Erdoğan’ın Beştepe’de bir basın toplantısı düzenleyip seçim tarihini 24 Haziran olarak açıklamasına bakarak, alınan erken seçim kararının bir tür danışıklı dövüş olduğuna inananların sayısı az değildir. Bu açıklamaya göre barajı geçme umudu kalmamış olan Bahçeli, Erdoğan’a teslim olmuştur ve onun tüm pis işlerini üstlenmiştir. Erdoğan’ın talimatı uyarınca da erken seçim konusunu gündeme sokmuştur. Böylelikle Erdoğan’a 16 Nisan Referandumu’ndan sonra bir seçim zaferi daha hediye edecektir. Bu altın vuruşla birlikte Erdoğan’ın başkanlığı tescillenmiş olacak, Türkiye Erdoğan için dikensiz bir gül bahçesine dönecektir. Yapılan bu açıklama öteden beri muhtelif çevrelerde pişirilen bonapartizm/otoriterleşme/faşistleşme/faşizmin kurumsallaşması tezleriyle de uyumludur. Dolayısıyla tüm bu tezleri savunanların olup bitenleri baskılar/faşizm hamasetine sarılarak Erdoğan’ın sözümona kaçınılmaz yükselişini bir kurbanlık koyun edasıyla izlemeleri şaşırtıcı değildir. Meclise sunulan erken seçim önergesiyle birlikte bu kesimlerin maneviyatları daha da bozulmuştur. Çevrelerine bu etkiyi daha da fazla yaymaktadırlar.

Baskın seçimlerle faşist diktatörlüğünü ilan etmeye çalışan Erdoğan açıklaması her şeyden önce kendi içinde tutarsız bir açıklamadır. Zira şu soruların hiçbirinin cevabı yoktur: Faşizmi yahut diktatörlüğünü ilan etmek üzere olan bir lider seçimler hakkında niye bu kadar titizlenir? MHP gibi kendisinin dörtte biri oy alan partilerle, hatta yüzde biri kadar oy almış BBP ile ittifak kurmaya niye gayret eder? Seçim kanunları ve ittifakları hakkında kıran kırana pazarlıkları niye yürütür? İtibar yitirdi diye belediye başkanlarını niçin görevden alır? Seçimler bir teferruatsa muhalefet partilerini seçimlerde sıkıştırmak için niye bu kadar telaşlanır?

Kaldı ki gözümüzün önünde cerayan eden olaylar bir danışıklı dövüşe değil tam aksi istikametteki gelişmelere işarat etmektedir. Bu nasıl bir danışıklı bir dövüştür ki Bahçeli’nin verdiği tarihle Erdoğan’ınki birbiriyle tutmamaktadır? Seçim kararı neden ortak bir şekilde açıklanamamaktadır? Neden alınan ortak karara dair Erdoğan sözlü bir bilgilendirme yapmaktan kaçınmakta, noktasına virgülüne dek önceden hazırlanmış bir metni okumakla yetinmektedir?

Daha da önemlisi, yerel seçimden önce kendi partisindeki tüm belediye başkanlarını biçen Erdoğan’ın, Fetö’nün siyasi ayağı suçlamalarından kurtulmak için kendi partisindeki milletvekillerinin büyük çoğunluğunu aday göstermeyeceği bilinmektedir. Eğer ortada bir danışıklı dövüş olsaydı, öncesinde bu konunun iki partinin kurullarında görüşülmüş olması gerekirdi. AKP gibi birbirinin kuyusunu kazan hizipler koalisyonu bir partide milletvekillerinin bu görüşmelerden ve içeriğinden haberdar olmaması düşünülemez. Erdoğan’ın açıklamasının sadece muhalefet için değil kendi milletvekilleri için de sürpriz olduğu, sadece karar açıklanırkenki yüz ifadelerinden değil aynı zamanda seçim olacağı yönünde hiçbir sızdırma girişiminin olmamasından bellidir. Sadece bu durum inisiyatifin AKP’de değil bir kitle partisi olmayan MHP’de olduğunu göstermektedir. Bahçeli’nin seçim önerisinde bulunduğu konuşma metnini gazetecilere daha önce iletmemiş olması da onun Erdoğan’ı gafil avlamak istediğinin bir başka göstergesidir.

