2020 ABD seçimleri yaklaşırken: Trump ve Sanders’ın aynı anda yükselişi ne anlatıyor?

Dünyada ‘’yükselen sağ’’, ‘’yükselen faşizm’’ iddialarının iyice dillere pelesenk edilmesine sebep olan gelişmelerden belki de en önemlisi Trump’ın 2016 yılında ABD başkanı seçilmesi oldu. Alışıldık ABD başkanı figürüne hiç bir anlamda uymayan Trumpla beraber tüm dünyada sağcı, şoven, kimilerinin popülist kimilerininse deli diye tarif ettiği liderlerin yükselişinin de önünün açıldığı iddia edildi. Adeta dünya bir cemaat ABD de bunun imamıymışçasına artık Trump’ın olduğu bir ABD’nin dünyanın geri kalanına da doğruyu gösteremeyeceği tescillenmiş oldu.

Her ne kadar Trump’ın veya faşist olduğu iddia edilen pek çok siyasetçinin yabancı düşmanlığı tescillenmiş de olsa bu tutumun sosyal demokratlar için de farklı olmadığını hatta kaybetmekte olan milli işçi sınıfını korumaya yönelik siyaseti sosyal demokratların icat ettiğini de hatırlamak gerek. Buna dayanarak şu an yükselmekte olan sağ değil krize girmiş olan siyasi yöntemler olduğu, ve gerek sağ gerek sol kanatta yükselen makul olmayan siyasetçilerin de bunun bir sonucu olarak ortaya çıktığı çeşitli şekillerde KöZ sayfalarında anlatıldı. 2020 ABD başkanlık seçimleri yaklaşırken yaşanan gelişmeler de aslında bu tespite uygun şekilde ilerliyor,  ABD gözünde biri diğerinden makul olmayan iki aday güçlenmekte. Bir yanda –resmi olarak kesinleşmese de- Trump’ın cumhuriyetçiler adına seçime girecek aday olmasına kesin gözüyle bakılıyor. Demokratların ön seçimlerinde ise başlarda kuvvetli bir Sanders rüzgarı eserken yapılan en son seçimler Biden’ın öne geçmesi ve daha çok delege toplamasıyla sonuçlandı .

Şubat ayında başlayan  ön seçimlere gidilirken demokratlar tarafında 2016 seçimlerinde adaylığı Clinton’a kaptıran Bernie Sanders’ın dışında kabarık bir  aday adayı listesi vardı. 2016 seçimlerindeki ABD devlet çıkarlarını gözeten tecrübeli bürokrat aday rolü Hillary Clinton’a verilmişken bu seçimlerde eşdeğeri olarak eski başkan yardımcısı Joe Biden var.  Senatör Elizabeth Warren yoksulların ve kadınların haklarını gözeteceğine dair söylemleriyle ve iş adamlarını hedef almasıyla ön plana çıktı.  Vali Pete Buttigieg ve Amy Klobuchar ile demokratların aday adayları tamamlandı.

Demokrat partinin ön seçimleri başlayana dek ABD’de gerek ana akım medya gerekse anket şirketleri demokratlar adına Joe Biden adaylığı ile birlikte başkanlık seçiminin Trump-Biden arasında geçeceği tahmin  veya temenni etmekteydi. ABD’de ezilenlerin, siyahilerin neden Biden’a oy vereceği yahut vermesi gerektiğiyle ilgili haberlerin ardı arkası kesilmiyordu.  Ancak önce Iowa’da yapılan ve şaibeli bir şekilde Buttigieg’in  önde bitirdiği seçimleri Sanders ikinci sırada bitirirken Biden’ın esamesi okunmadı. Hemen ardından gerçekleşen New Hampshire ön seçimlerinde ise yine demokratların en çok oy alan adayı Sanders oldu.

Sonrasında ‘’süper salı’’ diye adlandırılan ve yedi eyalette birden aynı gün yapılan ön seçimlerin sonuçları açıklandı. Bu seçimlerden itibaren denge Biden lehinde değişmeye başladı. Biden yedi eyaletin beşini önde bitirirken Sanders iki eyaleti kazandı. Bu iki eyaletten biri temsilci sayısı oldukça yüksek Kaliforniya oldu. Bunun ardından Bloomberg ve Warren adaylıktan çekildiklerini açıkladılar. Bloomberg çekilir çekilmez Biden’ı destekleyeceğini açıklarken Warren, Trump karşısında çıkan aday kim olursa onu destekleyeceğini söylemekle yetindi.

