10 Mart günü Köz olarak Kartal’da bulunan Eğitim-SEN şubesinde bir 8 Mart etkinliği gerçekleştirdik. Saygı duruşu ile başlayan etkinlikte KöZ adına 2 yoldaş farklı içeriklerde 2 konuşma gerçekleştirdi. Ayrıca devlet tarafından bölünen 1 Mayıs Mahallesi’nin Aşık Veysel bölgesinin muhtar adayı Engin Gürbüz ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi Bağımsız Başkan Adayı Güldes Önkoyun da etkinliğe konuşmacı olarak katıldılar. 

Köz adına konuşan ilk yoldaş konuşmasında şunları söyledi: “Hoşgeldiniz arkadaşlar, hepinizi KöZ gazetesi adına selamlıyorum. Bugün burada emekçi kadınların tüm dünya kadınlarına armağan ettiği uluslararası bir mücadele günü olan 8 Mart’ı idrak etmek için toplandık. 

Biz KöZ olarak geçmişten bugüne 8 Martları anarken bir noktanın altını ısrarla çizdik. Bize göre 8 Mart, yalnızca kadınların kadın olmalarından kaynaklanan sorunları konuştuğu, yalnızca kadınları ilgilendiren bir gün olarak anlaşılamaz. Biz 8 Mart’ı anarken aslında bir yönüyle Şubat Devrimi’ni anarız. Yani 8 Mart, komünistler için kadın emekçilerin cesaretinin kıvılcımını çaktığı büyük Ekim Devrimi‘ni de anmak ve anlamak için önemli bir gündür. 8 Mart kadınların yalnızca cinsiyetçiliğe, yalnızca erkek egemenliğine karşı çıktıkları bir gün değildir. 8 Mart kadınların siyasal mücadeleye katıldıkları, hatta Şubat örneğinde olduğu gibi erkek emekçileri de kollarından tutup bu mücadeleye kattıkları bir gün olarak anlaşılmalıdır. 

Hele hele bu topraklarda 8 Mart, yoğun bir dizi siyasal eylemliliğin (Newrozun, 16 Mart’ın 30 Mart’ın, 1 Mayıs’ın) içerisinde yer aldığı, Mart-Mayıs süreci olarak andığımız sürecin de ilk uğrağıdır. 8 Mart’ın içeriği, coşkusu, dinamizmi aslında bütün Mart-Mayıs sürecini belirler, onun nasıl geçeceği hususunda bizlere ipuçları gösterir. 

Üstelik bu yılın 8 Mart’ı ve genel olarak Mart-Mayıs süreci eylemleri yerel seçimlerin kapıya dayanmış olması bakımından ayrı bir önem taşıyor. Madem ki KöZ olarak 8 Mart’ı bir siyasal mücadele günü olarak görüyoruz, o halde bu 8 Mart’a da içerisinden geçtiğimiz dönemde herkesin kulağını kabarttığı yerel seçim gündemi damga vurmalıdır, diyoruz. Tam da bu yüzden ben bugünkü konuşmamın tamamını yerel seçimler gündemine ayırmak istiyorum. 

Esasında sürekli yerel seçimler kavramını kullansak da bugün gündemimizdeki seçimlerin “yerel” bir yönü olmadığı açık. Cumhur Ittifakı‘nın seçimlere ilişkin söylemlerine bakarsanız bu gerçeği tüm çıplaklığıyla görebilirsiniz. Erdoğan ve Bahçeli ısrarla bu seçimlerin kendileri açısından bir beka sorunu olduğunu ifade ediyorlar. Beka ne demek? Beka günümüz Türkçesi’ne kalıcılık, yerinde kalmak, pozisyonunu korumak olarak çevrilebilir. Yani aslında Erdoğan ve Bahçeli şunu söylüyorlar: 31 Mart seçimleri bizim iktidarda kalıp kalmayacağımızı belirleyecek diyorlar. 

