Yazının PDF versiyonuna buradan ulaşabilirsiniz

Türkiye’de 21 Koşul’un gereklerini yerine getiren bir parti yok. En acil görev böyle bir partiyi yaratmaktır saptamaları sınanmaya, çürütülmeye açık bir iddiaya işaret eder. Aksini iddia edenler 21 Koşul’a uyan bir partinin veya bir örgütün bulunduğunu gösterebilirler. Yahut bu koşulların Türkiye’nin siyasal gündeminde hiçbir önem taşımadığını gösterebilirler.

Bugün için sadece Türkiyeli değil Ortadoğu’nun emekçi halkları açısından en yakıcı gündemi oluşturan savaş meselesinden başlayalım. Altıncı tez “Komünist harekete katılmak isteyen her parti, sadece açık sosyal-yurtseverliği değil, iki yüzlü ve sahte sosyal pasifizmi de teşhir etmekle yükümlüdür; kapitalizmin devrimci yoldan yıkılmadıkça, ne uluslarası hakem mahkemelerinin, ne silahlarının sınırlanmasına ilişkin tartışmaların, ne de Milletler Cemiyeti’nin demokratik tarzda düzeltilmesinin hiçbir zaman yeni emperyalist savaşları önleyemeyeceğini işçilere sistemli biçimde anlatılmalıdır.” diyor. Türkiye’deki sol akımlar ne yapıyor peki? Sosyal-pasifizmden, egemen devletlerin yıkılmadığı bir statükoyu koruyarak barış çağrısı yapmanın dışına çıkan var mı? Somutlarsak, kim Suriye’deki iç savaşın bitmesi için Esad diktatörlüğünün devrilmesi gereklidir diyor? Başta Amerika olmak üzere emperyalist devletlerin Erdoğan’ı Lahey’de yargılama tehdidiyle hizaya getirdiğini söyleyen sol mu burjuva diktatörlüklerinin saldırganlıklarının uluslararası mahkemelerle frenlenemeyeceğine inanıyor? Solun Ortadoğu’da komşularımızla iyi geçinelim, emperyalist saldırganlık son bulsun çizgisi düpedüz Komünist Enternasyonal tarafından mahkûm edilen çizgidir.

Savaşın Türkiye’deki emekçileri ilgilendiren daha önemli boyutuna gelelim. Türkiye’de 2015’ten beri Kürdistan merkezli bir iç savaş yaşanıyor. Hendek savaşları boyunca “hendekler çözüm değil”, “hendekler siyaset alanını daraltıyor” diyerek barış ve uzlaşma çağrısı yapanlar sosyal-pasifist değil de nedir? TAK’ın askerlere, polislere sivillere yönelik eylemlerini kınama yarışına girenler başka hangi kategoriye girer? Çözüm sürecinden bir barışın çıkabileceği, Türk devletinin içeride Kürtlere karşı saldırgan politikalarının son bulacağı hayalini yayanlar sosyal-pasifist değil midir? Her fırsatta barış bloku kuranları, ajitasyon ve propaganda yasağı olan Barış Günü mitinglerine beyaz bayraklarla katılanları, “Barış Hemen Şimdi!” sloganlarını atanları başka bir kategoride değerlendirmek mümkün müdür?

21 Koşul’un sekizinci koşulunda “sömürge sahibi olan veya başka ulusları ezen ülkelerdeki partilerin sömürgeler ve ezilen milliyetler sorununda özellikle belirgin ve açık bir eylem çizgisine sahip olması gerektiği” ifade ediliyor. Türk devletinin Diyarbakır’daki askeri-bürokratik varlığının son bulması gerektiğini savunan bir akım var mıdır? Programın yetersiz olduğunu söyledik ama programında Kürt ulusunun kendi devletini kurma hakkının kayıtsız şartsız tanınacağını ifade eden kaç parti vardır? Ya da tersinden sorarsak bağımsız Kürdistan diye bir hedefi olmayan, özerklik için mücadele eden PKK’yi Kürt özgürlük hareketi ya da Kürt ulusal hareketi olarak tanımlamayan kaç akım vardır?

