13 Ocak Çarşamba günü “Boğaziçi’nde Kayyum Eylemleri” başlıklı bir forum-söyleşi gerçekleştirdik. Moderatör tarafından etkinliğin amacının KöZ olarak hem Boğaziçi’ndeki mücadeleyi daha geniş bir kesime duyurmak hem de bunu hükümete karşı daha güçlü bir mücadelenin kaldıracı yapmanın imkanlarını tartışmak olduğunu belirtilerek açılış yaptı. Ardından oturum konuşmacıların anlatımı ile başlayıp soru ve görüşlerle devam etti. Söyleşiye Boğaziçi öğrencilerinden 10 kişi katıldı.

Konuşmacılardan Boğaziçi Dayanışması’nda yer alan öğrenci sürece dair genel bir anlatım yaptı. Konuşmasında 2016’daki kayyum karşıtı eylemliklerden sonra ilk defa bu kadar kitlesel eylemliklere ulaşıldığından bahsetti. O dönem kurulan dayanışmanın temel düsturunun öğrenci siyaseti yapmak, o sınırların dışına fazla çıkmamak olduğunu belirtti. Bunun da belli bir kesim için çok iç açıcı olmadığını, doğrudan politik eylemlikleri olmayan dayanışmanın çok bir kitleselliği olmadığını söyledi. Şu andaki koşullara gelindiğinde ise pandemi koşullarında forum örgütlenemediğini, Zoom toplantıları yapıldığını ve telegram grupları vesaire üzerinden tartışmaların döndüğünü belirtti. Boğaziçi Dayanışma grubunun merkezileştirilmek yerine herkese açıldığını ve ortalama Boğaziçi öğrencisi ile Dayanışma’daki insanların eş haline geldiğini ekledi. HDP’ye atanan kayyumlarla Boğaziçi’ne atanan kayyumların kökeninin ortak olduğunu kabul edenlerin bir metin yazdığı ve Dayanışma’nın gündemine soktuğu, Dayanışma’nın bu metni kabul ettiği, bu metin dolaşıma sokulduktan sonra bir anket sonucu metinden sadece HDP kelimesinin çıkarılmasını isteyen 1300 kişinin var olduğu aktarımlarında bulundu. Aslında bu 1300 kişinin içinde HDP’yi destekleyenlerin de var olduğu, Boğaziçi’ni korumak adına bunu yaptıkları değerlendirmesinde bulundu. Çoğu siyasetin de bu şekilde tutum aldığını belirtti. Daha sonra şunları ifade etti: “Diğerleri eylemden çekiliyordu, pazartesi ise bambaşka bir durum yaşandı. Polisle karşı karşıya gelen ve çatışan bir eylemliğe büründü. Boğaziçi öğrencisi kimliğinin dışında gençlik örgütlerinin yer aldığı bir hatta evrildi. Buradan sonra ÖTK ve öğrenci kitlesinin geneli eylem alanında kayyum karşıtı sürecin dışına çıkarılmaya çalışıldı. Hükümetin saldırısı oldu. Örgütlü insanlara oldu bu saldırı. Kitle KöZ’ün de tespit ettiği üzere Amerikancı muhalefetin restorasyon projesini destekleyen bir toplamdı. Bu şekilde bir ayrışma oldu ama sonrasında çözüldü. Çarşamba günü Kadıköy’de eylem oldu. Sonrasında okul içinde alanı tutmaya yönelik eylemlikler oldu. Dayanışma bu sırada içinde tartışma sürdürüyor durumda idi, belli bir karara varamamıştı. Ya hocaların seçim yapması eğiliminde olan ya da üniversitenin bütün bileşenlerinin söz hakkı olması gerektiğini düşünen iki hat mevcuttu. Bir seçim hedefi konuldu. Bunu örgütlemek adına da öğrencilerin delegeler belirlemesi için cuma gününe bir forum koyma düşüncemiz var.” Ardından meclis süreciyle tabanla örgütlenmesini oluşturmuş ve meşruiyet sorununu çözmüş, seçim talebi etrafında Boğaziçi öğrencileriyle buluşmuş bir çizgiyi savunduğunu belirtti.

