22 Haziran Cumartesi günü 1 Mayıs Mahallesi Cemevi Konferans Salonu’nda Yeni Dünya İçin Çağrı Dergisi ile birlikte “23 Haziran Seçimleri ve Solun Tutumu” başlıklı bir panel gerçekleştirdik. Devrim mücadelesinde yitirdiklerimiz anısına yapılan saygı duruşu ve Enternasyonal Marşı’nın okunmasıyla başlayan paneli yöneten yoldaş açılış konuşmasında şunları ifade etti:

“Bugün iki konuşmacımız var, bunlar Çağrı Dergisi’nden Çetin Deste ve KöZ Gazetesi’nden Büşra Ferligül. Biz aslında bu panelde daha fazla konuşmacı olmasını arzu ederdik. Esasında sadece panelimizde değil genel olarak yürüttüğümüz ve bu etkinlikle birlikte son bulan aktif boykot çalışmamıza daha fazla kurumun katılmasını isterdik. Maalesef böyle olmadı. Ben sözü hiç uzatmayayım. Neden böyle bir çalışma yürütmek gerektiğini, çalışmanın nasıl seyrettiğini, seçimleri nasıl gördüklerini konuşmacılarımız anlatsınlar. “

Açılışın ardından ilk sözü YDİ Çağrı adına Çetin Deste aldı. Deste konuşmasında şu hususları vurguladı:

“Yarın büyük gün, 23 Haziran. Bugün de boykot çalışmamızın son halkası olan ‘23 Haziran ve Solun Tutumu’ başlıklı panelimizi gerçekleştiriyoruz. Ama acaba Türkiye’de sol var mı? Biz bu solu görmedik. Kuşkusuz Türkiye’de devrimci gruplar var. Ancak işler öyle bir noktaya geldi ki solun büyük bölümü Millet İttifakı’nın kuyruğuna takıldılar. Millet İttifakı’nın kuyruğuna takılmayan az sayıda kurum vardı. Ancak bu kurumlar da yalnızca tutumlarını beyan ettiler. Bunlar sokaklarda bu tutumun gereğini yapmadılar. Sokaklarda bu tutumun gereğini yapanlar yalnızca Köz ve Çağrı oldu. Bu çalışma bizce tarihsel öneme sahipti. Az sayıda insan tüm tepkilere ve basınca rağmen çalışmasını yürüttü. Bunu da görmek isteyenler gördü. Kimileri görmezden geldi, kimileri sempatiyle yaklaştı ama bunu ifade etmedi. Ne olursa olsun bugün tarihi bir iş başardık.

Peki bu sürece nasıl geldik? Nasıl oldu da sol bugün Türkiye’de burjuvazinin bir kesiminin kuyruğuna takıldı? Bunun bir sebebi Türkiye’de bugün solun güçsüz olmasıdır. Biz de dahil olmak üzere kitleler içerisinde güçlü bir konumu olan bir sol hareket yok. Böyle olunca kitleler egemenler arasındaki çatışmanın şu ya da bu kanadının peşine takılıyor. Sol da kitlelerin içerisindeki bu eğilime karşı çıkma cesaretini gösteremediğinden kitlelerin peşine takılıyor.

Biz biliyoruz ki kitleler devrimci bilinci kendiliklerinden elde etmezler. Devrimci öncünün görevi ajitasyon ve propaganda araçlarını kullanarak bu bilinci kitlelere aktarmaktır. Bu bilinçlenme sadece öncünün yaptığı çalışmayla olmaz. Öncünün çalışması yalnızca işçilerin bir kısmı arasında sonuç verir. Geniş yığınların devletin ve sistemin yıkılması gerektiği düşüncesine varmaları ancak onların kendi siyasal tecrübeleriyle mümkün olur. Bu kesimlerin kendi tecrübesi onların “Ne AKP, Ne CHP, Ne İmamoğlu, Ne Erdoğan bizi kurtarabilir, komünistler doğru söylüyor, bu sistemi yıkmalıyız” demesine yol açacaktır. Kitleler bugün bunu demiyor. Bugün o noktada değildir.