10 Mart’ta beş eyalette gerçekleşen ön seçimlerde ise dört eyalette Biden önde gelirken birinde Sanders kazandı. Devam etmekte olan ön seçimler Korona salgını nedeniyle ertelendi ancak Demokratlar adayının Temmuz ayında ön seçimlerde seçilen delegelerin oylaması sonucunda belli olması öngörülüyor. Şimdiye kadar yapılan ön seçimlerde ise Biden 1217 delege ile  önde giderken Sanders ise 914 delege topladı.

ABD’de seçimler bu gelişmelerle yaklaşıyor. ABD’deki – hatta dünyanın geriye kalanındaki sol- olası bir Trump seçim galibiyeti karşısında endişeli bir tavır takınmış durumda. Trump bir kez daha seçildiği takdirde hiç bir şeyin eskisi gibi olmayacağına, siyasetin geri dönülmez biçimde ve olumsuz anlamda değişeceğine dair teoriler de baş gösterdi. Öte yandan aynı sol, Trump’ın antitezi olarak gördüğü Sanders’ın yükselişi karşısında da büyük bir coşku ve umuda kapılmıştı. Bunun nedenlerini anlayabilmek için  Trump’ın 2016’da başkan seçildiğinden bu yana olanlara bakarak başlamak gerek.

2016’dan bu yana ABD

2016’da Trump’ın seçilmesini ABD’li liberaller ve solcular bir felaket olarak değerlendirmişti. Henüz seçim dönemindeyken patlak veren taciz skandalı, açıktan ifade ettiği göçmen karşıtı ve ırkçı görüşleri, Meksika’ya duvar örme projesi, kadın düşmanlığı çoktan Trump hakkında bir fikir oluşturmuştu.

Biraz daha toplumu anlamaya niyet edenler ise Aslında haklı ancak eksik ve çarpık bir tespit olarak Trump’ın başkan seçilmesi ile ABD’de artan yoksulluğun ancak daha önemlisi metropollere uzak kırsal kesimlerde yaşayan ve ayrıcalıklarını kaybetmiş olan şoven beyaz işçi sınıfının şikayetlerinin yakından ilişkili olduğunu söyledi. Bu şikayetler karşısında kendilerine ‘’Amerika’yı yeniden muhteşem yapma’’ sözü vererek bir anlamda çıkış yolu vadeden Trump’ı seçtiler. Trump kendi seçmenine belli başlı sözler vermişti ve bunların hepsi de beyaz ayrıcalıklı sınıfın ayrıcalıklarını kaybetmesinin sorumlularına işaret ediyordu. Trump taşeron firmalarla ucuz işgücünü takip eden endüstriyel üretimi geri getirerek onlara işlerini geri verecekti, beyaz Amerikalıların ‘yerini alarak’ onların yoksullaşmasına, iş bulamamasına neden olan göçmenler –ekseriyetle Latinler- kapı dışarı edilecek ve bundan sonra da kolay kolay gelememeleri için bir duvar örülecekti ve ABD’nin para kaybettirmekten başka hiç bir işe yaramamış  Ortadoğu’ya asker yığma siyaseti de sonlanacaktı.

Trump’ın dört yıllık bilançosuna bakıldığında ise olmayacak duaya amin demek anlamına gelen işleri taşeronlardan alıp ABD’ye geri getirme hariç kendi seçmenine verdiği vaatleri –elbette ABD’in içinde olduğu krizden istifade ederek- uygulayabilmiş gibi görünüyor. Meksika’ya gerçek bir duvar örülmese de Meksika sınırında kafeslere kapattığı göçmen çocuklar var.  Azledilmesene ilişkin karar ise yine kendi seçmeni gözünde Trump’ın itibarını sarsan değil aksine parlatan bir gelişme oldu. Demokratlar tarafından çok da yanlış olmayan şekilde ABD devlet çıkarlarına ihanet olarak yorumlanan Suriye’den çekilme kararı da yine aynı şekilde seçim öncesi vaatlerle tutarlılık gösteriyor. Ancak daha önemlisi bu politika 2020 seçimlerine giderken Trump’ın tıpkı  2016 seçimlerindekine benzer şekilde seçimlere hazırlandığının göstergesi.  Her ne kadar Süleymani’nin öldürülmesi Trump’ın tutum ile çelişkili görünse de sonucunda vaveyla koparılan ABD-İran kavgası başlamadı. Aslında bu anlamda Trump’ın İran’a saldırısı da yine askeri masrafları kısmasına rağmen sorunu çözdüğüne ve ABD’yi göreceli olarak dünya sahnesinde güçlü bir pozisyona taşıdığına dair kendi seçmenine bir mesaj göndermiş oldu.

