Hasan Coşkun Panelleri 2020: “71-72 Kopuşu ve Bugünkü Anlamı” paneli 5 Nisan Pazar Günü, saat 16:00’da KöZ gazetesi bürosunda gerçekleşti.

Hasan Coşkun Panelleri 2020: “71-72 Kopuşu ve Bugünkü Anlamı” paneli Enternasyonal Marşı’nın söylenmesiyle başladı. SMF ve Teori ve Politika’nın da katılımıyla gerçekleştirilmesi planlanan panele sadece Komünist KöZ’ü temsilen yer alan konuşmacı katıldı. SMF adına yapılan açıklamada SMF’nin bu dönemde kapalı salon etkinlikleri düzenlemeyeceğini ve katılmayacağını belirtmişti. Teori ve Politika adına konuşacak temsilci katılmayı çok istediğini fakat şehirler arası ulaşım yasağı sebebiyle gelemediğini, söyleşilere e-panelist olarak katılmayı reddeden tutumları nedeniyle tele-konferans ile panel katılmayacaklarını belirtti.

KöZ adına söz alan yoldaş, sözlerine Hasan Coşkun’u anarak başladı. Niğde’de başlayan devrimcilik yıllarında THKO’nun takipçisi olduğunu iddia edenlerle harekete geçtiğini, 1980 sonrasında ise tasfiyeciliği fark ettiği anda onlarla yollarını ayırdığını belirtti. Konuşmacı Hasan Yoldaş’ın mücadelesini THKO‘yu aşacak bir parti kurmak iddiasında olanlarla, 71-72 Kopuşu’nun tek takipçisi biziz diyen Komünistlerin Birliği Platformu ile birleştirmesinin şaşırtıcı olmadığını belirtti.

Konuşmacının sunumunun genel vurguları şu şekildeydi:

“ 71-72 kopuşunun tek takipçisiyiz dediğimizde boyunuza posunuza bakın diyenler oldu. Kaç şehidiniz var diyenler oldu. Bugün bu paneli tek başımıza düzenliyoruz. Keşke bize deselerdi ki Denizler panellerde değil alanlarda anılır. Fakat böyle bir tabloyla karşı karşıya değiliz. Kızıldere ruhunu konuşuyoruz fakat bugün siyasi faaliyetler Dünya Sağlık Örgütü’nün talimatlarına göre belirleniyor. Devrimcilik, koşullar göz önüne alınarak yapılır fakat devrimcilik yasalara, koşullara, genelgelere teslim olmak değildir.”

“71-72 Kopuşu’ndan bahsedilirken onun yasa dışılığından, Diyarbakır zindanındaki tutumdan, Elrom’un kaçırılışından bahsedilir. Biz bugün bunlardan bahsetmeyeceğiz. Ayrımı bunlar üzerinden koyarsak yanlış olur. 6.filoyu denize dökmek de militan eylemdi ve onlarca TİP’li bu eylemin içerisindeydi. Tabii ki devletle barışmayan potansiyelin varlığı Komünistlerin Birliği çağrısı için anlam taşımaktadır. Fakat bu mücadeleler kopuşun kendisini anlatmaz. Biz 99 yılında yola çıktığımızda 71-72 Kopuşu’nun takipçisiyiz diyorduk. Nereden kopuştur, nereye kopuştur ve biz neyi aşmak istiyoruz?”