Dahası Erdoğan’ın baskın bir seçim gibi bir niyeti olsaydı bunu yeni seçim ittifak kanunu hazırlandıktan hemen sonra yapabilirdi. Ya da en azından Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin nasıl düzenleneceğine dair uyum yasalarını bu süre içerisinde hazırlama yönünde girişimlerde bulunabilirdi. Böylelikle seçimler üzerindeki şaibe iddialarını bir nebze azaltabilir, ortaya böylesine hukuki bir keşmekeşin çıkmasını engelleyebilirdi.

Aynı şekilde yüzde elliyi güç bela geçebildiği referandumun çalışmasına 16 Nisan referandumundan aylar önce başlayan Erdoğan’ın hayat-memat meselesi olarak gördüğü bir seçimde işi daha da sıkı tutması beklenir; hem seçmen kitlesini hem de partisini bu konuda hazırlaması, donatması gerekirdi. Halbuki Erdoğan’ın kendisi geride bıraktığımız süre boyunca tam aksi istikamette propaganda yapmış, Türkiye’nin kritik eşikleri atlattığını savunmuş, erken seçimin bir zaaf olacağını diline dolamıştır. Şimdi ise hiçbir hazırlığı olmayan partisinin, hiçbir siyasi açıklaması ve savunması olmayan bir seçim için seferber edilmesi gerekecektir.

Seçim Kararı Ekonomik Güçlüklerle Açıklanamaz

Sol içerisinde seçimleri açıklamak için kullanılan sıklıkla kullanılan bir başka açıklama ise Erdoğan’ın karşılaştığı ekonomik güçlükler nedeniyle erken seçime gitmeye mecbur kaldığı yönündedir. Buna göre ekonomideki durum sürdürülemez olduğu yahut iflaslar kapıda olduğu için Erdoğan bir erken seçim kararı almıştır.

2013’ten beri Türkiye’de ekonominin bir seçim ekonomisi gibi işlediği, AKP’nin iftihar meselesi yaptığı mali disiplinin adım adım bozulduğu elbette açıktır. Bununla birlikte Türkiye’nin seçim ikliminden Cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimiyle çıkmayacağı açıktır. Ortada bir de tarihi değiştirilemeyen ve Erdoğan’ın çok daha elverişsiz şartlarda gireceği bir yerel seçim vardır. Demek ki karşılaştığı iktisadi belirsizlikler ne olursa olsun, seçim ekonomisi gelecek Mart’a kadar sürecektir. Kaldı ki eğer seçim ekonomisi ve bozulan ekonomik göstergeler Erdoğan için bu kadar belirleyici olsaydı seçimlerden sonra alınacağı düşünülen ekonomik önlemleri 15 Temmuz’dan hemen sonra, yani seçimlere henüz üç yıl varken ve prestijini bir nebze arttırdığı bir dönemde alırdı.

24 Haziran seçimlerinin 2017 referandumuna kıyasla çok daha şaibeli olacağı, Erdoğan’ın bu seçimlerin ardından meşruiyeti çok daha tartışmalı bir pozisyonda olacağı da açıktır. Dolayısıyla bir iflas dalgası, ekonomik kriz beklentisi mevcutsa o zaman Erdoğan’ın bu krizi meşruiyetinin daha az tartışmalı olduğu dönemde göğüslemesi beklenirdi. Ekonomik krizin kapıda olduğunu düşünenlerin sonuçları belirsiz ve meşruiyeti tartışmalı bir seçim düzenlemeleri için akıllarını peynir ekmekle yemiş olmaları gerekir.

Erken Seçim Erdoğan’ın İşine Gelmiyor

Ancak Erdoğan’ın bir danışıklı dövüş içinde olduğu iddiası da, bozulan ekonomik durumun yarattığı endişe nedeniyle seçime gittiği iddiası da iki yanlış varsayıma dayanır:  Birincisi erken seçimin Erdoğan’ın işine gelmesine ilişkindir. Halbuki bu varsayımın yanlışlığını görmek için basit bir soru sormak yeterlidir: 1 Kasım seçimlerinden sonra parlamentoda her türlü yasayı yapacak çoğunluğa sahip bir lider ülkeyi neden OHAL kararnameleriyle yönetir? Erdoğan meclisi niye devre dışı bırakmaktadır?