10 Kasım’da Atatürk’ü saygıyla ananları, Türkiye’de karşı-devrimin 1946’da başladığını savunan THKP geleneğini bir tarafa bırakalım. 30 Ağustos’u anti-emperyalist bir gün olarak ananları, 29 Ekim’i sınırlı da olsa ileri doğru atılmış bir adım olarak takdir edenleri de bir an için unutalım. Kürtlerin boynuna ulus-devlet ilmeğinin geçirilmesindeki ilk hamle olan 1920 Meclisi’ini ilerici ve anti-emperyalist bir meclis, Kürtleri inkar eden 1921 Anayasasını nispeten ileri bir anayasa olarak görmeyen var mıdır?

Daha da beteri solun geniş kesimlerinin Kürtlerin  kurtuluş mücadelesine destek sunmak adına emperyalistlerin piyadeliğini üstlenmeleridir. Rakka’nın IŞİD’in elinden alınmasının, Rakka’nın bulunduğu konum itibariyle Kürdistan’ın bağımsızlığı ile hiçbir ilgisi yoktur. Böyle bir bağımsızlıktan söz eden bir hareket bulunmadığı gibi, söz konusu operasyonlar ABD’nin, bölgedeki elini güçlendirmeye hizmet etmektedir.

21 Koşul’da ordu içinde sistemli bir bozguncu çalışma yürütmenin gereğinden söz ediliyor. Ama Türkiye solunun gerillacı gelenekten gelen akımları Türk ordusuna karşı alternatif bir ordu oluşturma perspektifi ile hareket ettikleri için, kalan kısmı ise Türk ordusuna dokunmayı aklından bile geçirmediği için ordu içinde bozguncu çalışma geleneği yoktur. Bugün kimsenin gerillacılık yapmaya mecali olmadığı için herkes “askere gitme kardeş kanı dökme” sloganı ile vicdani retçi hareketlerin kuyruğuna takılmaktadır.

Ordu içinde bozguncu bir çalışma yürütmek, orduya siyaset sokmakla mümkün olur. Türkiye’de ise ordu Türkiye solundan bağımsız olarak, iktidar bloğundaki çatışmaların sonucunda politikleşiyor. Ordu içindeki sabotajlar cemaatçi subaylar tarafından gerçekleştiriliyor. Buna karşılık sol, önce Mısırdaki Sisi darbesinin sonrasında 15 Temmuz girişiminin ardından “darbeye karşıyız” diyerek sokaklara çıkıyor, ordunun siyaset dışında kalabileceği yanılsamasını yayıyor.

21 Koşul “proletarya diktatörlüğünün propagandası”nın, “her emekçinin, kadın işçinin, askerin ve köylünün… gündelik hayatın olgularından proletarya diktatörlüğünün zorunlu olduğu sonucuna varmasını sağlayacak şekilde yapılma”sını şart koşuyor. Türkiye’nin yanı başında Rojava Devrimi gerçekleşiyor, kanton iktidarları kuruluyor. Rojava söz konusu olunca devrim sözcüğünü çok önemli olay, değişim anlamında kullanan sol geçelim askerlere ve köylülere Rojava Devrimi’nin önemini anlatmayı Rojava’da neden bir devrimin yaşandığını kendisi dahil anlayabilmiş değil. Rojava’da egemenliğin el değiştirdiği tespitini yapamıyor. YPG’nin denetimi altındaki bölgelerin Suriye Devleti’ne bağlanması tartışılırken, Rojava Devrimi’nin ayakta kalması için tüm iktidarın kantonlarda toplanmasının zorunlu olduğunu ifade edemiyor. Bugün için devrimin zaferi ile proletarya diktatörlüğü arasında bir ilişkiyi kuran yok gibidir.

Geçelim proletarya diktatörlüğünü Türkiye’nin yeni bir anayasaya kavuşması için dahi Erdoğan’ın devrilmesi gerektiğini söyleyen bir akım yoktur. Elbette genel geçer bir devrim söylemi tutturmuş akımlar mevcuttur ama bunlar da Erdoğan’ın gitmesi için bir devrimin gerekli olduğunu ifade edememektedir. 16 Nisan referandumu sırasında solun halk savaşını savunanı da, anarşist olanı da, troçkisti, kurucu meclis yanlısı olanı da CHP çizgisinde “tek adam anayasası”na karşı çalışma yürütmüştür, başka bir deyişle Erdoğan’ın Anayasası’na karşı klasik parlamenter rejimi savunmuştur.