Erdoğan ve Bahçeli’nin koltuklarını korumakla ilgili bir sorunları olduğu kısmı doğrudur. Biz KöZ olarak Türkiye’de uzun yıllardır bir rejim krizinin bulunduğunun, devleti oluşturan erkler içerisinde bir parçalanmanın bulunduğunun, devletin adliyesinden harbiyesine kadar yoğun bir çekişmenin hâkim olduğunun altını çiziyoruz. Amerika’nın ve onun yerli işbirlikçilerinin Erdoğan’ı göndermek istediğini ifade ediyoruz. Ancak onlar, Türkiye’de Venezüella’da yaptıkları gibi bir darbeyi kışkırtmaktan çekiniyorlar. Çünkü Türkiye’de kitleleri sokağa dökmekten korkuyorlar. Zira öyle ya da böyle Türkiye’de kitleler bir defa sokağa çıktığında ne olacağını kestiremiyorlar. Son 10 yılda 2 büyük ayaklanma yaşanması bunun bir göstergesi. Bunun için de Erdoğan’ı parlamenter yollarla, Türkiye’deki bir numaralı temsilcileri olan AKP’nin yedeği CHP’ye kazandırılacak bir seçim zaferiyle alt etmenin peşindeler. Bugün de gündemde olan strateji şudur: yerel seçimler vasıtasıyla Erdoğan’ın elinden birkaç büyük belediyeyi koparmak istiyorlar, bu sayede Erdoğan’ı kuşatacaklar, zayıflatacaklar ve düzen içi yollarla, yan seçimlerle, skandallarla, kasetlerle göndermeye çalışacaklar. 

Bizim zaten bu projeyle işimiz olmaz. Ayrıca bu proje zaten tutmaz. Bir defa 12 Eylül rejiminin krizinin bir boyutu Kürtlerle ilgili. Kürtler rejimin kendilerine biçtiği deli gömleğinin dikişlerini patlatıyorlar. Hiçbir şey yapmasalar dahi onların siyasetteki varlıkları Amerikancı muhalefetin açmazlarını büyütüyor. Erdoğan’ın karşısında bir köşesinde HDP’nin, bir köşesinde İYİ Parti ve Saadet’in bulunduğu geniş bir ittifak çıkarma politikası bir türlü tutmuyor. Dahası tutsa bile Erdoğan’ın alınacak bir seçim yenilgisini kabullenip koltuğunu terk etmesi, hatta kaybettiği belediyelerden çekilmesi dahi ihtimal dâhilinde görünmüyor. Bunu anlamak için çok yoğun bir araştırma yapmaya da hacet yok, zaten adam kendisi söylemiş, kaybedersem kayyım atarım demiş. Dolayısıyla Erdoğan’ın sandıkla gönderilebilmesi zaten mümkün değil. 

Şimdi bu tabloya bakıp buradan umutsuzluk devşirenler olabilir, ama durum aslında hiç de öyle değil. Erdoğan seçimle gönderilemez diyoruz. Ancak Erdoğan giderek zayıflıyor. Düne kadar tek başına iktidardaydı, bugün Bahçeli’nin koltuk değnekliği olmadan hiçbir adım atamıyor. Düne kadar Kürtleri tehdit ediyordu, aylardır Fırat’ın doğusuna gireceğim diyor, bu konuda en küçük bir adım atamıyor. Afrin’de sıkıştı kaldı, daha bugün İdlip’te desteklediği Nusra çetelerine operasyonlar yapılmaya başlandı. İçeride kendi partisinin kontrolünü dahi yitirmiş durumda. Velhasıl üfleseniz yıkılacak bir durum içerisinde. 

İşte bu tablo içerisinde biz yerel seçimlere gidiyoruz. Yani özetle bir yanda zayıflamış, pespaye hale gelmiş, kof tehditlerle insanları korkutmaya çalışan bir iktidar, diğer yanda onu seçimlerle götürmeye çalışan Amerikancı muhalefetin temsilcisi CHP var. Maalesef bu tablo içerisinde HDP ve onun içinde bulunduğu sol da, tarihinin en güçlü döneminden geçiyor olmasına karşın kendi gücünün farkında değil ve CHP’ye sessiz sedasız destek oluyor. HDP büyük şehirlerde CHP’nin karşısına çıkmıyor, solun bir bölümü HDP ile birlikte CHP lehine meydanlardan çekilmiş, bu sessizlik oyununu sürdürüyor, bir kısmı boykotçuluk adı altında sokakları, meydanları burjuva partilerine terk etmiş durumda, bir kısmı da Erdoğan’ın bekasının oylanacağı bu seçimleri kendi propaganda aracı olarak görüyor, kendi örgütlenmemiz için aday göstereceğiz, bakalım ne kadar oy alacağız türünden bir tutum belirtiyor. 