Bu soruların iki cevabı vardır. Her şeyden önce Erdoğan parlamentodaki muhalefetten rahatsızdır. Erdoğan’ın ülkeyi yönetmek için ihtiyaç duyduğu tartışmalı düzenlemelerin, en başta da ihraç ve tasfiyelerin kendisi açısından siyasi olarak savunulabilir hiçbir yönü yoktur. Dolayısıyla bu konuların mecliste görüşülmesi, tüm bu düzenlemeleri bir gece ansızın gelen kararnameler olmaktan çıkaracak, özellikle HDP’nin mecliste olduğu koşullar altında ülke gündeminde tartışılan sorunlara çevirecektir. İkincisi, dokunulmazlıkların kaldırılmasında ve Anayasa değişikliği oylamalarında görüldüğü üzere, Erdoğan kendi milletvekillerinin grup kararlarına uyacağına güvenememektedir. Erdoğan OHAL’i sadece muhalefetten kurtulmak için değil aynı zamanda kritik yasal düzenlemelerde herhangi bir sürprizle karşılaşmamak için istemektedir. O halde şu ya da bu seçimin söz konusu tabloyu değiştirmesinin iki koşulu vardır: Birincisi muhalefeti, en azından HDP’yi topyekun meclisin dışına atması; ikincisi kendi partisi içindeki hizipler savaşını bitirecek mutlak bir seçim zaferi elde etmesidir.

Muhalefetsiz bir meclisin hayal olduğu açıktır. HDP ve dışındaki solun bindikleri dalı kesme yönündeki tüm gayretlerine karşın HDP’ye yüzde on barajını aştıran dinamik hala varlığını korumaktadır. Dahası MHP’ye teslim olan, Barzanicileri küstüren Erdoğan’ın yitireceği Kürt oylarını toplayacak en önemli parti HDP olsa gerektir. Tüm bunların dışında Akşener’in Saadet Partisi ile ittifak kurup barajı aşması yok sayılabilecek bir olasılık değildir.  Böyle bir durumda da mecliste dört değil altı parti olacaktır. Gerileyen Erdoğan’ın apar topar, bir sürü küskün eski belediye başkanı ve milletvekili yaratarak girdiği bir seçimde kendi partisindeki çatışmalara son verecek bir otorite kurması ise daha da zayıf bir ihtimaldir. Tüm bunlardan ötürü Erdoğan’ın hiçbir koşul altında erken seçimlerden yana olmadığını söylemek gerekir. Hatta Erdoğan’ın seçimleri erkene almak şöyle dursun eğer anayasal olarak mümkün olsaydı yerel seçimleri daha da ileri bir tarihe atmak isteyeceğini söylemek gerekir.

İnisiyatif Gerileyen Erdoğan’da Değil Onun Siyasi Olarak Teslim Olduğu Bahçeli’de

İkinci yanlış varsayım seçimleri belirleme konusunda inisiyatifin Erdoğan’da olduğu kuruntusudur. Halbuki Erdoğan 2009 yerel seçimlerinden beri irtifa kaybetmektedir ve bu durumu 7 Haziran 2015 seçimleriyle ayyuka çıkmıştır. Tam da bu noktadan sonra sandıklara yaslanarak bürokrasiye savaş açtığını ilan eden Erdoğan sandıklara savaş açmaya başlamış, Türkiye’de sopalı ve bombalı seçimler dönemi başlamıştır.  Bir iç savaş ortamında gerçekleşen 1 Kasım seçimlerinde kaybettiği oyların bir kısmını toparlamış olsa da, seçim sonuçları Erdoğan’ın derdine derman olmamıştır. Önce genel başkanını Davutoğlu’nu istifaya zorlamış sonrasında da parlamentoyu devre dışı bırakarak ülkeyi OHAL kararnameleriyle yönetmeye başlamıştır. Tüm bu süreci yönetmek içinse MHP’nin politik çizgisine teslim olmak zorunda kalmış, siyasi manevra kabiliyetini iyiden iyiye yitirmiştir. Erdoğan siyasi olarak Bahçeli’ye teslim oldukça Bahçeli inisiyatif kazanmış ve bu sefer de onu Anayasa değişikliği macerasına sürüklemiştir. Anayasa değişikliği Erdoğan’a yasal bir güvence sağlamadığı gibi hükümet kurmak için eşiği yüzde 50+1’e çekerek Erdoğan’ı iyice Bahçeli’ye mecbur bırakmıştır. Dahası 16 Nisan referandumları AKP’nin oylarını 1 Kasım’ın gerisine atmış 7 Haziran’daki düşüş eğiliminin sürmekte olduğunu gözler önüne sermiştir. Geniş emekçi kitlelerin referanduma hile karıştığına ilişkin kanaati de işin cabası olmuştur.