21 Koşul illegalitenin, yani özgür ajitasyon ve propagandanın esas olduğu bir siyasi çalışmayı şart koşmaktadır. Oysa solun mitinglerde, eylemlerde otosansür uygulaması için OHAL’e geçilmesi yeterli olmuştur. HDP merkezli legalist-tasfiyecilik hız kazanmaktadır. Ama bu tasfiyeciliği eleştiren hiçbir akım yoktur. Örneğin 2014’teki 6-7 Ekim Kobâne eylemlerinde HDP tipi legal örgütlenmelerin bu işi kotaramayacağını teslim eden yoktur. HDP bu süreçte kitlelere önderlik edecek leninist bir parti olmadığı için değil kitleleri sokağa çağırdığı için eleştirilmektedir.

21 Koşul legal alandaki çalışmaların, yayınların partilerin merkez komiteleri tarafından denetlenmesi gerektiğini savunmaktadır. Ancak Türkiye’de arada sırada internet üzerinden açıklama yapmanın ya da bir iki bombalı saldırı düzenlemenin dışında illegal örgütlerin yürüttüğü herhangi bir faaliyet kalmamış gibidir. Üstelik ESP örneğinde olduğu gibi HDP gibi legalist tasfiyeci odakların içinde inisiyatif illegal merkezlerde değil legal konumdaki tasfiyecilerdedir.

Benzer bir durum program sorunu için de geçerlidir. Merkezci oportünist eğilimlerin en sık sarıldıkları bahane, hukuki nedenlerden ötürü kendi programlarına devrimci hedeflerini yazamadıklarını söylemektir. USPD’nin ikiye bölünmesine yol açan ana tartışma başlıklarından biri programın proletarya diktatörlüğünü kapsayacak şekilde yeniden düzenlenmesi idi. Gelgelelim USPD’nin parçalanmasının üzerinden 97 yıl geçmiş olsa da kendi programını hukuk cambazlıklarını bir yana yazan bir parti yok gibidir. Tam da bu nedenle proletarya diktatörlüğüne aslında karşı olan, devletin ordusuna polisine karşı çıkmak gibi bir derdi olmayan yasaları bahane ederek proletarya diktatörlüğünü programlarına almayacaklardır.

21 Koşul sendikalarda, kooperatiflerde mücadele etmeyi şart koştuğu gibi sarı sendikalara karşı açıktan mücadele etmeyi de zorunlu kılmaktadır. Türkiye’de genel olarak sendika bürokrasisine çatmak adetten olsa da somut olarak solcu görünen sendikaları hedef tahtasına oturtup, bu sendikaların CHP ile olan bağlantılarını sergilemek kimsenin kalkıştığı bir iş değildir.

Türkiye’de sol sınıf mücadelesinin kritik evrelerinde sarı sendikacılığın ihanetini sergilemek yerine, bu dönemlerde sarı sendikaların peşine takılmayı tercih etmektedir. Nitekim Türkiye’de sarı-sendika denince akla gelen Türk-İş olmaktadır. DİSK’i ve KESK’i sarı sendika olarak tanımlayıp hedef gösteren akım yok gibidir. Bunun en çarpıcı örneği 1 Mayısların kutlanma biçimidir. 1 Mayısların nerede ve nasıl kullanılacağına DİSK, KESK, TMMOB ve TTB’nin karar vermesi vakayı adiyeden kabul edilmektedir. Hatta 2010 1 Mayısı örneğinde olduğu gibi sendikacılar Taksim fatihi olarak alkışlanmaktadır.

Solun sendikalarda yürüttüğü çalışma anlayışı da Komintern’in 21 Koşulunda tarif edilenle tam aksi yöndedir. İşçilerin birleşmesinin önünde birer engel olan sendikaları parçalayıp işçilerin daha güçlü birliğini sağlamak amacıyla değil, bu bürokratik kurumları ilerici sendikacılar yahut “taban örgütlenmeleri” aracılığıyla ele geçirmeyi hedefleyen bir anlayış vardır.