Peki biz ne yapacağız? Ya da ne yaptık şu zamana kadar? Biz Erdoğan’ın seçimler yoluyla devrilemeyeceğini bilenler olarak ne yaptık? Biz önce sola bir çağrı yaptık. Dedik ki arkadaşlar seçimler bizim önümüze büyük fırsatlar çıkarıyor. Erdoğan devrilebilir, ama sadece devrilmesi değil, nasıl devrileceği de önemlidir dedik. Gelin, Erdoğan’ın karşısına büyük şehirlerde ortak adaylarla çıkalım. Bu adaylar etrafında kitlesel bir seferberlik örelim ve Erdoğan’ı püskürtecek sokak eylemlerini seçimleri istismar ederek yaratalım dedik. Bugün emekçilerin ve Kürtlerin taleplerini yükseltecek, kayyımlara karşı açıktan mücadele edecek, Demirtaş’ı cezaevine tıkan, Afrin operasyonlarına onay veren, Erdoğan’ın elini sıkan CHP’ye yedeklenmeyecek bir aday belirleyelim ve bu çerçevede bir seçim çalışması yürütelim dedik. Bugün halkçı belediyecilikten, sosyalist adacıklardan, kooperatifçilikten bahsetmenin sırası değil, bugün kimse sandığa “kim daha iyi belediyecilik yapacak” sorusuyla gitmeyecek dedik. Bu çağrımız kabul görmedi. Az önce bahsettik, solun muhtelif akımları, muhtelif gerekçe ve yöntemlerle seçimleri pas geçmeyi, meydanları CHP’ye terk etmeyi tercih ettiler.

 

Biz başından beri adayımız şu olsun, sizden 3 aday olsun, bizden 5 aday olsun pazarlığına da girmedik. Aday kim olursa olsun, bu çerçevede bir seçim çalışması yürütülsün istedik. Yani kayyımlara karşı açıktan muhalefet edilsin, Kürtlerin adı anılsın, talepleri dillendirilsin, AKP’ye karşı bir kitlesel seferberlik örgütlensin dedik. Bu kabul görmedi. Bunun üzerine “biz bu talepleri dillendiren, bu sorumluluktan kaçmayan adayları destekleyeceğiz” dedik. Bununla bağlantılı olarak da İzmir’de Yalçın Yanık’ı, İstanbul’da Güldes Önkoyun’u bağımsız adaylar olarak destekleyeceğimizi ilan ettik. Bu adaylar Köz’ün adayları değil arkadaşlar. Adayların afişlerinde Köz’ün logosu, şiarları, sloganları yer almıyor. Bu adayların ortaya koyduğu esaslar Köz’ün ayrım çizgilerine de denk düşmüyor. Bu adayların çalışmasını da dar grupçu, rekabetçi esaslara göre yürütmüyoruz. Dışımızdaki sola açıkça “gelin siz de bu adayların çalışmasını kendi bildiğiniz gibi yapın” diyoruz.

Eğer 8 Mart’tan, eğer Newroz’dan Erdoğan’ı alaşağı etmek için yararlanmak istiyorsak bu eylemlerde alanları dolduran kitleleri buluşturmalıyız, diyoruz. Bu kitleleri buluşturmanın yolu da ülkenin merkezi siyasetine dair bir çalışma olacaktır. Berkin Elvan ile, Mehmet Ayvalıtaş ile, Lice’de Kalekol inşaatına karşı çıkarken katledilen Medeni Yıldırım’ın mücadelesi nasıl Erdoğan karşıtlığında birleştiyse, dün sokakta polis karşısında direnen kadınlarla Newroz alanlarını dolduran kitlelerin mücadelesi de siyasal talepler etrafında birleşebilir. Bu yüzden seçimlerde oylarınızı “siyasal bir çalışma yürüteceğim, çalışmamın merkezine Erdoğan’ı oturtacağım” diyenlere verin. Bu adayların çalışmasına omuz verin.

İşte bugün de, 8 Mart vesilesiyle bir kez daha ilan edelim: Böyle düşünen, böyle söyleyen adaylar var arkadaşlar. Bu adaylar İstanbul’da Güldes Önkoyun, İzmir’de Yalçın Yanık’tır. Kadınları, Kürtleri, Alevileri, emekçileri, tüm ezilenleri de bu adayların çalışmasını büyütmeye çağırıyoruz. Çünkü biz biliyoruz ki kadının da, Kürdün de, emekçinin de kurtuluşunun yolu siyasal mücadeleden geçer. 2019 8 Mart’ı da, kadınlar için kendileriyle alay eden, kadına cinayetten başkasını reva görmeyen bu zorba iktidardan kurtulmanın bir kaldıracı olacaksa, bu ancak siyasal mücadele yoluyla olabilir. Bu düşüncelerle kadın, erkek tüm emekçilerin 8 Martını selamlıyorum. Flormar’da direnen kadın işçilerin, cenazesi günlerce yerde kalan Taybet Ana’nın, evlatları ellerinden alınan Roboskili annelerin, evinde işyerinde tacize karşı direnen kadınların, tecrite karşı direnen Leyla Güven’in mücadelelerinden aldığımız cesaret ve kararlılıkla haykırıyoruz: Kadının kurtuluşu insanlığın kurtuluşudur!” 