Bugün kitleler açlık var, kıtlık var, Erdoğan’ın yerine bunlar gelse biraz rahatlama olur diyorlar. Peki kitleler bunu derken devrimciler ne yapıyorlar? “Siz AKP için çalışıyorsunuz” eleştirisinin baskısıyla adım atmaktan geri duruyorlar. Bu akımı göğüsleyemiyorlar. Bu iş kararlılık istiyor. Solun tamamının, en azından boykot diyen yapıların bu akımı göğüsleyecek cesareti olmadığını düşünüyoruz.

Devrimci örgütlerin tamamı, kendimizi de dışta tutmuyoruz, bizim tabanımızın da bir kısmı bizim bu tavrımızı doğru bulmuyor. Dışarıdaki arkadaşlar nasıl şartlanmışsa bu arkadaşların durumu da budur. Boykot çalışması yapan bir grubun kitlesi bu haldeyse varın gerisini siz düşünün. Biz biliyoruz; boykot kararı alan bir dizi kurumun aldıkları kararın kendi tabanında en ufak bir karşılığı yoktur. Bu yüzden çalışma da yapamıyorlar zira kendi tabanları her şeyden önce alınan karara karşılar. Dolayısıyla bu işi yapmak kolay değil. Bugünün somutluğunda bunu başarabilen iki akım yalnızca Köz ve Çağrıdır.

1. Dünya Savaşı esnasında yaşanan bir durumu hatırlatıyor bana bu husus. Rusya’da sosyalistlerin tümü anayurt savunması derken Bolşevikler asıl düşman kendi burjuvazindir demiştir. Sonrasında tarih aynı Bolşevikleri Ekim Devrimi’nin önderi haline getirmiştir.

Millet ve Cumhur İttifaklarının niteliklerinin ne olduğunu biliyoruz. Bu salondaki arkadaşlar bu ittifaklar arasında bir fark olmadığını biliyorlar. Bugün ortadaki kavga rant kavgasıdır, bizim bu kavgada alacağımız bir pozisyon olamaz.

Son olarak Kürt Hareketi’nin pozisyonuyla ilgili konuşmak gerekirse 31 Mart’ta Millet İttifakı HDP’nin oylarıyla kazanmıştır. Yine Kürtlerin oyları belirleyici olacağından Cumhur İttifakı Abdullah Öcalan’ı devreye soktu. Ama HDP tutum değiştirmedi. HDP siyaseti ile Öcalan siyaseti arasında da bir fark mevcuttur. Bunu daha önce de gördük. Çözüm sürecinde Öcalan’a göre PKK silah bırakmalıydı. Bu yaşanmadı. Bugün de Öcalan ile PKK’nin aynı fikri savunmadığını görüyoruz.”

İkinci sözü KöZ adına Büşra Ferligül aldı. Konuşmasında şu hususları vurguladı.

“Merhaba arkadaşlar. Başlarken boykotun Köz açısından ne anlama geldiğini tartışmamız gerekiyor. Biz şöyle görebiliriz: ortada iki burjuva klik mevcuttur, biz bunları desteklemeyeceğiz. Zaten Komintern’in ilk 4 Kongre kararlarında da bunu görüyoruz. Dolayısıyla bu bakışta bir yanlışlık yoktur.

Mademki Komintern kararıdır, o halde bu ilkesel bir konu olarak görülebilir. O halde bunun her durumda doğru olduğunu tespit etmek gerekir. Trump’ın karşısında Hillary desteklenmez, Demirel Karşısında Ecevit desteklenmez.

Bu doğru olmasına doğrudur ama bugün boykotun anlamı farklıdır. Biz bugün Türkiye’de savaşan iki blok göremiyoruz. Biz bugün Millet İttifakı’na bakınca bir Amerikancı muhalefet hareketi görüyoruz. Bu koşullar altında Millet İttifakı bugün bir normalleşme sürecini öneriyor. Eski Türkiye özlemini dile getiriyor. Dolayısıyla ortada sahici bir savaş durumu yoktur. Ortada tek bir cephe vardır. Sorun ezilenler adına üçüncü cepheyi yaratmak değil, ikinci cepheyi yaratmaktır.