Kuşkusuz soldaki tüm sendikalaşma girişimleri sarı sendikaların bünyesiyle sınırlı değildir. Muhtelif adlarla yürütülen bir dizi sendikal girişim vardır. Ama bunların hiçbiri “kızıl sendika” değildir. Sorun elbette bu sendikaların Türkiye’nin siyasi gündemiyle ilgili her konuda fikir belirtmesi değildir. Bu doğaldır zira kızıl sendikalarla sarı sendikalar arasındaki asıl kopuş nedeni sendikal mücadeleyi yürütmeye dair görüş ayrılıkları değil siyasal konulardır, üstelik kızıl ile sarı arasındaki bölünme her konuyu kapsayan siyasi ve sosyal sonuçları olsa da şu ya da bu siyasi meseleye dair çıkmış bir ayrım da değildir. Esas olarak devrim ve karşı-devrime, Ekim Devrimi’nin ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin yanında olup olmamaya dair bir ayrımdır. Türkiye’de ise örneğin hendekler konusundaki görüşü nedeniyle bir sendikal hareketi parçalamaya, ayrı bir sendikal hareket oluşturmaya yönelik bir girişim mevcut değildir. Bilakis hendek örneğinde gördüğümüz üzere, iç savaşa ve devrime dair herhangi bir konuda Türkiyeli devrimcilerin tutumları ile sarı sendikaların tutumları arasında hiçbir fark yoktur.

21 Koşulun Sırası Değil Şimdi Diyenler

Mesele 21 Koşul olunca, bu koşullara bağlı olarak devrimci-oportünist ayrımlarının yapılmasına itiraz edenlerin sıklıkla başvurdukları bir diğer gerekçe 21 Koşul merkezli bir ayrışma için vaktin “henüz erken olmasıdır”. Buna göre zamanı gelince sol akımları 21 Koşul’da ifade edilen tespitler çerçevesinde sıkıştırmaya başlamak, bu akımları ayrışma için zorlamak gereklidir. Ancak en geniş demokrasi mücadelesini örmenin gerekli olduğu günümüzde 21 Koşul’dan söz etmenin zamanı henüz gelmemiştir. Bu anlayışa göre muhtelif akımları merkezcilik ve oportünizmle suçlamak sol içinde birleşik bir muhalefet hattını örmeyi zorlaştıracaktır. Söz konusu itiraz da temelsizdir. Zira birleşik bir cepheyi örebilmek için önce 21 Koşul’un gereklerini yerine getiren komünist bir partiyi yaratmak gerekir. Komünist bir partinin bulunmadığı, böyle bir partiyi yaratmak için ayrım çizgilerini çekilmediği koşullar altında her türden birleşik muhalefet/cephe girişimi devrimcilerin oportünist akımlara yedeklenmesine yol açar. Dolayısıyla tersini söylemek gerekir: Birleşik bir emekçi hareketinin örülmesinin ön koşulu komünistlerle oportünistler arasındaki ayrım çizgilerinin netleştirilmesidir.

İkincisi, aslına bakılırsa, sıklıkla Avro-Komünist çevreler tarafından zamansız ve sekter bulunsa da, Komünist Enternasyonal ikinci kongresinden itibaren içinde ve yörüngesinde bulunan kesimlere yönelik bir temizlik harekatına girişmekte geç kalmıştır. Leninist bir parti içindeki menşevik/oportünist unsurları elbette ayıklamalıdır. Ama doğrusu söz konusu unsurların leninist partiye hiç girememiş olmasıdır. Leninist parti bir kitle partisi olmadığına göre kendi üyelerini kendisi seçen bir partidir. Bir temizlik harekatına ihtiyaç duymak ise zamanında partiye üye kaydedilirken gerekli titizliğin gösterilmediğine işaret eder.