2020 ABD başkanlık seçimleri bu gelişmelerin ardından yaşanacak. Demokratların çıkaracağı aday için Trump’ı alt etmek adına birleşeceğini söyleyen tüm muhalefet Trump’ın bir kez daha seçilmesinden sonra dünyada ve ABD’de hiç bir şeyin eskisi gibi olmayacağını , ırkçılık, saldırganlık, savaşgirliğin yeni ve daha vahim bir boyut kazanacağını hatta dünyayı yeni bir savaşa sürükleyecek hamlelerin Trump’dan geleceğine dair teoriler üretiyor. Kendilerine sosyalist diyen Sanders, Ocasio-Cortez gibi siyasetçiler ise aynı propagandayı ‘’orta sınıfın’’, ‘’barışın’’ ve ‘’göçmenlerin’’ yanında olduklarını söyleyerek yapmaya devam ediyorlar.

ABD’de bir şeylerin eskisi gibi  olmadığı ve olmayacağı doğru da olsa bunun Trump’ın seçim akıbetinin sonucunda oluşmayacağı açık. Hatta Trump’ın akıbetini bu eskisi gibi olmayanların belirlediğini söylemek gerek.

Eskisi gibi olmayan ne?

Trump seçmeninin genel profilini değerlendirdiğimizde ayrıcalıklarını kaybetmiş veya kaybetmekte olan beyaz Amerikalı işçi sınıfının olduğunu görüyoruz. Ancak bu ayrıcalıklar herhangi bir hükümet politikasının sonucu olarak değil aksine finans kapitalin yükselişe geçmesi sonucunda kaybedilmiş ve sermaye birikimi bire bir aynı döngüyü aynı coğrafyada yaşamayacağı sürece de geri döndürülmesi mümkün olmayan ayrıcalıklar. Bu da sadece belli bir kesimin imkanlarının kısıtlandığına değil, aynı zamanda devletin de bu yönetim koşulları altında bu kesimin ayrıcalıklarını korumak ve onları memnun etmek adına ağzına bir parmak bal çalma imkanlarını da neredeyse ortadan kalktığına işaret eder.  Bu imkanlarla doğan ve devam edebilen merkezci, makul liberal demokrasinin de aynı şekilde yerinde durması olanaksız hale gelmekte. Daha net söylemek gerekirse dünyada tanımı ABD’nin uyguladığı baskı ve şiddetle belirlenmiş olan liberal parlamenter demokrasinin ilkeleri, ve liberal demokrasinin öngördüğü makul merkez siyaseti bu sefer ABD’de tamamen geçersiz hale gelmiş durumda.

Sanders ile Trump aynı kitleye hitap ediyorlar

Bu durumun farklı anlamları var. Birincisi Sanders gibi normal şartlar altında asla başkanlık yarışına katılamayacak, kendisine açıktan sosyalist diyen isimlerin siyasette önemli bir rol oynamaya başlaması. Ancak her ne kadar Sanders Trump’ın tam tersi olarak kabul edilse de aslında hitap ettiği kaygının da seçmen kitlesinin de tam olarak Trump’ınkiyle aynı olduğunu söyleyebiliriz. Her ikisinin de temel kaygısı ve diriltmeye çalıştıkları Amerikalı ayrıcalıklı işçiler.  Trump sorumluluğu göçmenlere atarken Sanders aslında siyaset sahnesinde ancak daha otoriter rejimler tarafından gerçekleştirilmesi mümkün olan bir ‘yeniden dağıtım’ çağrısı ile milyarderlerin vergilendirilerek bu ayrıcalıklı işçilerin görece safahatının yeniden canlandırılacağını savunuyor. Yani bu iki adayda iç politikaya dair, özellikle vergilendirme konusunda bir farklılık olsa da ABD’yi 70’lerdeki pozisyona geri getirme idealinin savunucuları olarak ön plana çıkıyorlar. Ancak her ikisi de 70ilerden farklı olarak dış politikada da barışçıl, geri çekilmeci, askeri harcamaları kısma taraftarı bir politika savunuyor.

İkincisi Sanders’ın ABD seçmeni için radikal bir figür olmasına rağmen 2016 seçimlerine kıyasla oylarını hatırı sayılır ölçüde artırmış durumda.  Elbette şimdiye kadar alınan sonuçlar Sanders yerine Biden’in adaylığa daha yakın isim olduğunu gösteriyor. Ancak gerek ABD’de kötüye giden ekonomik ve sosyal koşulların etkisiyle gerekse Trump’ın 4 yıllık başkanlığına bir tepki olarak Sanders adaylık yarışında daha görünür ve tartışılır bir figür oldu.  Her ne kadar Sanders’ın veya Demokratların niyeti bu olmasa da ABD siyasetinin sola kaymakta olduğunu söylemek mümkün. Bir anlamda kitlenin artan öfkesini -her ne kadar bu öfke devrimci durumun koşulları birini oluşturan bir seviyede olmasa da-  soldan bir destekle soğurma görevini Sanders ve benzeri siyasetçiler üstleniyor.  Orta sınıfı geri getirme iddiasıyla olmayacak duaya amin derken bunu parlamenter demokrasinin güzel günlerini geri getirme temennisiyle yapıyor. Bunun bir benzerini de Britanya Jeremy Corbyn ile yaşadı ve Corbyn seçim yenilgisi ardından istifa etti.