İkinci konuşmacı olarak, yine Boğaziçi Üniversitesi’ndeki eylemlerde inisiyatif alan bir öğrenci konuştu. Şunları ifade etti: “Bu atama gerçekleştiği günden beri tüm okul rektörün karşısında. Ama bir karar merciimiz yok. Bu yüzden çok fazla ses var. İnsanlar görüşlerini belirtmek istiyorlar, demokratik bir talep ama herkesin kendi görüşlerini söylemek istediği ama bütün bir aksiyon alınamayan bir sonucu var. Dayanışma 1 senedir faal, Bimeks işçileri de dâhil okulun sorunları ile ilgileniyor, birtakım politik kaygılar güdüyor hatta öğrencilerden bu yönde tepki alıyor o yüzden çok apolitik olduğunu düşünmüyorum. Boğaziçi öğrencileri provokatör ayrımı dayanışmanın meşruiyet sorununu gündeme getiriyordu. İlk konuşmacının o açıdan çözüldü dediği kısım pek de doğru değil. Türkiye’de mevcut olan bir sorun bu, Boğaziçi’nden bunu çözmek pek de mümkün değil.” Sürece dair aktarımlarda bulunup devam etti: “Kitle ve orayı yönetenlerin çalıştığı bir ortam ortaya çıktı. Aslında ilk kayyum 2016’da atandı. Okulun içinden, Boğaziçi’nin ‘profiline’ uygun biriydi, buna karşı da eylemler oldu ama hocalar o dönem buna pek de destekçi olmadılar ‘dışarıdan biri atansaydı daha mı iyiydi’ dediler. Son günlerde de okul içinde seçim sandığı dolaştırıldı. Bunun amacı da hocaları seçime zorlamak ve biz Boğaziçi öğrencisiyiz mesajı vermek.”

Üçüncü konuşmacı olarak SGDF üyesi Boğaziçi’li bir öğrenci konuşma yaptı. SGDF adına konuşmadığını belirtti. Sürece dair bir anlatım yaptı. Şunları ifade etti: “Eylemin kırılma noktası Güney Kapı önüne herkesi çağırması idi. Gençlik örgütlerinden de ciddi (150-200) bir katılım gerçekleşti. Orda ileri siyasi görüşleri olan, yönlendirilebilecek bir kitle vardı. Eylemi yaptığımızda tekrar Çarşamba kazandığımız alana çağrı yaptık. Oraya ciddi bir polis yığılması ve eylemlerin yasaklanması üzerine kimi arkadaşlar bu inisiyatifi almak ve orda bulunmak istemediler. Ben ve gençlik örgütlerinden birkaç kişi alanın tutulması gerektiğini söyledik. Bu süreç Boğaziçi’ni aşan bir noktada evet ama HDP’ye (HDP’nin adının anılmasına) takılıp okul içindeki kimi eylemlerden sonra sönümlenme durumu ile karşı karşıya. Dayanışmanın düşüncesi eylemleri sürdürmek ve tüm kayyumlara karşı çıkmak. Peki, bu nasıl olacak? Pandemi koşulları da hesaba katılırsa. Boğaziçi’nde anket demokrasisi var, başka bir demokrasi anlayışı yok. Siyaset tartışmaları yapmaktan bir çekince var. Meclis, içerde gereken örgütlülüğü sağlayabilir. Suruç’un beşinci yılından bu yana üniversitelerde yaprak kımıldamadığı günlerde büyük bir ses getirdi pazartesi günkü eylem. Meclisleşme fikri tamam ama başka neler yapılabileceğinin konuşulması gerekiyor. Dışarı ile bağlantı ve içerde konsolidasyon gerekiyor.”

Son konuşmacı olarak KöZ adına bir yoldaş konuştu: “Kayyumlar 2016’dan bu yana Türkiye siyasetinin gündeminde. Ancak Boğaziçi Üniversitesi’ndeki eylem kayyumlara karşı en çok ses getiren ve Türkiye’nin en önemli kurumu olmamasına karşın hala da gündemde kalan bir protesto haline geldi. Ve hala sürüyor. Bir önceki konuşan arkadaşın bahsettiği gibi yayılan korku atmosferinin kırılmasında da önemli bir etkisi var. Bir oranda da farklı bir protesto gösterisi. Kendini öğrencilerle sınırlı tutmak istemeyen ciddi bir topluluk var. Bimeks işçileri de bu eylemin bir parçası olsun diyen bir kitlesi var. Seçimler olacak seçimlerde Boğaziçi’ndeki emekçiler olsun diyen bir kitlesi var. Bu tespitleri yapmak lazım. Ancak ben bunlardan bahsetmeyeceğim. Bizim Boğaziçi’nde bir çalışmamız yok. Boğaziçi’nde yolu kesişen komünistler olarak bunun parçasıyız. Sizi çok övüyorlarsa orda bir yanlışlık var demektir. Ben övgüde bulunmayacağım. Eksiklikler üzerine konuşacağım. Türkiye ile ilgili 2 tespit yapmak istiyorum. Birincisi Boğaziçi’ndeki bu eylemle birlikte “konsolide olan tek adam rejimi, sivil faşizm” tespitlerinin hepsi çöp olmuş durumda. Ortada hiçbir eylem deneyimi olmayan bir kitle var ve bu kitleyi her türlü önlemiyle gelen bir polis kuvveti dağıtamıyor. Orda karşısında çok militan ve yetkin bir kitle olduğu için değil nasıl müdahale edeceğine karar veremediği için bunu yapamıyor. Bu, göreli olarak büyük bir eylem oldu. Bunun sebebi Boğaziçi öğrencileri değil, belki de o öğrencilerin bu kararsızlığı, krizi sezmesi idi. Türkiye’de çatırdamış, kriz içinde olan, yalnızlaşmış bir Erdoğan hükümeti var. Mao’yu hatırlayalım, tüm ihtişamına rağmen kâğıttan kaplan olan bir hükümet var. İkincisi, Gezi’den sonra sol çok zayıfladı diyenlerin aksine solun güçlü olduğunu gösterdi. Boğaziçi’nde ise bu eyleme müdahale edecek bir sol yoktu. Yeterince örgütlü bir güç değil. Güçlü olan sol Boğaziçi eylemlerine müdahale edecek güce hasıl olmadığı için eylemler bu kadar geniş ve sönümlenmeyen eylemler oldu.  Eylemi başlatanlar eylemi bitirelim dediği halde eylem bitmedi.

