Seminer dizilerimizin ikinci modülü “Sınıf Mücadelesinin Stratejisi ve İttifakları”, “Devrim ve Kadınlar” başlıklı beşinci ve son oturumunun transkripsiyonu yayımda.

Konuşmacı:

Komünist Enternasyonal’de kadınlar arasındaki çalışmanın nasıl yürütüleceğine dair tezleri ele alacağız. 

Bu konu kendi başına elbette önemli bir konu ama içinden geçtiğimiz dönemde veya on yıllarda Türkiye’deki sol hareketin evrimini anlamak bakımından da önemli bir konu. Çünkü özellikle 12 Eylül sonrasında tasfiyeciliğin yeni bir aşamaya evrilmesinde, yani yönelmesinde; kullanılan birkaç dinamik, birkaç yönelim vardı. Bunlardan biri işçilere yönelme, işçi sorunuydu. Asıl mücadelenin işçi sınıfı tarafından verileceği üzerinden ilerledi. Açık işçi partileriyle ilerledi tasfiyecilik. Bir diğeri, bu daha sonra geldi, “Kürt sorunu”nun keşfedilmesi ve liberal çerçevede bir kemalizm eleştirisinin yapılmasıydı. Tasfiyecilik bu çerçevede, bu yoldan da ilerledi. Bunlardan arasında belki birincisiyle eş zamanlı olarak da “kadın sorunu”nun keşfedilmesi. Devrimcilerin 12 Eylül öncesinde veyahut komünistlerin tarihsel olarak kadın sorununa yanlış eksik bir yaklaşım gösterdikleri eleştirileri yer aldı. “Ertelemecilik, sekterlik” eleştirileri sonra yerini düpedüz “erkek egemen anlayış” eleştirilerine bıraktı. Dolayısıyla aslında Komünist Enternasyonal’de kadınlar arasında komünist çalışma sorununun nasıl ele alındığını konuşmak aynı zamanda bugün sol içindeki tasfiyecilerle aramızdaki ayrım çizgilerinin neler olduğunu da konuşmak anlamına geliyor. 

 

Her şeyden önce konunun ele alınışına baktığınız zaman -birinci tezde görüyorsunuz daha- Komünist Enternasyonal sorunu proleter devrim sorunu olarak ele alıyor. Yani kadınların genel, soyut, diğer sorunlardan bağımsız sorunları çerçevesinde değil, kadınlar arasındaki çalışmanın proleter devrim mücadelesinde ve Sovyet iktidarının sağlamlaştırılması mücadelesinde nasıl seferber edileceği konusu çerçevesinde ele alıyor. Bu aslında sadece kadın sorununa özgü bir yaklaşımı değil Komünist Enternasyonal’in. İşçi sınıfı içinde yürütülecek mücadele de bir “sendikal sorun, işçilerin sorunu, işçilerin durumunun düzeltilmesi sorunu” olarak değil devrim mücadelesine tabi bir sorun olarak ele alınıyor. Ulusal sorunun kendisi de veyahut köylülük sorunu da birer “demokrasi sorunu, insan hakları sorunu, fırsat eşitliği sorunu, hakkaniyet sorunu” olarak ele alınmıyor. Bütün bu sorunlar da asıl olarak proleter devrime tabi sorunlar olarak ele alınıyor. Aslında bütün bu sorunlar ulusal sorundan da önce köylülük sorunu bağlamında ele alınmıştı. Marks’ın 1848 devrimlerine dair yazdıklarında da bunu görmek mümkün. Şöyle bir tespit var eğer küçük-burjuvazinin en devrimci öğesi olan köylülüğün patlayıcı enerjisi, devrimci enerjisi proleter devrim mücadelesinde kaldıraç olarak kullanılmazsa, bu mücadelelerle müttefiklik ilişkisi kurulmazsa, köylülüğün sorunları burjuvazi tarafından istismar edilir ve köylülük karşı devrimin en büyük yedeği haline gelir diye bir tespiti var. 1848’den itibaren Komünistler Birliği’nin yazılarında bunu bulabilirsiniz. Marks’ın Paris Komünü üzerine yazdıklarında veyahut 18. Brumaire’deki tespitlerinde de bunu bulabilirsiniz. Sonrasında benzer tespitleri İki Taktik’te yapıyor. Ardından ulusal soruna dair de aynı tespiti yapabilirsiniz. Yani ulusal sorun, ulusların kendi kaderini tayin hakkı mücadelesi neden devrimci bir sorun çünkü eğer ulusal soruna siz proleter devrimci bir yanıt üretmezseniz, proleter devrimci mücadelenin bir kaldıracı haline getirmezseniz bu sorunlar emperyalistler tarafından istismar edilir. Yani ne çözülür ve aynı zamanda ezilen ulusların talepleri devrimci mücadeleyi boğmak için kullanılır. 