Üçüncüsü ve belki daha önemlisi ise ABD’nin tarihsel pozisyonu ve çıkarları ile hem Trump’ın hem de Sanders’ın çelişki içerisinde olmasıdır. Özellikle Süleymani’nin öldürülmesi ABD’nin saldırgan politikasının bir devamı hatta 3. Dünya Savaşı başlangıcı olarak lanse edilse de bu ne İran’a darbe vurarak bir savaş başlatmaya yönelik bir hamleydi ne de İran’ın buna karşılık olarak daha büyük bir kavga başlatacak durumu vardı. Dolayısıyla Süleymani’nin öldürülmesi dahil uygulanan tüm dış politika ABD’nin tarihsel rolüne zıt olarak ABD’yi Ortadoğu’dan çekme eğilimindedir. Bu yaşanan gelişmeleri de Trump’ın kendi çıkarları doğrultusunda attığı adımlar olarak görmektense ABD emperyalizminin ezelden beridir uyguladığı taktik ve stratejilerin bir uzantısı olarak görmek ezberci ve yanlış bir siyasi tespit olur.  Öte yandan böyle bir aday karşısında en güçlü ve belki de tek kazanma ihtimali olan muhalefet adayı Sanders ise ABD çıkarlarına daha yakın bir isim değil.  Öyle ki Iowa ön seçimlerinde Sanders önde giderken daha önce yaşanmamış bir sorun yaşandı ve oy sayım sistemi iflas etti.  New Hampshire’daki galibiyetin de ardından Sanders artık seçmenlerin kendisini seçmesi için değil, ön seçimlerde en çok oy alan adayın Demokrat Parti başkan adayı olması çağrıda bulunmaya başladı zira son aylarda yaşanan gelişmeler geleneksel Demokrat Parti kanadının da Sanders adaylığından hoşnut olmayacağını gösterdi.  Ön seçimler başladıktan sonra veya önce  Demokrat parti aday adaylığından çekilen hiç bir isim – politik açıdan Sanders’a en yakın kabul edilebilecek Warren dahil – Sanders’a destek açıklamasında bulunmadı.

‘’Süper Salı’’ ve 10 Mart ön seçimlerinde Sanders’ın aldığı zayıf sonuçlardan sonra Korona salgını tüm gündemi işgal etmeye başladı.  Trump bu salgınla ilgili doğru tedbirleri almamakla,  yanlış ve şahsi çıkarları ön planda tutan politikalar uygulamakla, devamlı ‘’Çin virüsü’’ tabirini kullanarak ırkçılığı körüklemekle eleştirildi. Bu sırada Sanders da adaylıktan çekilmediğini ancak  kampanyasını ‘’askıya aldığını’’, gönüllü bağışçılar tarafından finanse edilen kampanyasıyla toplanan parayı ise salgından dolayı ekonomik zorluk çeken Amerikalılar için kullanacağını açıkladı. Biden ise günlerce süren sessizliğinin ardından yaptığı açıklamada potansiyel rakibi Trump’ın salgın süresince yaptığı hatalara saldırmaktansa suya sabuna dokunmayan bir üslubu tercih ederek eleştirilerin hedefi oldu.  Trump’ın bu kriz sürecindeki gafları her ne kadar seçim öncesinde Trump aleyhinde bir etki yaratsa da bu eksiklik onun potansiyel rakiplerinin hanesine de artı olarak yazılmamış oldu.

Eğer delege dağılımı şimdikine benzer bir  oranla devam ederse ve olağanüstü  bir durum olmazsa Demokratların  Trump karşısına çıkaracakları aday Biden olacak gibi görünüyor. Ancak Sanders aday olmasa da belki de ABD tarihinde ilk kez “müesses nizam”ın onaylamadığı iki aday –Sanders ve Trump- politik olarak bu denli ön plana çıkmış durumda ve belki de ilk defa böyle iki aday aynı anda seçimlere girmeye yaklaştı. Başlı başına bu gerçek bile ABD’nin eski ABD olamadığının bir göstergesi olarak karşımızda duruyor.