İkinci husus da bugün Türkiye’de devrimci durumun iki koşulu mevcut ve bunun bir görüntüsü olarak rejim krizi var. Dolayısıyla burada sıradan, burjuva demokrasisinin olağan işleyişi içerisinde bir seçim yok. Hele bu seçimde devrimci durumun koşullarından birinin yeni bir görüntüsü var ve bu görüntü Erdoğan’ın yönetememe krizinin yeni bir halkasını teşkil ediyor. Ayrıca seçim iptali yönetilenlerin eskisi gibi yönetilmek istememesi noktasına da emekçilerin öfkelerini büyüterek yeni bir boyut kazandırmıştır. Ne var ki devrimci durumun üçüncü şartı olan kitlelerin eylemli şekilde sokaklara dökülmesi şartının mümkün olduğunu ama mevcut olmadığını görüyoruz. HDP istese kitleleri sokağa dökebilir.

Bu neden yapılmıyor? Zira devrimci durumun koşulları sol tarafından da görülüyor ve bu durumun önüne geçmek, bunun önünü tıkamak amacıyla kitlelere Erdoğan’dan seçimler amacıyla kurtulunabileceği hayalini yayıyorlar. Bugün boykot bu tutumu, somut olarak devrim karşıtlığı tutumunu açıkça eleştiren bir tutumdur.

Bir de HDP dışında kalan siyasetlerin pozisyonunu da incelemek gerekir. Dün HDP’yi, desteklemeyen akımların bugün yaşadıkları sorun aslında bir örgüt sorunudur. Bugün siyaseten yanlış ve kuyrukçu bir hatta bulunan bu akımların bu yanlışlarının onların örgütünü bozacağını ifade edebiliriz. Ne var ki bu doğru değildir. Siyaset örgütü değil, örgüt siyaseti yaratır.

Örnek verelim; TKP de Kızılbayrak da örtük olarak İmamoğlu’na destek veriyor. TKP zaten kapısını çalan herkese üyelik formu dolduran ve bir kitle partisi yaratmak isteyen bir akım olarak göze çarpıyor. Bu açık, ancak öte yandan Kızılbayrak da fabrikalara, kitlelere gitmek düşüncesiyle bir işçi kitle partisi yaratma hedefini ortaya koyuyor. Dolayısıyla kitlelerin eğilimleri karşısında açıktan tutum alamamaktadırlar. Bu bozuk siyaseti doğuran, onların bozuk ve legalist tasfiyeci örgüt yapılarıdır.

Peki boykot diyenler neden bizimle yan yana durmadılar? Kimileri “boykot etkili olmaz” dediler. Bu doğru değildir. Bugün tüm boykotçular ortak tutum alsaydı boykot ciddi bir etki doğurabilirdi. Bugün bize hem “sizin 1 oyunuz var boykot etseniz ne olur etmeseniz ne olur” denip hem de tahammül edilememesinin sebebi budur. Dolayısıyla herkes aslında ortak bir boykotun ne anlama geleceğini biliyordu.

Devrimci görev kitlelere siyasi gerçekleri anlatmaktır. Bugün bu seçimlerde bunu gerçekleştirmekten kitleler korkar düşüncesiyle geri duranlar hiçbir dönemde vatana ihanetin, esas düşmanın kendi yurdunda olduğunu asla ortaya koyamazlar. Bu görevden geri durmayan bir partinin yaratılması için gereğini yapacağız. Bolşevizm kazanacak!”