 

Kadın sorununa geldiğimiz zaman daha ilk tezlerde Komünist Enternasyonal aynı hatırlatmayı yapıyor. Genel olarak ileriye çıkmış devrimci bir kadın hareketinden bahsetmiyor. Bilakis kadınların mücadelesinde, ev kadınları başta olmak üzere, gerici bir dizi unsurun olduğunu söylüyor. Hatta sadece burjuva kadınlardan bahsetmiyor emekçi kadınlar arasındaki siyasi gericilikten de bahsediyor. Kadınlar kendi sorunlarından kalkarak devrimci mücadeleye çekilmezlerse karşı devrimin dayanağı olurlar diye bir tespitle yola çıkıyor. Dolayısıyla kadın mücadelesi devrim mücadelesinin en önemli köşe taşlarından biridir. Kadınları kazanamadığınız zaman, kadınlar karşı devrimin dayanağı olurlar diyor. “Kadın olmadan devrim olmaz” sözünü de aslında bu çerçevede yorumlamak gerekir. Kadın sorununu ya da kadınların içinde çalışma sorununu, kadınların boyunduruktan kurtulma sorununu soyut bir sorun olarak değil -Komünist Enternasyonal tarafından- proleter devrim mücadelesine tabi olarak ele alınması aynı zamanda bütün bu tezlere yansıyan, defalarca dile getirilen başka bir şeyi de anlaşılır kılıyor aslında bizim açımızdan. Komünistler kadınlar içinde bütün kadınları kapsayan bir mücadele de veremezler. Bu sınıfsal bir temelden kaynaklanmıyor, sınıfsal olarak “işte burjuva kadınlar var işçi kadınlar var” türü bir genellemeyle çözebileceğimiz, açıklayabileceğimiz bir durum da değil. Bunun yanı sıra kadınların mücadelesini devrim sorunu olarak, devrimin bir parçası olarak değerlendirdiğiniz zaman kadın hareketi içerisinde de devlete ve devrime bakışı farklı olan bir dizi akımın çıkacağını gördüğünüz için bütün bu akımları kapsayan, bütün bu akımları ortak bir paydada buluşturabilecek bir kadın mücadelesinden de söz etmek mümkün olmaz. Yani sadece  işçi kadınlar ve burjuva kadınlar arasında bir ayrımdan bahsetmiyoruz sınıf bilinçli, aynı zamanda işçi sınıfı içerisinde kök salmış gerici kadın hareketleri de olabilir gene burjuva devletinin destekçisi olan hareketler olabilir. Bunun yanısıra -özellikle beşinci tezden sonra sanırım- II. Enternasyonal üzerine uzun uzun açıklamalar yapılıyor, kadınların neden II. Enternasyonal’den ve onların kadın hareketinden kopmaları gerektiğini anlatıyor. İşçi sınıfı içerisinde sosyalist temellerde ama aslında burjuva sosyalizmini savunan reformist akımlarla komünistler ortak hareket edemezler deniyor. Bunların hepsi sınıf işbirliği olarak tarif ediliyor. Sınıf mücadelesi çünkü sadece işçilerin ortak hareketi olarak tanımlanmıyor, işçi kadınların ortak hareketi olarak tanımlanmıyor; sınıf mücadelesi burjuva diktatörlüğüne karşı proleter devrim mücadelesi olarak tarif edildiği için merkeze böyle bir mücadeleyi oturttuğunuz zaman bütün kadınları kapsayacak, hepsiyle buluşabileceğiniz bir mücadele örmeniz de mümkün olmuyor. Aynı şey aslında ezilen ulus