Türkiye’deki sol bir stratejiye angaje olmuş durumda. Tayyip Erdoğan’dan sandıkta hesap sormak istiyor. O yüzden size asıl biz önderlik edeceğiz denmedi. Çünkü böyle bir mücadele ile Erdoğan’dan kurtulmak eğilimi hâkim değil. Üçüncüsü, siz farklı bir şey yaptınız ama azınlıktasınız. Hep azınlıkta kalacaksınız ve bu çok normal. Oradaki öğrencilere “aklınız başınıza yeni mi geldi, öğrenci zihniyetinden çıktınız sonunda” gibi eleştiriler geliyor. Açıkçası kitle kitle gibi davranır. Öğrenci öğrenci mantığı ile hareket eder, Kürt Kürt gibi, kadın kadın sorununu dert eder. Asıl mesele bu kesimlere siyaset taşımaktır. Bunu yapabilecek bir özne var mı? Sizler, siyasi arayışları olan insanlarsınız. Yapılması gereken ayrı, alternatif bir öğrenci örgütü çıkarmak mı -ki sol akımların çoğu buna teşnedir-. Ya da bu hareketten hem kopmayacak, esnek olacak ama aynı zamanda kendi ilkelerinden de ödün vermeyerek müdahale edecek bir siyasi merkezi yaratmak mı? Sorun öğrenci liderlerinin olmaması değil bu taktik esnekliği koruyacak bir siyasi merkezin olmaması. Örneğin Erdoğan görüşme talep etti. Bu talebe görüşmeyeceğiz diye kesip atacak değil görüşüp Erdoğan’ı rezil edeceğiz diyebilecek sizi yönlendirebilecek bir özne yok. Bu esnekliği gösterebilecek bir özne yok.”

Soru ve görüşler ile devam edildi. Söz alan biri deneyim aktarımında bulunup şunları ifade etti: “Serbest radikal bir insan olarak bir şekilde dâhil oldum olaya. Kitlenin gerici bir kitle olduğunu değil, kaygan bir zeminde ve dönüştürülebilir olduğunu düşünüyorum. Boğaziçi öğrencisi gerici değil, politik bilinci zayıf. Bu karmaşıklık içinde bir politik gündem yaratılamıyor. Amacımız ÖTK’nın yerine geçmek değil, o zaten gerici bir kurum. Meşruiyet üzerinden bir meclis fikriyle çıkmadık yola. Mesele örgütlülüğün temelde olması. Bunu gerçekleştiremedik. Bunun sebebi de kitlenin olası çekincelerine solun razı olması.”

Söz alan bir öğrenci şunları ifade etti: “Bu kitleyi dönüştürme veya ikna etme açısından benim gördüğüm bir zorluk var. Buraya HDP’yi koymayalım diyen biri kendi kazanımına faydalı olacağını düşünüyorsa aksine bir örnek göstermek de etkili olmayacak gibi görünüyor. Bu insanlar İmamoğlu seçildiğinde göbek atıyorlardı. Her şey çok güzel olacak diyorlardı, hiçbir şey olmadı. Yani aksine kanıt göstermek de yararlı olmayacak gibi görünüyor. O yüzden kitle hakkında umutsuzum. Rejim faşist değilken rejim faşist dendiğinde onun korkusu yetiyor.