“71 Kopuşu diyoruz çünkü THKO kuruluyor. Bildirisinde Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu mücadelesini başlatmıştır diyor ve Türk devletine ve Türk ordusuna karşı savaş açıyor. Mustafa Suphi TKP’sinden sonra ilk kez böyle bir tutumu görüyoruz. İlk olarak baktığımızda legalizmden kopuştur. Örneğin Deniz Üsküdar TİP üyesidir. Fakat devrimin böyle yapılamayacağını savunuyorlar ve başka bir girişimde bulunuyorlar. Bugün ise demin bahsettiğim gibi siyasetlerin etkinlik yapıp yapmayacağı hükümet genelgeleri ile şekilleniyor. İkinci yönüyle yasadışı bir eylemi savunsa da darbeci reformizmden ve Mihri Belli’den bir kopuştur. Reformizm sadece parlamento yoluyla iktidara gelme ya da gelmeme anlamını taşımaz. Bazen devletin kurumlarına dayanarak da iktidara gelmeyi düşünür. Fakat bağımsız bir THKO kurulduğu zaman, THKP söylemlerinde Türk ordusu ABD uzantısı bir savaş ordusudur dediği zaman bağımsız ve devrimci bir eylemi savunuyorsunuz. Bu hükümetin ancak bu devrimci eylemle devrilebileceğini savunuyorsunuz. Bu aynı zamanda kemalizmden de kopuştur. 27 Mayıs sonrası kitle eylemleri kemalistlerin çizdiği çerçeve içerisinde, ikinci kurtuluş savaşı veriyoruz jargonu ile yürütülmüştür. Kemalizmin asıl ayırt edici özelliği Türkiye’de Kürtler yoktur demesi değil, biz Türkiye’yi kurtardık demesi değildir. Kemalizmi tanımlayan şey bir dış düşmana karşı ortak ve birleşik mücadele verilebileceğini ve Türk ordusunun da bu mücadelenin en güvenilir dayanağı olduğunu söylemesidir. Denizler bu anlamıyla kemalizmi ‘silahların eleştirisi’ ile ilk kez karşısına alan gruptur. Kemalist ordunun karşısına THKO’yu kuruyorlar. Bu ordu bizim ordumuz çatışmayız demiyorlar. THKO bu anlamıyla kendilerini nasıl ifade ettiklerinden bağımsız olarak kemalizmden pratikte kopuşu simgeler. THKO’nun kuruluşu ile Türk devletine karşı ikinci mücadele başlamıştır.”

“Genelde şöyle bir yanlış anlama hakim. Denizler kemalistti, THKP kendini biraz ayırdı ve kemalizmden kopuş 72’de gerçekleşti diyen bir pozisyon var. Bu pozisyon ayrımları söylenene bakarak koyuyor. Devrimci bir hareketin konumlanışını ise eyleminin muhtevası belirler. İkisinin de eylemi birbirinden farklı değildir. Hatta THKP’nin ve TKP-ML’nin eylem çizgisine baktığımızda THKO’nun eylemini takip etmiştir. Denizlerin asılmasını engellemek için gidiyorlar. Onların eylemlerini THKO’nun eylemi belirlemiştir. Burada eylemler içerisinde bir bütünlük vardır. Söylem ile kemalizmden kopulsaydı Doktorcu birinin şu an Doktor Kıvılcımlı bunları zaten yazdı demesi gerekir. O yüzden 71-72 Kopuşu’ndan bahsederken Deniz koptu ama İbrahim ideolojik kopuşu gerçekleştirdi demiyoruz. Biz bu kopuşu sahiplendiğimiz zaman ise onların ideolojik mirasını sahiplenmiyoruz. Baktığımızda bu miras Mustafa Suphi TKP’sinin mirasından geridir. İdeolojik bir kopuştan bahsedersek hem siyasi mücadelenin teorik olarak verilebileceğini söyleyenlere prim vermiş oluruz hem de Mustafa Suphi TKP’sinin mirasını hasır altı etmiş oluruz. İdeolojik bir kopuş değil siyasal ve pratik bir kopuş vardır. İbrahim Kaypakkaya ise Mustafa Suphi TKP’sine yüzünü döndüğü için farklıydı.”

