tarafından belirlendiği vurgulandı. Kaypakkaya’yı ayırt edenin, yüzünü Mustafa Suphi TKP’sine dönmüş olması olduğu, bununla birlikte program, örgütlenme anlayışı söz konusu olduğunda ise TKP-ML’nin bu hedefin gerisinde olduğu aktarıldı.

İbrahim Kaypakkaya’nın 71 Kopuşu’nun diğer öncülerinden farklı olarak Kemalizm ve Kürt sorunu konusunda daha fazla ve doyurucu tespitler ve yazılar bıraktığı doğru olsa da, bu tespitler bakımından ilk ve tek olduğu doğru olmadığı, Kıvılcımlı’nın da benzer saptamaları olduğu belirtildi.

Kaypakkaya’nın «fiili işgal koşullarında» kemalistlerle ittifakı öngörmek suretiyle bir kertede Kemalistlerle ittifakı savunma noktasında olduğu ve kemalizmin ne zaman karşı-devrimci/faşist olduğu konusuna dair bir belirlemesi olmadığı vurgulandı.

Bununla birlikte Kaypakkaya’nın PDA çizgisinden koparken ve kendinden öncekilerden kemalizm ve Kürt sorunu bağlamında bir adım ileri çıkarken 71/72 Kopuşu bağlamında önemli bir sıçramayı ifade ettiği ama bilhassa Mustafa Suphi TKP’sine gönderme yapmak suretiyle bugün için bile komünistlere doğru bir pusula sunduğu tespit edildi. Ancak Kaypakkaya’nın kendisinin de Mustafa Suphi TKP’sinin programını ve onun proleter devrim stratejisini esas almadığı vurgulandı.

71-72 Kopuşu’nun Sınırları

İkinci günün son oturumu Ergun Adaklı’nın da katıldığı bir panel formatında gerçekleşti ve kopuşun sınırları ele alındı.

İlk olarak Ergun Adaklı söz aldı. Sunumu ile yaptığı tarihsel sürece ilişkin aktarımlar ile oturumu oldukça zenginleştirdi. Ergun Adaklı’nın ardından KöZ adına yapılan sunumda; 71-72 Kopuşu’nın maceracı bir eğilimin dışavurumu yahut küçük burjuva devrimciliği olmadığı, Komintern’in tasfiyesine varan revizyonizmin devrim yapmayı yasaklayan anlayışına devrimci bir tepki, bu anlayışı savunan köhnemiş örgütlerden bir kopuş olduğu vurgulandı. Bu kopuşun tümüyle devrimci kaygılarla gerçekleşmiş olsa da Komünist Enternasyonal’in programatik hattıyla buluşamamış olduğu için güdük kaldığı hem Komintern’in V. Kongre sonrası sınıf uzlaşmacısı çizgisiyle hesaplaşamadığı hem de askeri devrim stratejisinden proleter devrim stratejisine varamadığı anlatıldı.

71 Kopuşu’nu gerçekten bir komünist ve devrimci kopuş olarak sürdürmek için bu kopuşa sahip çıkmakla yetinmemek ve onların yapmadıklarını yapma iddiasını ortaya koymak gerektiği, bunun birinci adımının Mustafa Suphi TKP’sinin programının ilke ve esaslarını kabul etmek ise takip etmesi gereken adımının da Komünistler Birliği kadar mütevazi ve Komünist Enternasyonal kadar iddialı bir çıkışın öncülüğü misyonuna sahip çıkmak olduğu anlatıldı.

Tam da bu nedenle bu kopuşa sahip çıkma iddiasının bir tek Mustafa Suphi’nin ilke ve esaslarını benimseyen ve Komünist Enternasyonal’in temel referanslarına sahip çıkan komünistler tarafından sürdürülmekte olduğu vurgulandı.

Soru ve yanıtların ardından ikinci gün oturumları tamamlandı.

71 Sonrasında Boy Gösteren Tasfiyecilik

Kampın son günü “71 Sonrasında Boy Gösteren Tasfiyecilik” başlığı altında iki oturum gerçekleşti. Oturumlardan ilki “Tasfiyecilik derken neyi anlamalı? Tasfiyecilik neden 72 yenilgisiyle başladı?”, diğeri ise “PKK’nin tasfiyesinden neyi anlamalı?” konusunda yapıldı.

Tasfiyecilik derken neyi anlamalı? Tasfiyecilik neden 72 yenilgisiyle başladı?

Bu oturumda genel olarak tasfiyeciliğin örgüt kaçkınlığı olmadığı, tersine tasfiyeciliğin en etkili biçiminin güçlü bir örgütsel mekanizmayı kullanma imkanına sahip akımlar arasından çıktığı öne çıkarıldı. Tasfiyeciliğin esas olarak devrimci eylem çizgisinin sonra da devrimci programın tasfiyesi olduğu, 12 Mart sonrasında boy gösteren tasfiyeciliğin de kendini maceracılık eleştirisi ve kitleleri kazanma kaygısıyla ifade ettiği vurgulandı.