Daha sonra bir yoldaş söz aldı: “Eylemlerinizi selamlıyorum. Eylemin güçlenerek devam etmesi ve sizin burada aldığınız sorumluluk oldukça anlamlı. Gençlik meclislerinden bahsetti üçüncü konuşmacı. Meclislerin kurulması anlamlı. Buradan bir sorum olarak. Sol sayfalarda Boğaziçi’ne atanan kayyum ile belediyelere atanan kayyumun aynı olduğundan bahsediliyor ama gençlik meclislerinin herhangi bir eylemde bunları dillendiren dövizi vesaire olmadı. Yani siyaset taşınmadı. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Ezilenlerin mücadelesini buluşturmak ve ortak bir hat kurmak önemli çünkü. Bugün bunun yapılabildiğini düşünüyor musunuz?”

İlk konuşmacı tekrar söz alıp şunları belirtti: “Bazı bilgiler vermek istiyorum. 2016’da atanan rektör okul içinden olduğu için kabullenilirken bugün hocalar karşısında duruyor ama bu durum değişebilir. Melih Bulu’nun kişiliği de önemli. Ben ilk başta TSK ile iş yaptığını vesaire görünce saldırmak için atandığını düşündüm. Sonradan fark ettim ki aslında İmamoğlu projesine gayet eklemlenebilecek bir figür. Bir diğer şey. KöZ’ün sayfalarında dillendirilmişti. Türkiye’de HDP’nin engelleyici bir rol oynaması ve Amerika’da bu denli güçlü bir sol olmadığı için kitlelerin öfkesinin çok daha çıplak yansıması. Boğaziçi’nde de HDP’ye rağmen, HDP’li olanlar oradaydı. Kelepçe mevzusunda iki açı farkı var. Soylu’nun açıklamaları bir de FETÖ açıklaması var. Bu da rejimin kararsızlığının göstergesi. Soru olarak, bileşenler meclisi özyönetimci, işçi demokrasisine yakın bir yönetim mi merkezi bir yönetim olarak mı düşünülmeli? Bunu kendim de merkezi bir yönetime yakın bir eğilimle düşünüyorum.”

Üçüncü konuşmacı tekrar söz aldı. Dayanışma ve gençlik örgütleri ve kitle arasında farklar olduğunu söyleyip bunu eylem anındaki deneyimlerle örnekledi. “Gençlik meclislerinin bu eylemlere taşıyacağı gündemlerde elbette vardı eksik davranıldı bu konuda” dedi.

Ardından KöZ adına konuşan yoldaş tekrar söz aldı: “HDP meselesine dair, şunu tespit etmek lazım. Türkiye’de demokrasi ve devrim mücadelesinde HDP’nin tabanı en militan ve en kararlı kesimleri temsil ediyor. Başka bir kitleyle devrim yapmayı düşünenler hayal kuruyorlar. Böyle bir örgüt formu, siyasi program ve eylem tarzıyla olmayacağını söylemek gerekiyor.

İkincisi faşizm meselesi. Faşizm olsaydı geri çekilirdik anlamı çıkmıyor benim konuşmamdan. 70’lerdeki faşizm tespitinin bir anlamı vardı. Faşizm geliyor aman ürkütmeyelim diyenlerden ayrı bir de yıkalım diyenler vardı. Bugün faşizm var diyenler ise en geniş cepheyi kuralım diyor. En geniş cepheyi kuralım demeyenler de bunu diyenlerle aynı partide durmaktan çekinmiyor ısrarla o partide kalıyor. Biz özerk bir üniversite istemiyoruz. Özerklik gerici, otonom bir anlayış. Önemli olan merkezi olan devlet yapısının ne olduğu. Troçkistler iktidar olmadan da ayrı bir şiddet örgütlenmesi kurmadan da yerel demokratik bir mevzi kazanılabileceğini düşünüyorlar. Devrim zaten en geniş kitlelerle yapılmaz. Temsiliyet mevzusu da bu yüzden palavradır. Mücadele edenlerin gücü olmak gerekir. Geri kitle ile aranızdaki fark, onlar “şu rektörden kurtulalım, işimize bakalım” diyorlar. Ben tersi bir durumun ben ve siz arasında olduğunu düşünüyorum. Siz nasıl onlara siyasi gerçekleri söylemeye çalışıyorsanız ben de size şunu söylemeliyim. Parti olmadan bu mücadele başarısız olacaktır. Şu acı gerçeğin üstünden atlayıp, siz siyaset yapan bir özneymiş gibi şu taktiği alın vesaire dediğimiz zaman parti olmadan da siyaset yapılır anlayışını kabul etmiş olurum.”

Söz hakkı isteyen bütün katılımcıların konuşmalarının ardından forum-söyleşi tamamlandı.

 

İstanbul’dan Komünistler