mücadelesinde, ulusal sorunda da geçerli. Yani bir ezilen ulusun bütün mensuplarını kapsayacak bir mücadele de veremez komünistler. Bunların içerisinde bilakis sınıf mücadelesini büyütme görevini koyuyorlar Komünist Enternasyonal’in İkinci Kongre tezlerinde görüldüğü üzere. Bunu böyle tarif ettiğimiz zaman Türkiye Solu’ndakinden ters bir durum ortaya çıkıyor. Genelde işte sol içerisindeki devrimci hareketler birbirleriyle yürüttükleri polemiklerde “işte siz kadın sorununa şöyle bakıyorsunuz, kadınların şu talebi hakkında böyle düşünüyorsunuz, aslında kadın meselesini şöyle kavramak lazım” diye muhtelif meselelerde birbirlerini ayırt etmeye çalışıyorlar akımlar. Bizse -Komünist Enternasyonal’den yola çıkarak- devrimci hareketler içerisinde kadın sorununa, kadınların problemlerinin kökenine dair tespitlerde -şu veya bu tespite, talebe dair bir ayrım gözetmek yerine- kadınlar arasında mücadele yürütenlerin devrim meselesine bakışını temel alarak bir ayrım çekmeyi esas görüyoruz. Yani kadınlar konusunda şu ya da bu ilerici fikirleri savunan devrimcilerle daha geri fikirleri savunan devrimciler arasında bir ayrım yapmayı -bugünün moda tartışmalarını- geri bulup tersinden kadın hareketi içerisinde devrimi savunanlarla reformu savunanlar arasında bir ayrım çekmeyi hedeflerler ve bu şekilde bölmeyi hedeflerler komünistler. Dolayısıyla bugün Türkiye’de bu sorun tümüyle bizim istediğimizin aksi yönünde bir anlamıyla entelektüel bir tartışma olarak yürütülüyor ve sonuçta reformizm paydasında yürütülen bir tartışma oluyor. 

 

Şimdi sorunu proleter devrim mücadelesine tabi olarak ele almak aynı zamanda yine tezlerin başında daha tezler -II. Enternasyonal’e dair söylenenlere gelmeden önce söylenen- burjuva feminist akımlarla komünistler arasındaki ayrımı da ortaya koyuyor. Kesinlikle bunlarla yan yana gelmemek gerekir diye bir tarif var, yani bir karar var daha doğrusu. Şimdi neden diye soruyoruz. Buradaki sorunu, yani feminist akımları niye burjuva olarak tarif ediyor esas itibariyle Komintern. Eğer devlet meselesini, devlet karşısında tutumu, devrim hedefini göz ardı ettiğimiz zaman olaya sosyo-ekonomik çerçeveden baktığımız zaman veya şu ya da bu talep üzerinden anlamaya çalıştığımız zaman sorunu anlayamayız. Feminist akımların Komintern tarafından burjuva olarak tanımlanmasının sebebi bizim korona vesilesiyle yazdığımız yazılarda solun genelini burjuva sosyalizmine sürüklenmiş olmakla tarif etmemizden farklı değil. Yani burjuva devlet aygıtının varlığını sorgulamayan, sorgulasa bile buna karşı doğrudan iktidar hedefli mücadeleye etmeyen, böyle bir mücadele olmaksızın da kadınların durumunun, işçilerin durumunun -reformistler çerçevesinde- düzelebileceğini savunan akımlara burjuva akımlar diyoruz. Çünkü Komünist Manifesto’da da aslında işçi sınıfının durumunu bir devrim olmasını