“Bugün Denizler herkes tarafından anılmaktadır. Bugün Kopenhag kriterlerine uygun kurulan partiler Denizi afişlerine basabiliyor. Onlar Denizlerin THKO öncesi eylemlerini öne çıkarıyorlar.. Onların öne çıkardığı miras TİP’in mirasıdır. Biz bunlara karşı esas olarak THKO’yu da aşacak bir partinin kuruluş kongresini toplamalıyız diyoruz. Çünkü onlar bir siyasi kriz tespitinden yola çıkıp bugün en acil görev hükümeti devirmektir dediler. Bu hükümet devrimci bir örgütün, devrimci bir partinin bizzat yürüttüğü silahlı ayaklanma ile devrilir dediler. Devrim devrimcilerin işi dediler. Bu 71-72 Kopuşu’nun en önemli kazanımıydı. 72 sonrasında bu siyasi çizgi tasfiye edildi. Hükümete karşı silahlı ayaklanma fikri terk edildi. Muhtelif şekillerde öncü savaşı eleştirisi yaparak devrimcilerin yapması gereken işi kitlelere havale ettiler. Bu mirasa sahip çıkan kimse kalmadı. 72 sonrasına baktığımızda devrimcilerin kitlelere dönerek kazandığı bir halk yok aksine kitleleri ekonomik taleplerle frenleyen bir sol var. Denizlerin, Mahirlerin ve İbrahimlerin yapmak istediğini yapabilecek bir parti kurmak istiyoruz. 71-72 Kopuşu’nun tek takipçisiyiz derken aynı zamanda onları eleştiriyoruz. Onların gerçekleştirmek istediklerini kumanda edebilecek bir parti yoktu diyoruz. Onları bu partiyi yaratmadıkları için eleştiriyoruz. Biz bu kopuşu sürdürelim diyoruz.”

Katkıda bulunmak isteyen bir yoldaş şunları ekledi: “Yoldaşın bu dedikleri Marks’ın ve Lenin’in çizgisine uygundur öncelikle bunu yeniden hatırlatmakta fayda var. Marks, Proudhon’u eleştirirken çok önemli bir şey söyler: eleştirinin silahı, silahların eleştirisinin yerini tutamaz. Burada silahı propagandadan söz edilmediğini biliyoruz. Bunun benzer bir vurguyu da Lenin yapacaktır. Dolayısıyla pratikte bir dizi adım programdan daha önemlidir demiştir. Bizim kopuşa sahiplenmemizin sebebi devrimci kopuşa işaret etmesindendi. Ben biraz da bu kopuşun yetersizliğinden söz etmek istiyorum. Fikret Başkaya, Murat Belge gibilerinin THKO’dan daha ileri kemalizm eleştirileri olabilir. Kemalizm hakkında söylediklerinin kimisi karşılığını çekti kimisi de AKP’nin yapmasına yardımcı oldu. Kemalizm konusunun ne zaman devrimci olacağına dikkat etmek gereklidir. 71-72 kopuşuna bir devrimci bir kopuş diyoruz, tesadüfen gerçekleşmediğinin altını çiziyoruz. Biz esas itibariyle komünist bir kopuşun eksikliğini de söylüyoruz. Komünist bir kopuştan bahsetmek için 1928 revizyonist programından ayrılmayı barındırması gereklidir. Kemalizm eleştirisini daha iyi yapanlar 1928 revizyonizminde kopmamıştır dolayısıyla buna devrimci bir kopuş diyemeyiz. Kaypakkaya’yı en ileri değerlendiriyoruz, bu esnasında tıpkı diğerleri gibi o da TİP’ten koptu ve Doğu Perinçek çizgisinde koptu. Pratikte devrimci bir kopuş yaptıysa da Denizlerinki gibi kopmamıştır. Onun kopuşu siz halk savaşını başlatmıyorsunuz diye koptu Aydınlıktan, bu program yanlıştır diye değil. 1928 programının stratejisinden ayrılmamıştır. Halbuki lazım olan bu kopuşun 1928 revizyonizmi ayağı da olmalıdır. 73-74’ten itibaren bunların takipçiliğini yaptığını iddia edenlerin hiçbirisi onlar gibi yapmamıştır. Bu hepsi de Denizlerin idamını önlemek için yapılmıştır, bugün onların takipçisi olduklarını iddia edenlerin tutuklamalara karşı tutumu nedir? Af talep eden devleti harekete geçirmeye çalışan bir hattır. Devleti topyekun karşısına almak bir yana onu hassasiyete davet etmektedir. Biz onların devrimci çıkışına sahip çıkan bir tutumu benimsiyoruz aynı zamanda onların yapmadıklarını yani revizyonizmden de kopmak üzere çıkışa öncülük edecek bir komünist partinin yaratılmasını istiyoruz. Bu kopuşa sahip çıktığını söyleyenlerin hepsini davet ederek yapıyoruz bunu. Kopuşu tamamlayacak partinin kurulmasında sorumluluk almaya davet ediyoruz.”