Böylece panelimizin ilk turu sona erdi. İkinci tura geçmeden önce sorular için salona söz verildi. Konuşmacılara şu sorular yöneltildi:

1. Öncelikle Köz ile YDİ Çağrı’nın seçim boykotu temelinde yürüttüğü çalışmanın çok değerli olduğunu düşünüyorum. Sadece boykot bakımından değil ortak iş yapabilmenin yolunu gösterdiği için de önemlidir. Köz adına konuşan arkadaş Millet İttifakı’na yedeklenenleri karşı devrim kampına yerleştirdi. Ben buna katılmıyorum. Bunu söylemek doğru değildir. Programatik olarak baktığınızda böyle bir durum yoktur. Ayrıca hiçbir koşulda burjuva partileri desteklenmez görüşüne de katılmak mümkün değildir, zira Lenin Sol Komünizm Bir Çocukluk Hastalığı kitabında Belçika’da faşist İşçi Partisi’nin varlığı koşullarında başka bir burjuva partisinin desteklenmesini önermiştir.

Genel olarak boykot çalışmasında karşılaştığımız emekçilerle tartışırken ikna yöntemini bir kenara bırakıp polemik yoluyla hareket ettik. Orada bir emekçiyle mücadele edercesine tartışmamak gerekir.

2. Burjuva partilerine oy vermek sorunu çok çetrefilli bir sorundur. Komintern’de faşizm tartışmalarına bakıldığında kimi burjuva partileri ile ittifak yapılabileceği ifade edilmişti.

Ayrıca biz 12 Eylül öncesinde devrimci durum tanımı yaparken parçalanmış bir durum görüyorduk. Bugün Köz’den arkadaşın bu tespiti yapmasının ayaklarının havada kaldığını düşünüyorum. Bugün ise bu durumlar söz konusu değildir. Hükümet muhalefet çatışmaları her yerde zaten var. Kitle hareketleri bakımından da sürekliliği sağlanmış bir hareket mevcut değildir.

Köz’den arkadaş adeta boykot kararı aldığına pişman gibi konuştu. AKP ile CHP’yi aynı kefeye koymamak gerekirdi dedi. Nasıl aynı kefeye konmaz? Mümkün değildir.

CHP’nin kitle seferberliği yaratmak istemediği de doğru değil. Muhalefet her fırsatı değerlendirmek istiyor. Gezi’den tutalım bayrak ve cumhuriyet mitinglerine kadar her şeyi kullanmak istiyorlar.

3. Burjuva partilerine hiç destek verilmez durumu bana tuhaftır. Almanya’da SPD 1914’ten beri ihanet içerisinde olan bir partiyken KPD onları faşizme karşı birlikte mücadeleye çağırmıştı. Bugün Erdoğan’ı biraz geriletmek için neden burjuva partileri desteklenmesin ki? Anlamak güçtür.

4. Sorum YDİ Çağrı’ya: bu topraklarda devrimin koşullarının bulunmadığını söylediniz? Türkiye’de koşullar mevcutken aslında sorunun öznel olduğunu düşünmek gerekmez mi?

5. Bence Çetin Deste çok önemli sorunlara parmak bastı. Tabanda bizim arkadaşlarımız tartışıyor dedi, bizim arkadaşlar da hemen yok dedi. Ama bu mahallede bile bizim yayınlarımızı okuyan insanlar hemen boykot tutumunu benimsemiyorlar.

İnsanlar devrimciliği koşturmak, hapse girmek, polisle çatışmak sebebiyle zor sanıyorlar. Halbuki devrimci siyaseti zor kılan şey devrimci siyasetin sorumluluğunu almaktır.

Buna mukabil konuşmacılara diğer sorularla bağlantılı bir soru yönelteceğim: bizim muhatabımız kim? Biz kitlelere mi yoksa devrimcilere mi sesleniyoruz? Ayrıca biz boykottan ne murat ediyoruz?

İkincisi; biz niçin AKP ile CHP’yi aynı kefeye koymuyoruz?

Üçüncüsü; bugün neden Türkiye’de kitleler sokağa dökülmüyor?

Bir alt soru; reformizm zaten karşı devrimcilik midir? Yoksa eksik devrimcilik midir?