engellemek için düzeltmeye çalışan akımlara burjuva sosyalisti deniyor; insan severler, hayvanseverler, cezaevi reformu yanlıları derken bunlar kastediliyor. Şimdi feminizm bir siyasi akım olarak -çünkü bir feminizmin kendine feminizm demesi için- anarşist değilse, blanquist değilse yahut proleter devrimci değilse sosyal-demokrat değilse yani devlete ve toplumsal sorunlara ilişkin hedefleriyle değil de insanlığın çok geniş de olsa bir kesiminin sorunlarıyla sınırlı bir sorun kümesi hakkında -diğerleri üzerine uzantıları olsa bile- sadece bu toplumsal katman için, yani kısmi, proletaryanın bir kısmı için düzenlemeleri savunan ve bunu devlet aygıtını yıkmadan, yeni bir devlet aygıtı kurmadan yapılabileceğini savunduğu için burjuva bu akımlar. Yoksa “anneleri babaları kapitalist olduğu için, kocalarının paralarıyla siyaset yaptığı için” değil tersine tümüyle işçi kökenli de olabilir bu akımların savunucuları. Bu onların siyasi olarak burjuva ideolojisini işçi sınıfı saflarına zerk ettirdiği gerçeğini değiştirmez. Burjuva feminizmiyle yan yana gelmeme tespiti Komintern’in ikinci ve üçüncü kongrelerinde aldığı diğer kararlarla da kesinlikle uyumlu. Yani ikinci kongrede 21 Koşul’u koymuşsunuz merkezciler şunlar haindir, Kautskiler şöyledir böyledir dedikten sonra “kadınların sorunlarını çözmek için burjuva feministlerle yan yana gelinebilir” deseydi farklı bir şey olmuş olurdu tabii ki. Bu aynı zamanda ulusal sorun meselesindeki tespitle de uyumlu çünkü ulusal sorun meselesinde burjuva demokratik akımlar -Roy’un düzeltmeleriyle- tespiti çıkarılıyor değil mi, yerine ulusal devrimci akımlar tespiti geliyor. Biz ulusal devrimci akımları destekleriz deniyor. Yani ne denmiş oluyor, reformist bir anti-emperyalizm olmaz denmiş oluyor. Reformist demokratlık olmaz. Bir akımın anti-emperyalist olması için önce devrimci olması lazım, demokrat olabilmesi için -bu anlamıyla- devrimci olması lazım. Ulusal sorunu savunuyorsanız, ulusal kurtuluş mücadelesini reformist bir şekilde veremezsiniz. Devrimci olması lazım öncelikle. Aynı şekilde kadınların kurtuluşu için mücadele eden akımların da devrimci olması lazım. Kadınların kurtuluşu için mücadele eden reformist akımlar ve biz onlarla ittifak kuruyoruz denmez. Bütün aslında Komintern kararlarındaki II. Enternasyonal’le yaşanan tartışmaların temelinde bu var. Ve sonrasında Komünist Enternasyonal’in tasfiyesi de tam bu nedenle gerçekleşiyor. Bu noktanın altını ne kadar çizsek az o yüzden. Şu veya bu şekilde reformist akımlarla birlikte devrimci mücadele verilmez. Reformist akımlarla eylem birliği yapılır, “birleşik cephe” taktiği bir cephe, ortak cephe taktiği üretilir ama bu da onları teşhir etmek, rezil etmek için yapılır. Onlardan güç alarak devrim mücadelesini büyütmek için yapılmaz. Bu anlayışın kendisi, bugün sol içinde hakim olan