Bu katkıdan sonra panelist yoldaşa şu sorular yöneltildi.

– Yoldaş konuşmasında 60-70 arasındaki devrimci pratiğin ürünü olan bir kopuştan bahsetti ve dolayısıyla kısa sürdüğünü belirtti. Biz parti kongresini gidecek olsak ve gitmeden bir yıl önce aramıza TİP’li ve TKP’liler gelse yani bizim formasyonumuzdan uzak kişiler, yaklaşımımız nasıl olurdu? İkinci olarak, Komünistlerin Birliği Platformu’nun biz Denizleri ve İboları aştık diyeceği bir iddası olur mu şu anda? İdeolojik ve pratik kopma arasındaki farkı nasıl değerlendirmemiz lazımdır?

– Konuşmanın başlarında şunu demiştin “Bu kopuş aynı zamanda Mihri Belli’lerden de kopuştur.” Onların ayrım noktası devletin başka bir gücüne dayanarak iktidarı ele geçirme görüşlerinin olması ve bu da reformistliktir dedin. Bunu biraz açmanı isteyeceğim, aynı zamanda THKP’nin de beraberinde ordu içerisinde bir çalışması olduğunu biliyoruz yine 7 kasım için konuşursak da askerlerin önemli bir rol oynadığını biliyoruz. Burada fark nedir? O kuruma yaslanmak derken kastedilen nedir?

– Lenin’in askeriye içerisinde bir çalışma yoksa bu doğru değildir diyor, 71 Kopuşunda Lenin’in tarif ettiği vurgu var mıdır?

– Bugün Amerikancı muhalafete eklemlenmeyi kabul etmeyen ve THKO’nun ve diğerlerinin ardında olduğu bir takım akımlar var. Bunlar neden söz konusu mirasa sahip çıkamazlar, neden yalnızca bu mirasçısı biziz?

– Denizlerin kopuşu olmasaydı TKP-ML ve diğerleri ortaya çıkabilir miydi?

–  Komünist br partinin kongreden sonraki ilk adımı gidip devrimi mi örgütlemek mi olacak?

– Biz Suphilerin ve TKP-ML’nin bildirilerine bakarak mı onlara sahip çıkıyoruz? Denizlerin sahip olduğu iktidar perspektifinin sahiplenişimizdeki yeri nedir?

– İbrahim Kaypakkaya’nın kopuşu ile ilgili önce Perinçek ile koptular dedin, TİİKP baktığın zaman 71 kopuşunun diğer örgütlerinden çok geri bir programı olduğunu söyleyebilir miyiz? Program olarak konuşursak yalnızca.

– Öncü savaşının eleştiriris karşısındaki tutumumuz nereye düşüyor?