Referandumun ertesinde Erdoğan’ın büyükşehir belediye başkanlarını istifaya zorlayarak kendi belediyelerine kayyım ataması da AKP’nin gerileyişinin itirafından başka bir şey değildi. Aynı şekilde Afrin’in işgali seçimlerde Erdoğan’ın gerileyişini durdurmaya yönelik bir maceraydı. Operasyonun yapılacağının günler önce duyurulması da operasyonun iç politikaya yönelik bir hamle olduğunu gösteriyordu. Gelgelelim Erdoğan’ın bu manevrası da tutmadı. Şovenizm yükselmedi, yapılan operasyon Türkiye’yi Suriye’de açıktan işgalci pozisyona düşürmesine karşın Erdoğan’ın oylarını zerre yükseltmedi.

Erdoğan’ın tüm bu adımları onu iyiden iyiye OHAL batağına sapladı, Kürt düşmanı bir çizgiye çiviledi, Suriye’den çıkamaz hale getirdi. Tüm bunlar MHP’nin güvenlikçi, Türkçü, devletçi siyasi çizgisine iyiden iyiye teslim olma anlamına geldi. Seçimlerde de Erdoğan’ı iyiden iyiye Bahçeli’nin insafına terk etti. O halde Erdoğan ve Bahçeli arasındaki ilişkide bağımlı olanın Bahçeli değil Erdoğan olduğunu söylemek gerekir. İnisiyatif Bahçeli’de olduğu için siyasi tabloyu değişitiren her hamle ve öneri Erdoğan’dan değil MHP cephesinden gelmektedir.

Erken Seçim İlanı Cumhur İttifakı’nın Çatırdığını Gösteriyor

Sanılanın aksine 24 Haziran’daki seçim ilanı Cumhur İttifakı’nın milimetrik olarak kurgulanmış bir tiyatrosu değil, ittifakının çatırdadığının ve ölü doğduğunun en açık kanıtıdır. 24 Haziran baskın seçimlerinde Erdoğan baskını yapan değil baskına uğrayandır.

Erdoğan’ın olası bir erken seçimden kaçmak için ne kadar nedeni varsa Bahçeli’nin de yerel seçimlerden önce gerçekleşecek bir erken seçimi tercih etmek için o kadar nedeni vardır. Birincisi, eğer milletvekilliği ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri yerel seçimlerden önce gerçekleşirse bu seçimlerden Erdoğan daha da zayıflayarak çıkacak, partisi içindeki itibarını daha da yitirecektir. Erdoğan’ın zayıflaması onun MHP’ye daha da bağımlı hale gelmesine yol açacaktır. Hele bir de Erdoğan’ın mecliste çoğunluk kuramadığı ve çoğunluk sağlamak için MHP’li milletvekillerine ihtiyaç duyduğu koşullarda bu bağımlılık siyasi bir bağımlılık olmanın ötesine geçecek, Bahçeli’nin herhangi bir sorumluluk almadan hükümette söz sahibi olması anlamına gelecektir. İkincisi, tersinden yerel seçimler Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce gerçekleşirse bu sefer Bahçeli’nin hiç istemediği bir durum ortaya çıkacaktır. Zira AKP özellikle Kürdistan’daki belediyelerin bir kısmını almak ve İstanbul’u yitirmemek için seçimlere tek başına gitmeyi tercih etmektedir. MHP’nin tek başına girdiği seçimlerde pesperişan olacağını öngörmeyen yok gibidir. Yerel seçimlerde enkaza dönmüş bir MHP’nin takip eden genel seçimlerdeki pazarlık payı azalacaktır. Yerel seçimlerdeki seçim ittifakına dair bu gerilim nedeniyle ittifak görüşmelerinin uzun bir süredir kesintiye uğradığı da AKP ve MHP içinden uzun bir zamandır sızdırılmaktadır zaten.