anlayışa tamamen ters değil mi? Yani aslında tasfiyeci proje içerisinde kendine devrimci diyen, devrimcilik söz konusu olduğunda mangalda kül bırakmayan akımlara “niye tasfiyeci proje içerisindesiniz?” diye sorduğumuz zaman ne diyorlar? “İşte biz burada anti-faşist bir cephe kurduk”, “burası anti-emperyalist cephedir”, “demokrasi mücadelesi veriyoruz”, “tamam arkadaşlar reformist ama faşizme karşı reformist bir barikat kuruyoruz” diyorlar. “Kadın sorununda feminist akımlar evet reformist hatta düpedüz devletin düzenleme yapmasını savunuyorlar, işte İstanbul Sözleşmesi’ne, AB normlarına uymayı savunuyorlar ama bunlar da ilerici hareketlerdir, bunlar da kadınının mücadelesinin kurtuluşunun bir parçasıdırlar” diyorlar. Ee bunu dedikten sonra o zaman Tayyip Erdoğan’a karşı İmamoğlu’yla birlikte mücadele etmenin de önünde bir engel kalmıyor bir kere bunu kabul ettikten sonra. Komünistlerle herkesi ayırt eden kadın sorununda, köylülük sorunu, ulusal sorunda da olduğu gibi reformistlerle birlikte bir ittifak kurulamaz; devrim mücadelesi verilemez. Kurulacak her eylem birliği onların altını oymak, onları tecrit etmek onların gerçek yüzünü göstermek amacını taşımalıdır. Komintern’in bütün tezlerine de kararlarına damgasını vuran bu. Burjuva feminizmiyle bu anlamıyla da ayrı durmak gerekir diyor diğer bütün burjuva akımlardan olduğu gibi. Ama meselenin daha köklü bir boyutu var yani bu bize kadın sorununun nasıl ele alındığına da götürüyor. Komintern’in bu tezlerinde komünistlerin kadın sorunu söz konusu olduğu zaman meseleye nereden yaklaştığını da görüyoruz, hangi temelden yaklaştığını da görmek mümkün, hangi sorunu odağında oturtarak. Kadın sorunu kadınlarla erkekler arasında bir sorun olarak tarif edilmiyor. O zaman cinsler arasında bir sorun olarak da, yani bir kurumdan, bir örgütlenmeden bağımsız olarak tarif edilmiyor. Evet mülkiyet ilişkileri var ama onun dışında başka bir kurum da var ortada, aile. Yani kadın veya erkek kişi, bunların bu cinsin örnekleri aile denen kurumun içerisinde; bu gerici ilişkinin bir parçası oldukları için öyle bir ilişkiye giriyorlar. Birileri erkek öbürleri kadın olduğu için değil, aile olduğu için giriyorlar. Dolayısıyla komünistlerin temel hedefi -kadın sorunu söz konusu olduğunda- ailenin ortadan kaldırılması. “Annelik görevinden” bile söz ederken bunun kadının özel bir görevi olarak tarif etmiyor. Bilakis -birazdan bu ailenin nasıl ortadan kaldırılacağı hakkında daha ayrıntılı konuşacağım ama- “annelik işlevi”nin toplumsallaştırılmasından bahsediliyor. Yani aslında kadının işi olarak görülen, çocuğun birincil bakıcısı olmak, dünyaya getirip yetiştirmek meselesi bütün toplumun sorumluluğu olarak tarif edilemeye çalışılıyor. Doğrudan ailenin yıkılması için bir mücadelenin ilk adımı böyle atılıyor ve yapılan, önerilen bütün düzenlemeler