Soruların toplanması ardından cevap bölümüne geçildi ve panelist şunları aktardı:

“Daha aktüel olandan başlayalım bu defa. Bizim için aktüel olan en azından, halk için. Amerikancı muhalefete yedeklenmeyenler de var, doğrudan İmamoğlu’ndan uzak duranlar… Bu akımlar niye kopuşun mirasçıcı olamaz diye soruldu. Bir kere çok açık şöyle bir durum var. Koronaya dahi bakıldığında görünüyor. Denizler’de şöyle bir analiz var: Amerika’nı faşist uzantısı AP var. Herkes Denizleri hayal kuran romantikler olarak çiziyor, gençlerdi diyorlar. Sonrasında kendilerini takip eden bütün siyasi akımlarda daha gerçekçi bir siyasi tutumları, pozisyonları var esasında. Daha iyi okuyorlar. Çünkü o dönemde Türkiye’deki hükümetin sallantıda olduğunu görüyorlar. AP hükümeti devrildi, devrilecek diyorlar. Biz bu hükümeti nasıl deviririz sorusunu gündemlerine alıyor. Hükümete karşı devrimcilerin harekete geçmesi lazım diyorlar. Bundan sonra kimse böyle bir şey demiyor. Hükümet karşısında devrimci eylemi savunuyorlar. Bugün Türkiye’de o zamankinden de kat ve kat daha güçlü devrimci bir durum var. O zaman Amerika’nın Türkiye üzerindeki egemenliği de müdahale araçları da daha fazla. Bugünse bakın Amerikaya virüsten kapıları kapatıyor. Brezilya’da daha yeni darbe oldu. Bütün hükümetlerin yönetemediklerini gösterdiği, sıkıyönetimlerin baş gösterdiği bir zaman. 12 Eylül öncesinde böyle bir durum mu vardı? Okulların bir kısmı devam ediyordu, şu an Türkiye’de okullar açık değil. Demirelin o zamanki pozisyonundan çok daha zayıf olan bir Erdoğan var üstelik. Yönetemediği için de OHAL ilan etmiyor çünkü o zaman kriz iyice ayyuka çıkacak. Tek hedefi para kazanmak olduğu için değil, yetkilerini devretmek istemediği için yapmıyor. Bu koşullar altında Sağlık Bakanlığının dedikleri doğru ve hatta yetersiz diye kampanya yürütenler Denizlerin takipçisi olabilir mi? Evde oturmak istiyoruz diye kampanya yapılır mı? Bugün Newroz‘un iptal edilmesine itiraz etmeyenler Denizlerin takipçisi olabilir mi? Genel grev diyorsunuz ama sokağa çıkmıyorsunuz üstelik bu genel grevi de hükümeti devirmek için değil evde oturmak için yapıyorsunuz. Evde oturmaya kurulu bir kampanya her tarafta. Kartal’da bir fabrikayı işçiler kapattığında, kolluk da müdahale ettiğinde evde oturanları çıkmadıkça grev başarıya ulaşabilir mi? Olmaz. Hükümet devrilmeden herhangi bir şey olmaz. Bugün hükümetin devrilmesi için de biz harekete geçtik diyen yok. Halkı eylem yapmaya çağıran var mı? Bu da yok. Hükümet halkı evde oturtmadığı için eleştiriliyor. Faşist hükümet sokağa çıkma yasağı ilan etmediği için eleştiriliyor. Hükümetin bu kadar zayıf olduğu bir kriz durumunda devrimci durum için harekete geçmeyene devrimci denilebilir mi? Biz hükümet panelle devrilir demiyoruz. Biz bu partiyi kurmak gerekir diyoruz, hükümeti devirmek için. Eksik olan kitlelerdeki problem değil, kitlelerin öfkesini kullanarak siyasi krizi istismar edecek olanın yoksunluğu.”