Komünist Enternasyonal’in kuruluş öyküsü Bolşeviklerin bu noktadaki hatalarının neler olduğunu gösterir. İkinci Enternasyonal emperyalist paylaşım savaşının patlaması üzere 1914’te çökmüştü. Lenin’in tüm ısrarlarına karşın Komünist Enternasyonal ise ancak Ekim Devrimi’nden iki yıl sonra, Sovyetlerin prestijinin zirvesinde olduğu ve başta Almanya olmak üzere Avrupa sosyal demokrat hareketinde yarılmaların başladığı bir dönemde kurulmuştu. Bu yüzden 1919-20 yıllarında Komünist Enternasyonal üç zor görevle aynı anda uğraşmak zorundaydı. Kendisini oportünistlerden ayıran ayırm çizgilerini çekmek, kendisine yönelik kadro ve parti akınının içindeki oportünist unsurları dışarıda bırakmak, bu kargaşa içinde parti içine dahil olmuş oportünist unsurları ayıklamak ve eş zamanlı olarak işçi hareketi içindeki oportünist unsurlarla onların maskesini düşürmek üzere eylem birliği yapmak. Ne yazık ki Komünist Enternasyonal birincisi dışında bu görevlerden hiçbirini hakkıyla yerine getiremedi. Komünistlerle oportünistleri ayıran ayrım çizgileri kalınca çekildi çekilmesine ama oportünistlerin parti içine girmesi engellenemedi (Halbuki koşul metninin yazarı Zinoviev oportünistler bu koşullara rağmen parti içine girerse deve de iğne deliğinden geçer diyecek kadar iddialıydı.). Parti içindeki oportünistler de ayıklanamadı, temizlik sürekli Enternasyonal’in ve SBKP’nin gündeminde kaldı. Birleşik Cephe oluşturma fikri de hiçbir zaman hayata geçirilemedi. Nihayetinde parti içinde tasfiye edilemeyen oportünistler devrimci unsurları öğüttü ya da kendi temizlik hareketleriyle parti dışına attı. Bu da ilk dört kongrede çizilen ayrım çizgilerin silikleşmesine komünist hareketin ilkesel olarak İkinci Enternasyonal partilerinden farksız bir konuma sürüklenmesine yol açtı. Tam da bu nedenle ikinci paylaşım savaşı arefesinde ve sonrasında komünist adını taşıyan partiler birleşik cephe adına burjuva muhalefetine yedeklendi ve onun içinde eriyip tasfiye oldu.

Elbette bugünden olayları yeniden değerlendirip, komünistlerin yutamayacakları lokmayı ısırmamaları USPD, PSI gibi partileri parçalamaya hiç yeltenmemeleri gereklidir, zira böyle bir durumda oportünistlerin akınını hiçbir koşul altında durdurmak mümkün değildir sonucuna varanlar çıkacaktır. Ancak bu sonuca varanlar, 1917 Ekim Devrimi’ne baktıkları zaman köylülük üzerinde sıfıra yakın etkisi olan Bolşeviklerin iktidarı almaya yeltenmemeleri gerekirdi sonucunu çıkaracaklardır. Oysa elverişsiz koşullara, yenilgi ihtimallerine bakarak devrimci hamlelerden kaçınmak komünistlerin meşrebi olmamalıdır. Komünist Enternasyonal’in kurulması gecikti diye USPD türü partileri parçalamaya ve onlardan ayrışan unsurları Enternasyonal bünyesine katmaya gayret edilmese Komünist Enternasyonal dar bir mezhep olmanın ötesine geçemezdi. Bolşeviklerin hatası 1919’daki cüretli tutumları değil 1914-1919 yılları arasında oportünistlerle aralarına ayrım çizgilerini çekmekteki tereddütlü tutumlarıdır.

Bugün Komünist Enternasyonal’i aşacak bir dünya partisi yaratma iddiası eğer hamasetin ötesine geçecekse Bolşeviklerin Komünist Enternasyonal’i kurma ve yaşatma mücadelesinden öncelikle şu dersi çıkarmak gereklidir: Devrimci bir partiyi yaratacak kadrolar oportünizme karşı yürütülen kararlı bir mücadelenin deneyimlerine sahip olmadığı sürece, devrimci bir kopuş ve sıçrama anında doğru bir siyasi çizgiyi savunmanın bir anlamı olmayacak, parti içine doğru oportünist hücum püskürtülemeyecektir. Bu nedenle oportünizm ve merkezcilikle mücadele devrimci partinin kurulmasına ertelenemez.