aslında burjuva ailenin kötülüğünün ailenin kötülüğünün anlatılması, şudur budur denilirken kastedilen şey yerine sosyalist bir ailenin getirilmesinden bahsetmiyor. Çocukların toplumsal olarak yetiştirilmesinden bahsediliyor ve ev içerisindeki hizmetlerin -yani ailenin proletarya veya diğer insanlar için sunduğu temel hizmetlerin- toplumsal olarak gerçekleştirilmesinden bahsediliyor. Dolayısıyla önüne ailenin yok edilmesi hedefini alıyor ki bu aslında bugünkü feministler açısından bile radikal bir talep. Yani ailenin, açıktan aileye karşı, yani aile hakkında şikayet etmek başka bir şey, aileyi reforme etmeye çalışmak başka bir şey, aileyi ortadan kaldırmak başka bir şey. Açıktan biz aileleri yıkmak istiyoruz diyen bir akım yok. Bu düzenlemelerden sonra bu metinden çıkıp başka bu metine temel olan başka metinlere gidelim. Mesela Engels’in metnine “Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni” adlı çalışmasına gidelim. Aile ne Engels’in ifadesiyle -o da çarpıcı, kimse pek bunu söyleyemiyor- kurumsallaşmış fuhuş. Yani toplum içerisinde cinsel ilişkinin düzenlenmesi, buna bir “edep” kılıfının yapıştırılması ve aynı zamanda üremenin sağlanması için daha önce “paralı, özel, gayri ahlaki olarak” tanımlanan şeyler kurumsallaşınca ahlaki oluyor. Nasıl yani, devletle mafya arasındaki ilişki birbirine çok yakınsa, mafyaların aslında kurumsallaşması, merkezileşmesi bir anlamıyla devletse, aynı zamanda fuhuşun kurumsallaşması da aile oluyor. O yüzden de ikisi birbirini hiç tolere edemiyor yani devletin kendisini anıştırdığı için mafyaya tahammülünün olmadığı gibi, aileden söz edenler; ailenin erdemlerinden söz edenler de kendilerini ancak fuhuşu lanetleyerek var ediyorlar ama ikisi bir ve aynı şeyden bahsediyor. Bunları unutmamamız lazım. Daha da ileri gidelim, bütün aslında toplumdaki ezilmişliğin, mülkiyet ilişkilerinin kökeninde ailenin, yani cinsiyetçi iş bölümünün temelinde ailenin yattığı söyleniyor. Alman İdeolojisi’nde de benzerleri söyleniyor değil mi, daha önceki bir kitapta da bu tespitler var. Bu anlamıyla aile sınıflı toplumların hepsinin temel dayanağı, kökeninde yer alan bir kurum. Yani aslında devletten de gerici bir kurum, en gerici kurum. O yüzden aileyi ortadan kaldıralım dendiği zaman yani bir dizi kendine komünist diyeni de bunu böyle rahat, ailesiyle savunabilecek pozisyonu olmuyor o kadar köklü ve gerici bir kurum olduğu için. Yoldaş “Yağmurdan Önce”den örnek vermişti sanırım, işte aile hakkında söylenirken “baba bu ne diyor” diye demişti ya çocuk; “ama bu bizim aileler için değil demişti” baba, yani “bu sosyalist aileleri kastetmiyor”. Hayır bu bütün aileleri kastediyor, bunu aklımızda tutmamız lazım ve bu köklü gerici kurum yıkılmadan da kadının esareti bitmeyecek, insanlığın kurtuluşu gerçekleşmeyecek diyoruz. Birazdan buraya geleceğim. 