Maceracılık eleştirisi ve kitleleri kazanma, sonrasındaki popülizm eleştirilerinin tasfiyeciliğin temel şiarları olduğu, işçi sınıfına yönelme kararlarının, artan bir sosyalizm vurgusunun coğrafyamızdaki tasfiyeci akımların alameti farikası olduğu belirtildi.

Türkiye’de tasfiyecilerin 12 Eylül’ün ardından hiçbir zaman güçlü örgütler kuramadığı, bu nedenle özellikle 12 Eylül sonrasında tasfiyeciliğin her zaman örgüt yıkıcılığıyla eş anlamlı olarak kullanıldığı belirtildi. Buna karşılık PKK’nin mücadelesinin seyrinin tam aksi bir tasfiyeci süreç için çarpıcı bir örnek olduğu vurgulandı.

PKK’nin Tasfiyesinden Neyi Anlamalı?

PKK’nin tasfiyesinin esas olarak Türkiyelileşme hamlesi olduğu, örgütsel bakımdan PKK’nin dağıldığı anlamına gelmediği belirtildi. Tersine PKK’nin tarihinin en güçlü dönemini yaşadığı, bu durumun da PKK tasfiyeciliğini, en son Hendekler örneğinde görüldüğü gibi, daha tehlikeli kıldığı vurgulandı. HDP ve öncellerinin PKK’nin kendi kendine akıl ederek kurdukları partiler olmadığı, Kuruçeşme’deki tartışmalara binaen, onlarla aynı kaygıları paylaşan bir hareketin girişimi olduğu anlatıldı.

Bugün acil ihtiyacın Türkiye ve Kürdistan’da da komünist partiyi yaratmak olduğu, bunun da Türkiye’de olduğu kadar Kürdistan’daki gelişmelerin nesnel seyrine de bırakılamaz bir görev olduğu vurgulanarak oturum sonlandırıldı.

Kapanış Oturumu: 71-72 Kopuşu’na Kimsenin Sahip Çıkmadığı Koşullarda Komünistlerin Birliği Mücadelesi

Kapanış oturumunda gelenek sorununa yaklaşımımıza, 71-72 Kopuşu’nu bu kamp ile neden ele aldığımıza böyle bir konuda neden üç günlük bir kamp organize ettiğimize değinildi.

Kamp boyunca anlatmaya çalıştığımız konunun “THKO’ya değil, THKO’nun başlattığı kopuşa sahip çıkıyoruz.” sözümüzün anlamı olduğu vurgulandı.

Kapanışta aynı zamanda şu noktalara tekrar değindik:

71-72 Kopuşu’nun bizim açımızdan sahiplenilecek noktalarını belirttik: Devleti yıkmadan devrim olmaz, devrimci bir savaş örgütünün kendi eliyle yürüteceği bir silahlı ayaklanma olmaksızın devrim gerçekleşmez, 71-72 Kopuşu bizim açımızdan hedefine varamamıştır. 1928 programının sınırlarını aşamamış, Komintern’in V. Kongresinde bir çizgi olarak benimsenen milli burjuvaziyle birleşik anti-emperyalist cephe çizgisinin dışına çıkamamıştır. Bu anlamda benimsedikleri yol yine V. Kongre’nin tortularını ve açmazlarını taşımaktadır. Tam da bu nedenle THKO’dan TKP-ML’ye kadar uzanan unsurların gittikleri yolu değil kopuşlarını sahiplenmek gerekir.

Kampta öne çıkardığımız bir diğer nokta da 71-72 Kopuşu’nun tek takipçisinin bizim olduğumuz noktasıydı. Biz 71-72 Kopuşu’na sahip çıkıyoruz derken aynı zamanda Türkiye’deki tasfiyecilik sürecine kapılmayacağız, oportünistleri alt edecek devrimci partiyi yaratacağız demek istiyoruz. Bu vurgu bir başka bakımdan da önemlidir. Zira 71-72 Kopuşu’na ancak Komünist Enternasyonal’in devrimci mirasına sahip çıkma iddiasını terk etmeyenler sahip çıkabilir.

Biz bu konuları geçmişi yad etmek değil kurmak için hayatımızı adadığımız partinin programatik zemini netleştirmek, Türkiye’de tasfiyeciliğe karşı daha kararlı bir mücadele etmek için ele aldık. Bizim topraklarımız açılışta da vurgulandığı gibi devrim toprağıdır, yeni Ekimleri başlatacak coğrafyadır. Tam da bu nedenle bu tartışmalarımızı devrimci bir çizgi arayışında olanların gündemine daha etkili bir şekilde sokacağız. Ancak bunu yaptığımız zaman, yürüttüğümüz tartışmalar tarihçiliğin sınırlarından çıkar ve komünist partiyi yaratma mücadelesinin kaldıracına dönüşür.

Kapanışın ardından Enternasyonal marşını bir kez daha söyleyerek üç günlük kampı sonlandırdık. Katılımcıların oldukça canlı biçimde katıldığı kamp boyunca 71-72 Kopuşu’na yaklaşımımız tüm boyutlarıyla ele alınabildi. Katılanların büyük çoğunluğunun konaklama ve yemek vb. ihtiyaçlarını da kapsayan organizasyon bir aksaklıkla karşılaşmaksızın tamamlandı.

İstanbul’dan Komünistler