Son olarak; Komintern’in ilk dört kongresindeki burjuva partilerine karşı tutum meselesi nerede değişiyor? Sorular geldi; Belçika partisi, SPD falan dendi; bugün CHP hangisine, HDP hangisine denk düşüyor?

Ayrıca faşizme karşı birleşik cephe konusuyla bugünkü durumu nasıl ilişkilendirelim?

6. Devrimci durum konusunu fazla tartışmanın anlamı yoktur, parti olmadığı zaman devrimci durum da yoktur.

Solun tutumu konusunda bir kavrayışsızlık olduğunu düşünüyorum. Kaypakkaya’nın Kemalizm hakkındaki görüşlerinin ve onun partisinin anlaşılamamış olduğunu düşünüyorum. Kaypakkaya’nın bu görüşüne rağmen bugün Partizan geleneğinden gelen bir dizi akımın İbrahim’in o çizgisini nasıl taşımadığını görüyoruz. Ben bu noktada Kaypakkaya’nın seçme yazılarının devrimci çalışmada okuması ve okunması gerektiğini düşünüyorum.

7. Son soruya binaen konuşacağım: Parti yoksa devrimci durum yoktur dendi; o zaman Şubat’ta devrimci parti yoktu, devrimci durum da yoktu mu diyeceğiz?

8. İlk soruyu soran arkadaşın konuşmasında ve Çağrı’dan Çetin Deste’nin konuşmasında vurguladığı hususlara katılıyorum. Biz 31 Mart’ta yoğun çalışma yapmıştık ama her halükarda 23 Haziran çalışması daha başarılıdır, zira Çağrı ile birlikte yapılmıştır. Bugüne kadar Çağrı ile yaptığımız ilk ortak iş değil ama en anlamlı ortak tutum olduğunu düşünüyorum.

Soruların ardından panelin ikinci turuna geçildi. İkinci turda ilk sözü KöZ aldı. Konuşmasında şunları vurguladı:

“İlk soruyu soran arkadaşa teşekkür ederek başlayayım. Aslında YDİ Çağrı ile birlikte örgütlediğimiz bu çalışma oldukça başarılı ve verimli bir çalışma idi. Solda dar grupçuluğun revaçta olduğu bir dönemde eylem birliğinin mümkün olduğu böylece görülmüştür. İleride daha somut önerilerle başka eylem birliklerini konuşmanın zamanıdır diye düşünüyorum.

Devrimciliğin karşı devrimciliğin programla mı anlaşılacağı konusu ortaya kondu. Program tabi ki detay değildir ancak zaten kimse programına karşı devrimciyim, reformistim diye yazmaz. Dolayısıyla program tek başına bizim bunu anlamamıza yaramaz.

Sorulan soruları yapabilirsem gruplandırarak cevaplayacağım. Önce boykotun anlamı, boykot ettiğiniz için pişman mısınız gibi sorular soruldu bunları yanıtlayacağım. Bir düzeltme yapayım, Türkiye’de devrimci durum yoktur, oluşmasının koşulları vardır. Devrimci durumun iki koşulu vardır, kitle eylemlerinin yoğunlaşması söz konusu değildir. Kitlelerin ayaklanması da devrim bilinciyle olmuyor. Kitleler zaten belki de bizim için önemsiz görülecek sebeplerle ayaklanabilirler. Kitleler kendiliğinden ayaklanır, fakat kitlelerin ayaklanması devrimle aynı şey değildir. Devrimci durumla devrim de aynı şey değildir.

Madem Türkiye’de devrimci durum olabilir dedik, o halde devrimci durumun niçin oluşmadığını ortaya koymak gerekir. Bunun müsebbibi de Türkiye’de son derece güçlü bir konumda olan Türkiye sol hareketidir.

Şimdi boykotun anlamını konuşalım: bizim söylediğimiz; bugün Türkiye’de boykotun anlamı sair zamanlarda olduğundan çok daha önemlidir diyoruz. Biz bırakın boykot sebebiyle pişman olmayı, bunun düne göre yalnızca ilkesel olarak alınacak bir tutum olmadığını, bugün bundan fazlasına denk düştüğünü ifade ediyoruz.