 

Şimdi Engels’in kitabının başlığını tekrar düşünelim, “Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni”; bir sıralama var ve bu rastgele değil. Devletin, özel mülkiyetin ve ailenin kökeni değil. Yani önce aile geliyor, önce aile kurulmuş, cinsiyetçi bir iş bölümüne dayanan biçimde. Ondan sonra özel mülkiyet ortaya çıkıyor ondan sonra bu iki gerici varlığa dayanarak, o  sosyal örgütlenmeye dayanarak siyasi bir örgütlenme, kurumsallaşarak devlet oluşuyor. Komünist strateji açısından bu sıralama kilit önem taşıyor. Demek ki aileyi ortadan kaldırmak için de tersinden gitmeniz gerekiyor o yüzden. Yani önce burjuva devleti yıkmanız gerekiyor, ondan sonra burjuva devleti yıkıp kendinizi, proletaryayı egemen olarak örgütledikten sonra özel mülkiyet ilişkilerine saldırmanız gerekiyor. Ancak bu temeli de kuruttuktan sonra kadının kurtuluş mücadelesi başlayabiliyor, kadının kadın olarak mücadelesi başlayabiliyor. Yani bu çerçevede, yani kadının kurtuluş mücadelesi geçelim kapitalizm koşullarında başlamayı veya böyle bir mücadelenin verilmesinin mümkün olmasını, proletarya diktatörlüğü koşullarında dahi verilemiyor. Yani geçiş toplumu dediğimiz proletarya diktatörlüğü koşulları altında da kadının kurtuluş mücadelesi verilemez. O yüzden kadının kurtuluşu sosyalizmde değildir. Yani proletarya diktatörlüğünde olmadığı gibi sosyalizmde de değildir. Kadının kurtuluş mücadelesi ancak sosyalizmde başlayabilir. Yani komünizmin alt aşaması, ilk aşaması olan sosyalizmde başlar; üst aşaması olan komünizmde nihayet bulunur. Şimdi “kadınların kurtuluşu insanlığın kurtuluşudur” lafını da, Engels’in bu saptamasını da tekrar düşünelim. Niye böyle? Çünkü en son kadın kurtuluyor, yani kadın kurtulmadan insanlık kurtulmuyor anlamına geliyor. Kadınlar da önemlidir saptaması değil. Yani devletten sınıflı toplumdan kurtulsanız bile kadının esareti devam ediyor ve insanlık kurtulmuş sayılmaz. Kadınlar kurtulduktan sonra ancak insanlık kurtuldu diyebiliriz. Yani her şey bütün kurtuluş mücadeleleri bittikten sonra gelen bir şey bu. Ama bu sadece kadınlara özgü bir durum da değil, “Gotha ve Erfurt Programların Eleştirisi” üzerine tartışmalarımızı hatırlayın. Sosyalizm burjuvasız -burjuva hukukunun hüküm sürdüğü- bir toplumsal örgütlenme olarak komünizmin ön aşaması tanımlanıyordu. Bu ne anlama geliyor, neden hukuka ihtiyaç duyuluyor, yani burjuva devleti olmadan. Çünkü toplumdaki eşitsizlikler sürüyor sosyalizmde de. Şimdi toplumdaki eşitsizlikler sadece cinsler arasındaki iş bölümüyle sınırlı değil. Yani kadınlarla erkekler arasında bir iş bölümüyle sınırlı değil. Irkların eşitsizliği de var değil mi. Irkçılık nedeniyle ayrıma uğramış toplumsal kesimler var. Kürtlerin geri bıraktırılmışlığı var. Hindistan’ın az gelişmişliği var. Kırsal sorun var, kentle köy arasındaki dengesizlikler var. Bunların hepsi sırf proletarya diktatörlüğü zafere ulaştı, burjuvazinin köküne kibrit suyu döküldü, dünyanın her tarafında proletarya diktatörlüğü hakim oldu, küçük meta üretimi bitirildi, her yerde kolhozlar kuruldu, tarım kolektifleştirildi, toprak kolektifleştirildi diye İngiltere ile Hindistan arasındaki eşitsizlikler; kentle kır arasındaki eşitsizlikler, Kürtlerin kendi dillerini geliştirmek konusunda yıllardır yaşamış olduğu ayrımcılıklar, kadınların uğradığı ayrımcılıklardan doğan eşitsizlikler bitmiş olmuyor. Tersine, bu eşitsizlikleri gidermek için gerekli olan mücadele tam da asıl bu noktadan sonra başlıyor. Bu aslında başka bir yanlışa da işaret ediyor. “Küba’da sağlık sistemi çok iyi” diye anlatıyorlar ya, korona üzerinden mesela, “Mao’nun çıplak ayaklı doktorları emperyalist Çin’de bile sağlık için mücadele etmeye devam ediyor”  gibi kampanyalar yürütüyorlar. Yani, sosyalizm ne demek Türkiye Solu’nun imgesi olarak; “huzur demek, bir rahatlık demek, başımızın bir anlamda göğe ermesi demek, artık huzur içinde nefes almak demek”. Böyle bir “rahat edeceksiniz” demek. Komünist Enternasyonal’in çizdiği, Engels’in Marks’ın tezlerinde örtük olarak bulunan tabloda, bilakis sosyalizm çok yoğun, çetin toplumsal mücadelelerin gerçekleşeceği bir çağ demek. Sosyalizmden komünizme geçiş, fabrikalarda üretim 1’den 10’a arttığı için bolluk olunca, artık herkesin arabası olacak herkes rahatça uçağa binebilecek diye çözülmüyor. Kadınlar, ezilen uluslar, geri bıraktırılmış kesimler, köylüler haklarını bu ezilmişliklere bu önyargılara karşı mücadeleyi, sosyal mücadeleyi büyüttükleri için bu sorunlar çözülüyor. Kalkınma nedeniyle çözülmüyor. Yani kadının kurtuluş mücadelesi asıl olarak sosyalizmde başlıyor.