21 Koşul’un üç temel referans arasında yer almasının anlamı

Amaçlarımız, İlkelerimiz ve Önceliklerimiz broşürü esas olarak komünistleri diğer akımlardan ayırt etme böylelikle Komünistlerin Birliği Platformu’nun bastığı zemini tarif etme amacını taşır. Diğer iki metin –Komünist Enternasyonal’in Platformu ve TKP Programı’nın Birinci Kısmı- programatik zemin ile ilişkiliyken Komünist Enternasyonal’in 21 Koşulu doğrudan eylem çizgisi, yürütülen siyasi eylemin içeriği ile ilgilidir. Bu da bir tesadüf değildir platform üzerinde duran güçlerin Komünistlerin Birliği’nin nasıl sağlanacağına dair bakışını bize anlatır. Komünistlerin Birliği aynı program üzerinde anlaşan güçlerin birliği olmayacaktır; aynı programatik ilkelerde anlaşıp ama aynı zamanda bu ilkeleri aynı devrimci eylem çizgisiyle harekete geçiren güçlerin birliği olacaktır. O halde komünist partiyi kuracak güçlerin birbirlerini siyasi mücadele içinde tanıması ve sınaması da gerekir. Bu da başından itibaren neden Komünistlerin Birliği’nin ideolojik/programatik değil siyasal mücadeleyi esas olan bir platform olduğunu anlatır. Türkiye’deki solun içinde devrimci güçlerle reformist güçleri ayrıştıracak olan Komünist Enternasyonal’in 21 Koşulu’nda dillendirilen sorunlardır. Komünist partinin sınır çizgileri de yine bu meselelere dair takınılacak tavırlara bağlı olarak çizilecektir. Platformumuzun iddiası budur. Tam da bu nedenle Komünistlerin Birliği Platformu 21 Koşul’un ışık tuttuğu bir çerçevede siyasi mücadele yürütmektedir.

21 Koşul’un ışığında, bu koşulları yerine getirebilecek bir parti inşa etme mücadelesi bu koşulların gereklerinin tümünün yerine getirildiği anlamına gelmez. Devrimci bir partiyi yaratmadan, devrimci bir enternasyonale bağlanmadan bu koşulların tümünü yerine getirmek mümkün değildir. Ordu içinde propaganda faaliyeti yürütmek, kırlarda çalışmak, parlamentoda devrimci bir faaliyet yürütmek bu koşulların tedricen yerine getirilebileceğini düşünmek zaten amatör bir örgütün zaman içinde imkân, olanak ve deneyimlerini arttırarak devrimci bir partiye dönüşebileceği varsayımına dayanır. Komünistlerin Birliği Platformu ise doğrusal büyümeci bir varsayımın reddi üzerine kurulmuştur.

Bugün 21 Koşul’u benimseyen bir çizgi bu koşulları yerine getirebilecek imkânlara sahip olan yahut bu imkânları yaratmaya kararlı güçlerle buluşacak bir çizgi izlemek anlamına gelir. Bu buluşmayı sağlayabilmek için öncelikle yapılması gereken elbette 21 Koşul’da teşhis edilen oportünist/merkezci tutumlardan uzak durmaktır. Ancak bir siyasi çizgi elbette olumsuz olarak, bir şeyleri yapmamak üzere tanımlanamaz. 21 koşulun her biri kendisini benimseyen akımın gücü ve imkânlarından bağımsız olarak bu akımın yürüttüğü siyasi pratiği şekillendirecektir. 21 Koşul’a bakıştaki farklılık gündelik siyasal mücadelede izlenen yöntem ve talepleri de belirleyecektir. Belki bu durumun en somut örneği platformumuzun parlamenterizme karşı verdiği mücadelede ortaya çıkmaktadır. Platformumuzun sadece kırlarda yahut orduda değil aynı zamanda parlamentoda da çalışma yürütecek imkânları yoktur. Ancak 2007 yılından beri yürütülen seçim çalışmalarından beri takipçisi olduğumuz çizgi ile parlamenterist çizgi arasındaki farklılıkları halk toplantıları, yürüyüşler, eylemler, seçim çalışmaları örneklerinde açıkça sergilemiştir. Bugün, siyasi krizin Erdoğan’ın akıbeti konusunda düğümlendiği koşullar altında, Erdoğan’ın parlamenterist bir şekilde gönderilebileceği hayalini yayan akımlarla Türkiye’de emekçilerin durumundaki en basit bir iyileşmenin bile Erdoğan’ın devrimci bir şekilde süpürülmesine bağlı olduğunu savunan platformumuz arasında farklar önerdiği eylem tarzından, taleplere kadar her anlamda kendini belli etmektedir, edecektir de.

Yazımıza dünyada Ekim Devrimi’nin hayaleti dolaşıyor diyerek başladık. Bugün komünistlerin görevi yeni Ekimlere önderlik etmek, karşı devrimci güçleri ezip geçecek hayaleti ete kemiğe büründürecek devrimci partiyi yaratmak olmalı. Ekim Devrimi’nin gücünün ve başarısının nereden kaynaklandığını unutturan oportünistler ne yaparsa yapsın devrimci parti mücadelemizi büyüteceğiz.