Komintern’de işçi hükümetleri konusundaki karara bakarsanız komünistlerin işçi hükümetlerine dahil olmalarının koşulu olarak komünistlerin bu hükümetler içerisinde kendi bağımsız propagandalarını yapabilmeleri gösterilmiştir. Sonradan bu birleşik cephe mevzusu değişmiştir. 7. Kongreye gelindiğinde ise birleşik cephenin komünistlerin sosyal demokratları teşhir etmek amacıyla katıldığı değil, komünistlerin sosyal demokratlardan medet umduğu bir anlayış görüyoruz. Faşizmin yenilmesini devrim sorunu olarak görmeyen bir anlayış doğmaktadır.

Son olarak ne AKP ne CHP konusuna değinelim. Ne oldu? Sol bir anda CHP’nin ne olduğunu unuttu mu? Hayır. Bunu sola anlatmanın bir espirisi de yok. Herkes CHP’nin ne olduğunu biliyor. Bizim anlatacağımız şudur: burada bir savaş yoktur. Dolayısıyla üçüncü cephe söz konusu olamaz. İkinci bir cephe açalım. Erdoğan’a, iktidara hükümete karşı mücadele eden kimse yoktur ortada. Dolayısıyla bu cepheyi kurmak önemlidir, hayatidir.

Güldes’e oy veren arkadaş şimdi kime oy vereyim diyor. Güldes’e oy vermek zaten aslında aktif boykot anlamına geliyordu. Bugün Güldes’in adaylığını neden geri çekmediğini sordu. Adaylığı geri çekmek CHP’nin kuyruğuna takılmak anlamına geldiği için adaylığını geri çekmedi.”

İkinci sözü YDİ Çağrı aldı konuşmasında şu hususları vurguladı.

“Devrimci durum ile başlayalım. YDİ Çağrı Maocu bir gelenekten geliyor. Bizim Maoculuktan kopuşumuzda devrimci durum tartışmasının önemli bir rolü vardır. Maoculukta yarı sömürge ülkelerde devrimci durum süreklidir. Biz ise Lenin’in devrimci durum öğretisi ile hareket etmek gerektiğini savunmak gerektiğini kavradık ve bu konuda bu görüşü benimsedik.

Nedir Lenin’in öğretisi? Yönetenler eskisi gibi yönetemeyecek, yönetilenler eskisi gibi yönetilemeyecek ve yığınların sokağa çıkması gerekir. Türkiye’de bu yoktur. Egemenler arası bir kavga vardır, bu doğru fakat bu bir devrimci durum olarak addedilemez. Bu her ülkede vardır, tüm ülkelerde burjuva kampları arasında bir yarış mevcuttur. Kitlelerin Millet İttifakı’na yönelmeleri yönetilmek istememe olarak ele alınamaz. Zaten devrimci durumun koşullarından biri de kitlelerin sistem partilerinden umudunu kesmiş olmalarıdır. Bugün Türkiye’de bu şartlar yoktur.

Ancak partinin varlığı öznel bir durumdur, bu devrimci durumu etkilemez. Devrimin gerçekleşmesi için parti muhakkak gereklidir.

Faşizme karşı birleşik cephe konusunda da durum şudur: 6. ve 7. Kongre arasında ortaya konan çizginin mantığı; burjuva demokrasisinden faşizme geçiş sürecinde faşizmin baskı altına aldığı kesimlerle ittifak kastedilmektedir. Bu proletarya diktatörlüğü değildir, ama kitleler hazırsa doğrudan proletarya diktatörlüğüne de geçilebilir. Türkiye’ye bu düşünce uygulandığında AKP-MHP’ye karşı Millet İttifakı’nı destekleyenler de bu mantıkla destekliyorlar. Oysa bunlarla cephe kurulamaz. Zira Türkiye’de burjuva demokrasisinden faşizme geçiş yaşanmamıştır ki. Faşizm yalnızca yoğunlaşmıştır. CHP de cumhuriyetin kurucu partisidir ve faşist bir partidir. Dolayısıyla faşizmin farklı tonları arasında tercih yapılmaz dedik. Hatta programlarını karşılaştırın: AKP sıradan bir burjuva partisinin programına sahiptir.CHP ise tekçi bir programa sahiptir. Misak-ı Milli vurgusuyla hareket etmektedir. Bugün muhalefet olması onun faşist olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Zaten sistem faşist. O yüzden bunun başına kim geçerse faşizmi uygulamak zorundadır. HDP de geçse faşizmi uygulayacaktır. O yüzden diyoruz ki Türkiye’de faşizme karşı mücadele, devlete karşı mücadeledir, diyoruz.