Vaziyet böyle olunca Bahçeli 16 Nisan’dakine benzer bir hamle yapmış, Erdoğan’a ittifakı sürdürmek istiyorsan erken seçimi ilan et diye sürpriz bir saldırıda bulunmuştur. 16 Nisan  öncesinde Anayasa değişikliğini bir hamasete ve şikayet vesilesine çeviren ama aslında Anayasa’yı değişmeye niyetlenmeyen bir Erdoğan vardı. Bahçeli Erdoğan’ın bu blöfünü görmüş, madem bu kadar niyetlisin gel beraber Anayasa’yı değiştirelim diyerek, onu istemediği bir Anayasa değişikliğine zorlamıştır. Bugün de Erdoğan’ın seçimlerde başarı kazanmak için milli bir koalisyon kurma iddiasında MHP’nin siyasi çizgisinin desteğine ihtiyacı vardır. MHP’nin milliyetçi çizgisinin koruyucu zırhı olmadığı takdirde Kürtlerin kendisine sunduğu desteği iyiden iyiye yitirmiş olan Erdoğan’ın 7 Haziran’ın da gerisine düşeceği açıktır. Dolayısıyla Erdoğan Bahçeli’nin erken seçim dayatmasına boyun eğmek zorunda kalmıştır.

Bahçeli’nin baskın önerisinde telaffuz ettiği 26 Ağustos tarihi bir erken seçim olarak makul bir tarih önerisiydi. Gelgelelim 26 Ağustos’ta yapılacak bir erken seçim diğer tüm partiler hazırlıklarını tamamlamış olacağı için sadece Erdoğan’a zarar verecekti . Erdoğan bu zararı kendi rakibi olan burjuva partilerinin de hanesine yazmak için erken seçimleri mümkün olan en erken tarihe çekmiş, 24 Haziran tarihi de böyle ortaya çıkmıştır.

Seçim kararının alınması, burjuva muhalefetinin de daha ilk andan itibaren vaveylayla tespit ettiği gibi, seçim adaletine ilişkin en göstermelik usülleri bile ortadan kaldırmıştır. İYİ Parti’yi seçim dışına itme yolu açılmış,  Cumhurbaşkanlığı Seçim Kanunu belirlenmeden Cumhurbaşkanlığı seçimi tarihi açıklanmış, yüzbin imza toplamak için ilçe seçim kurullarına bireysel başvuru zorunluluğu getirilerek partiler imza toplama sürecinde devre dışı bırakılmıştır. Erdoğan bu hamleleriyle aynı zamanda Saadet Partisi ile İYİ Parti’nin ittifak kurmasının da önünü kesmek istemektedir. Aday belirleme, ön seçim sürecinin sekteye uğraması, 90 günlük propaganda süresinin 60 güne indirilmesi de cabasıdır.

Böylelikle siyasi yaşamına kazan-kazan sloganıyla başlayan Erdoğan kaybet-kaybet çizgisine savrulmuştur. Ancak bu çizgiye savrulması rakiplerinin işini zora soksa da, kendisine bir başka açıdan da zarar verecektir. Zira 16 Nisan referandumu ile Erdoğan’ın seçimlerde usulsüzlük yaptığı geniş kesimlerin nezdinde tescillenmiştir. Bahçeli’nin dayatmasıyla yangından mal kaçırır gibi düzenlediği bu seçim aynı kesimlerin gözünde kendisinin seçimlerden korktuğunu da gözler önüne serecektir.