İkinci olarak 8 Martların tarihini ve bugünkü anlamını ifade etmek için söz kullanan yoldaş konuşmasında 8 Martların bugünkü apolitik içeriğinin nereden kaynaklandığını ifade etti. Türkiye’de bağımsız ve güçlü bir kadın hareketinin bulunmadığının altını çizen yoldaş yaşadığımız topraklarda feminizmin tasfiyecilikle aynı iklimde gelişip serpildiğini anlattı. Dünyanın başka bir yerinde kadın kadına 8 Mart kutlamalarının söz konusu olmadığının altını çizdikten sonra Türkiye’de bu durumun Gazi Ayaklanması‘nın hemen ardından ortaya çıktığını ve bununla amaçlananın esas olarak Gazi Ayaklanması‘nın emekçileri birleştiren politik etkisini kırmak olduğunu ifade etti. Kadın kadına 8 Martların ortaya çıkmasından önce 8 Martların politik içeriğinden yalıtıldığını vurguladı. “8 Martların içinin boşaltılmasının sorumlusu feministler değil, tasfiyecilerdir” diyen yoldaş, 8 Martların kadınların siyasal mücadeleye katıldıkları bir gün olduğunu hatırlatarak bugün de bu eylemlerden siyasi hedeflerimize ulaşmak için yararlanmamız gerektiğine değindi. 

Bu konuşmanın ardından Güldes Önkoyun söz aldı. İki politik konuşmanın ardından kendisini tanıtmakla ve neyi hedeflediğini anlatmakla yetineceğinin altını çizen Önkoyun, bir mobilya işçisi ve bir devrimci olduğundan bahsetti. Bugün Türkiye’de kimsenin bu sorumluluğu üstlenmediği için aday olduğuna değindi. Amacının seçimlerde emekçilerin, kürtlerin sesini yükseltmek olduğunu anlattı. Erdoğan’ın seçimle gitmeyeceğini ifade ederek Erdoğan’dan kurtulmak için ezilenlerin ve emekçilerin kitlesel seferberliğini örmek gerektiğini anlattı. Bunu yaparken de CHP’nin kuyruğundan kopmak gerektiğini vurguladı. Erdoğan’dan ve AKP’den kitlesel bir seferberlik yoluyla kurtulunabileceğini düşünenlerin desteğini istedi.

 

Son olarak söz alan muhtar adayı Engin Gürbüz, 1 Mayıs Mahallesi‘nin bölünmüşlüğünden bahsederek yürüttükleri muhtarlık çalışmasının aslında mahalleyi birleştirdiğinden bahsetti. Mahallenin 3 parçasında aynı programa bağlı, kendisini mahalle meclisine karşı sorumlu gören 3 muhtar adayının tek bir çalışma yürüttüğünü anlattı. Çalışma kapsamında görüştükleri kesimlerden yoğun şekilde destek aldıklarının ve “siz bu mahalleyi kurulduğu günlere döndürmek istiyorsunuz” biçiminde tepkilerle karşılaştıklarının üzerinde durdu. Maksatlarının tam da bu olduğunu vurguladı. Ayrıca “her kim bugün muhtarlık kurumunu kitlelerin sorunlarının çözüm mercii olarak gösterirse yalan söyler, bugün en ufak bir hakkımızı almamız için bile Erdoğan’ın gitmesi gerekir” dedi. Sarayın muhtarı olmayacağını bir kez daha vurgulayan Gürbüz, çalışmalar için destek isteyerek konuşmasına son verdi. 

Bu konuşmanın ardından salondaki katılımcılar söz aldı. Sohbet havasında geçen ikinci turun ardından “Çarı Deviren Kadınlar” film gösterimi yapıldı ve program böylece sona erdi.

Kadının Kurtuluşu İnsanlığın Kurtuluşudur!

İstanbul’dan Komünistler