“Bugünkü durumda; kriz anında hükümetinin, devletinin sözü dinlenmelidir diyen bir sol var. Sağlık Bakanlığı’na nasihat verenler var. Benim burada bu panelde tek başıma oturuyor olmam bile başlı başına bir şeyin göstergesi. Biz meczup durumdayız şu anda, sorumsuzsuz. Panel yapmak halk sağlığına bu kadar zarar veriyorsa onlara göre, Denizlerin rehinelerine ve soygunlarına neler denir bir düşünün. Rehineye maske verin falan denilir herhalde. Öncü savaşı ve darbe zamanlaması meselesine bakalım. Bu devrimci bir kopuş, komünist bir kopuş değil. Biz sonuna kadar gidebilecek kopuşun ancak komünist olanla mümkün olduğunu söylüyoruz. Mahir Çayan revizyonist tezlerle yola çıkıyor, suni denge var diyor. Kaypakkaya da benzer şeyleri Mao üzerinden yola çıkarak söylüyor. Bu esasında revizyonist dünya değişti tespiti ile alakalıdır. O yüzden biz Stalin de revizyonistti diyoruz. Bizim THKO tarzında bir eylem çizgisini benimsememiz mümkün değil çünkü revizyonist bir içeriğe dayalı. Her devrimci durum bir devrime yol açmaz, bu devrim için de bizim atını çizmemiz gereken iki koşul var: devrimci parti. Devrimci partinin varlığı kendi başına devrimci durumu karşılamıyor. Kitlelerin hükümeti düşman olarak belirleyen bir bilinç düzeyine ulaşması da gerekli. Yani işçi sınıfının gözünden bir öznelliğin oluşmasından söz ediyor. Başka türden devrimci hareket de bunu oluşturabilir mesela darbe. Ama komünist tarzda oluşturmaz. Kitleleri burjuva sosyalizmden, muhtelif ulusal hareketlerden arındıracak bir politik çizgi benimsenmelidir. Partinin ilk görevi bu olmalıdır. Partiyi kurunca her şeyi yapılabilir görmemek lazım Lenin’in Sol Komünizmde eleştirdiği gibi. Bugün herkes tekrardan TİP çizgisinde sıralandı zaten Kitleleri kazanmak kitleselleşmek değil, kitleleri devrim uğruna politik olarak seferber edebilmektir. İktidar hedefli bir siyasi mücadeledir. Zamanalama olarak elbette o yüzden bizim bir farkımız olacak. Troçkistler gibi ikili iktidar çıkmadan devrim olmaz demiyoruz ama kitlelerin belirli bir politik kazanılmışlığa erişmesi lazım. Bu da ancak komünist bir program ve strateji ile yapılabilir.”

 

“Öncü savaşı eleştirileri bu yüzden yanlış. Marksizm, Leninizm kisvesi altında aslında gerici olarak devrim kitlelerin eseridir konuluyor. İşçi sınıfının kurtuluşu proleterya diktatörlüğü haiz kılınınca mümkün olacaktır. Proleterya diktatörlüğünü işçiler kurar demiyoruz. Devrimci bir partinin İlk hedefi proleterya diktatörlüğü mücadelesidir. Devrimcilerin ayaklanması ile kurulabilir bu. Revizyonistler ise bunu şöyle yorumluyor: devrimi işçiler yapar. Hayır, yapmaz. İşçiler yapsa yapsa Şubat Devrimi’ni yapar. 7 Kasım olmaz. İşçi savaşı kisvesi altında iktidarı almayacağız diyor revizyonistler.”

