Geride bıraktığımız haftalar içerisinde Boğaziçi Üniversitesi’ndeki kayyım rektöre karşı verilen mücadele son iki yıldaki kayyımlara karşı en kitlesel ve en sürekli mücadele oluverdi. Doğrusu içinde bulundukları sosyal ilişkiler ağı bakımından Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri Türkiye’de kayyıma karşı kitlesel ve kararlı bir mücadele denince akla en son gelen kesimler içinde yer almaktadır.

Neden Boğaziçi?

Bugün Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerini kayyımlara karşı mücadelenin en önüne çıkaran iki temel etmen vardır. Bunlardan birincisi Türkiye’deki siyasi krizin derinleşmesi, hükümetin tutarlı bir baskı politikasına sahip olmamasıdır. Solun bir alışkanlık haline getirdiği mağduriyet edebiyatını bir kenara bırakırsak, Boğaziçi’ndeki kayyım eylemlerinin ilk gününde polis öğrencilere saldırmamıştır. Tersi olmuştur, öğrenciler polis barikatının üstüne yürümüş ve aşmaya çalışmıştır. Bu noktadan sonra dahi polis eylemcileri dağıtmamış, öğrenciler kendi basın açıklamalarını okuyup dağılmışlardır. Sonrasında Kadıköy’deki iki basın açıklaması da herhangi bir polis engeline takılmamıştır. Buna karşılık protestoların birinci gününden itibaren Boğaziçi Üniversitesi önünde her türlü toplanmanın yasaklanması, yahut kimi protestocuların evlerinin kapıları, duvarları yıkılarak gözaltına alınması da kayyım karşıtı mücadeleyi sindiren bir sonuca ulaşmamış tersine öfkeyi büyütmüştür.

İkinci etmen daha önemlidir. KöZ sayfalarında öteden beri Türkiye’de hükümete karşı kitlesel bir ayaklanmanın olmamasının en önemli nedeninin Türkiye’de solun genel kanının aksine tarihinin en güçlü döneminden geçmesi olduğu ifade edildi. Sol akımların son derece zayıf olduğu Boğaziçi bu saptamayı tersinden doğrulamaktadır. Okulda sol akımlar zayıf olduğu için eylemi tadında bırakma, yahut üniversite kapısından sadece Boğaziçili öğrencileri sokarak eyleme Boğaziçili öğrencilerle devam etme önerisi kabul görmemiştir. Yine sol akımlar hakim olmadığı için eylemlerde siyasetlere yönelik propaganda, ajitasyon ve flama yasağı konmamıştır.

Daha da ilginç bir manzara Boğaziçi’nde yükselen kayyım karşıtı mücadelenin taleplerine bakıldığında görülmektedir. Boğaziçi’nde sadece öğretim üyelerinin ve öğrencilerin değil üniversitelerde çalışan tüm emekçilerin üniversite yönetiminde söz sahibi olması gerektiği talebi yükseltilmektedir. Yıllardır öğrenciye iş çalışana öğrenim hakkı talebini yükselten KöZ’ün arkasında duran komünistler bir yana solun geri kalan kesiminin tümünün bu talebin gerisinde olduğu açıktır. Böyle bir talebin Boğaziçi’nde yükselmesi de esas olarak solun bu üniversitedeki zayıflığıyla ilişkilidir. Nitekim sol akımlar sürece müdahil olduğu oranda bu talebin önünün kesilmesi ve “özerk üniversite”, “hocalarımızın yanındayız” talebinin öne çıkması beklenmelidir.

Kim Kimi Yalnız Bırakıyor?

Bugün Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerine haklı olarak “HDP’li belediyelere kayyım atanırken neredeydiniz” diye soranlar vardır. Boğaziçi protestosuna katılanların giderek artan oranda HDP’li belediyelerle, tutuklama terörüne uğrayan ESP’lilerle, tutuklanan ÇHD’li avukatlarla saf tutması bu konuda pratikte verilmiş bir öz eleştiri olarak kabul edilmelidir. Ama asıl önemlisi Boğaziçi’nde kayyıma karşı çıkanlara sorulan soruyu tersinden sormaktır: Madem Boğaziçi Üniversitesi’nin öğrencileri kayyıma karşı ellerindeki tüm sınırlı olanaklara rağmen, üstelik hiç de militan olmayan bir genel öğrenci kitlesinin ve düpedüz gerici olan akademik kadronun içinde böylesine bir mücadele verebiliyor o halde örgütsel kapasitesi ve elindeki imkanları Boğaziçililerden yüzlerce kat fazla olan, kat be kat politik ve militan bir tabana sahip HDP neden kayyımlara karşı Boğaziçililerin yanına yaklaşan bir direniş örememiştir? Bu sorunun yanıtı polis baskısından ziyade HDP’nin 2023 seçimlerine yönelik hesapları olsa gerek. Yanıt, Amerikancı muhalefetin CHP merkezli ittifakının bozulmaması için HDP’nin herhangi bir politik hamleden ve eylemden uzak durmasıdır. Öyle ki HDP Boğaziçi’ndeki kayyım saldırısına direnen öğrencilere dahi aktif bir destek sunmaktan kaçınmış, öğrencilerin yaptığı eylemlere kendi politik kimliğiyle kitlesel bir şekilde katılmaktan uzak durmuştur. Halbuki, polisin Boğaziçililere HDP’lilere kıyasla “daha yumuşak“ davrandığı biliniyorsa tam da bu nedenle Boğaziçililerin eylemine HDP olarak daha aktif ve kitlesel olarak katılmak ve HDP’ye yönelik tüm baskıları öne çıkararak eyleme damga vurmak gerekirdi.

Boğaziçi Üniversitesi’nde başlayan ve hala süregiden protestolar Erdoğan’dan çok reformistlerin faşizm umacısıyla yarattığı korku atmosferinin kırılmasını mümkün kılmış, Cumhur İttifakı’nın aslında kağıttan kaplan olduğunu göstermiştir. Ancak bu gelişmelerden çıkarılacak sonuç Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerini alkışlamak, onların tüm emekçilere yol gösterdiğini söylemek değildir. Bu öğrenci temelli bir harekete sahip olmadığı bir önderlik vasfını yüklemek olur. Halbuki Boğaziçi protestocuları böyle bir görevi üstlenmek şöyle dursun rektörle uğraşmanın ötesine geçememektedir. Kayyımı atayan Beştepe olsa da eylemlerde Erdoğan karşıtı sloganlara rastlamak mümkün değildir.

Bununla birlikte gerek Boğaziçi’nde gerekse de diğer üniversitelerde kayyım protestolarına katılan kesimleri öğrenci kategorisinde değerlendirmek de haksızlık olur. Protestocu gençleri harekete geçiren devrimci arayışlarıdır. Bu kesimler bir öğrenci olarak kayyımdan rahatsız oldukları için değil, kayyım rahatsızlığını fırsat bilerek bir hareket yaratmak arzusuyla protesto eylemlerini örgütlemeye girişmişlerdir. Bu yönelimleri nedeniyle devrimci arayışı olan herkes gibi onların da en çok devrimci partiye ihtiyacı vardır.