Reformizm ideolojik olarak karşı devrimcidir. Oportünizm de revizyonizm de karşı devrimcidir. Ancak ideolojik olarak karşı devrimci olanlar pratikte karşı devrimci midir? Somutlayalım: EMEP, ÖDP reformist hareketlerdir. Peki bunlar karşı devrimci midir? Değildir. Ancak bunlar tabi ki devrim anında ayaklanma anında satarlar, karşı devrime hizmet ederler.

ABD Venezüela’da yaptığını neden Türkiye’de yapmıyor? Yapmaya çalışıyor. 15 Temmuz’un arkasında batılılar yok muydu? Fethullah Gülen nerede yaşıyor? ABD’de yaşıyor. YPG, PKK’nin arkasında kim var? ABD emperyalizmi var. Çok açık şekilde Erdoğan ve AKP, AB ve ABD tarafından her türlü yöntem kullanılarak göndermeye çalışılmaktadır. Fark şudur: Venezüella da açıkça uluslararası bir darbe örgütlenmek istenmiştir, Türkiye’de henüz bu aşamada bir hazırlık yoktur.

Biz boykotu kimin için yaptık diye soruldu. Komünistler her faaliyetinde devrimin öznesi olan emekçilerin bilincini arttırma hedefini gözetmelidirler. Bugün bu çağrımız karşılık bulmamış olabilir, olsun. En azından emekçiler arasından bize bakan, iyi bir iş yaptığımızı gören kesimler olacaktır. Bu kıymetli ve önemlidir.

Biz bu boykot çalışmasını çok başarılı bulduk. Hatta aslında bal gibi 31 Mart öncesinde de bu işi birlikte yapabilirdik. Köz’den arkadaşlar bizi çağırdı, biz o toplantılarda ortaklaşabilseydik bu işi birlikte gayet rahat yapabiliriz. Bu tabi ki ideolojik birlik değildir. Bizim Köz’e getirdiğimiz eleştiriler bakımından bu çalışmanın olumsuz bir etkisi de mevcuttur. Bize “Troçkistler karşı devrimcidir, siz bunlarla nasıl iş yaparsınız” deniyor. Bunları da iknaya çalışıyoruz.”

İkinci turun tamamlanmasının ardından panelimiz sona erdi.

Boykot çalışmasını başlattığımızda planladığımız panele, solun seçimlerde farklı tutumlar alan birçok kesimini konuşmacı olarak davet ettik. Ancak ne İmamoğlu’na açıktan destek olanlar ne de boykot tutumu aldığını ifade edenler arasından panelde görüşlerini anlatmak üzere konuşmacı olmayı kabul eden bir akım olmadı.

Ancak panel aslında YDİ Çağrı ile farklı görüş ve yaklaşımlarımızın bir eylem birliğinin önüne geçmediğini gösterdi. Boykot çalışmasını birlikte örgütlemeye yanaşmayanların gerekçelerinin de bahaneden öteye geçmediğini, esas belirleyici olanın akıntıya karşı yüzme konusunda ısrar, dışarıdaki basınca rağmen siyasi sorumluluk alma cesareti oldu. YDİ Çağrı ile KöZ bu sorumluluğu aktif ve eylemli bir boykot çalışmasını başarılı bir biçimde yürüterek aldılar.

İstanbul’dan Komünistler