“Ordu meselesine gelelim. Ordu içerisindeki çalışma ile orduya yaslanarak faaliyet yürütmek farklı şeylerdir. Yani sizin belirli bir subayları tarafınıza geçirmeniz istenir bir şey. İstismar ediyorsunuz. Neden parlamentoda çalışıyorsunuz mesela? Demokratik yarık olduğu için mi? Hayır, burjuva ordusu gibi gerici bir kurumdur bu kurum içinde sabotaj önemlidir. İmkanımız olana devlet kurumlarına onu sabote etmek için giriyoruz aslında. Orduyu işlemez hale getirmek için faaliyet yürütüyoruz. Bugün o yüzden polisle kaynaşmak lazım. Polisin saflarına devrimci ajitasyon yapmak gereklidir. Devrimciler bu kesimleri sabote etmek için vardır. Albaylar örgüte emir veriyor olsa bu tersi bir şeydir. Talimat ilişkisi başkalaşır. Mihri Belli’nin çizgisi şu an zamanı değil biz size söyleriz konumudur ve devlet saflarından koparıp sabotaj için seferber eden bir konumdan çok başkadır. Toplumun her kesimine gitmek derken her kuruma sızmak ve sabote etmeye işaret eder, orduda bunun bir parçasıdır.”

“İbrahim Kaypakkaya’nın programı geri bir programdır ama zaten özünde her biri 1928 programına dayanıyor. THKO’yu harekete ettiren saiklerle Kaypakkaya’yı hareket ettirenler arasında bir fark yok diyoruz. O yüzden ideolojik olarak bir katkıda bulunmamışlardır. 1928 revizyonizme dayandıktan sonra oradan komünist manada bir devrim çıkmaz. Biz de Denizleri programları nedeniyle sahiplenmiyoruz ama kimse zaten program dolayısıyla doğrudan devrimci olmuyor. Mao Zedung da devrimci ama komünist değil mesela. Biz aştık mı peki? Programatik düzlemde Denizlerin ilerisindeyim, revizyonizm engeli Mustafa Suphi TKP’sini benimseyerek bunu ekarte ediyoruz zaten. Siyasi faaliyet programın yol gösterdiği devrimci bir faaliyettir bunu gerçekleştirmek için de parti lazımdır. Bugün de bizim adımıza böyle bir durumun olmadığı açıktır. Türkiye’de tüm siyasi yapılara dağılmış devrimci bir hareketin arayışını çeken yüzlerce, binlerce militan vardır. Yanımızdaki bu politik kesmi yok sayarak yola çıkmak başlı başına apoliktir.”

“Bizim kitlemiz kimdir? Bizim siyasi söylemlerimize en açık kesimlerdir. Türkiye’de bu kadar geniş bir şekilde devrimini gündemine almış kişileri etkileye çalışmak yerine tam tersi gündemine almamış kitleleri örgütlemeye çalışmak baştan apolitik bir tutum alıyorsunuz. Biz o yüzden devrimci partiyi bu güçleri kongrede birleştirerek yapacağız diyoruz. 20 senedir bu işi yapıyoruz 1 senedir bunu yapanlarla aynı partide olursak ne olur? Bizim dediğimiz kopuşu gerçekleştirecek unsurların bu kararı alması aslında çok daha büyük bir bilinci ifade ediyor. Dolayısıyla şunu diyemeyiz biz 20 senedir yapıyoruz siz bekleyin, pişin demek olmaz. Bu siyasi hattımızın ve stratejimizin içini boşaltmak olur. Büyük tarihsel eylem bu partinin kuruluş kongresini toplamak olacaktır. Devrimci dinamikler büyüdükçe bizimle ilgilenen insanların sayısı on katına çıkabilir ama esasında çok küçük bir azınlık ne olacağı belli olmayan bir eyleme girişiyor olacak . Bu noktada buna omuz vermek esasında çok üst düzey bir bilince işaret eder. Dolayısıyla parmak hesabımı yapmak yanlıştır böylesi bir kongre sürecinde.”

“Hasan Yoldaş öyle bir parti yaratacağız ki demişti. Bizde öyle bir çalışma yürüteceğiz ki öyle bir parti yaratacağız!”

Panelimiz soru cevap kısmının ardından Enternasyonal Marşı’nın ikinci kez söylenmesiyle tamamlandı.

Son Sözü Bolşevizm Söyleyecek!

Yaşasın Komünistlerin Birliği!

İstanbul’dan Komünistler