 

Bu bizim altını çizdiğimiz başka bir saptamamızla, hususla da uyum içerisinde. “İşçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır” diye bir saptama var değil mi. Bu genelde işçiler devrimi kendi kendilerine yapacaktır diye yorumlanıyor. Bizse aslında işçilerin kurtuluş mücadelesinin proletarya diktatörlüğünde ancak başlayabileceğini söylüyoruz, yani işçilerin işçi olarak kendilerini kurtarma mücadelesine daha doğrusu. Çünkü proletarya diktatörlüğünde devlet iktidarını ele geçirdikten sonra kendilerini bir sınıf olarak örgütleyip iktidarı kullanabilerek burjuvazinin üstüne yürüdükleri için kendi kendilerini kurtarabileceklerini söylüyoruz. Kadının mücadelesi daha da geç başlıyor. Burjuva feministlerle, işte bu reformist akımlarla komünistler arasındaki ayrımı daha çarpıcı şekilde, daha köklü olduğunu da gösterir. Çünkü -kadın sorununda- reformist akımların hepsi kadınların kurtuluşunun aslında bir proleter devrim olmaksızın da gerçekleşebileceğini savunurlar. Bunu da komünistlere devrimcilere yönelik “ertelemecilik” suçlamasıyla dile getirirler. “Ne yani şimdi tek yol devrim, devrimden sonra olacak, ee ölelim mi devrime kadar” diye bir saptama var. Yani “siz aslında komünistler olarak bu erkek egemen dünyanın keyfini sürmek için bizleri sınıf mücadelesi adı altında baskılıyorsunuz, böyle bir şeyi kabul etmiyoruz” diye özetlenebilecek bir eleştiri kümesi var. Şimdi bu birkaç anlamda sorunlu bir şey. Bulutsuzluk Özlemi’nin bir şarkısı var sözlerinde “çelişkiler keskinleşsin diye beklemekle mi geçecek ömrüm, acil demokrasi” geçen. Yani “hemen demokrasi istiyorum, ne yani devrim olacak da bilmem ne olacak da falan”. Şimdi birincisi bu şöyle problemli, önce devrim diyenler, kadınların sorunlarının çözülmesi için devrim şart diyenleri ertelemecilikle eleştirenler aslında devrimin zaten olmayacağını savunuyor. “Ölürüz biz devrim olana kadar, aslında siz önce devrim diyerek kadının mücadelesini öngörülemeyecek bir zamana erteliyorsunuz” diyor, yani kendi aslında devrim mücadelesine dair ufkunun sınırlılığını anlatıyor. Devrim mücadelesini öne çekmeyi, hızlandırmayı değil; kadın mücadelesini daha da geri plana çekmeyi anlıyor çünkü devrim zaten onun açısından olmayacak bir şey. İkincisi, acil görev dediğimiz zaman -yani bunun üzerinde biraz daha duralım- hemen zil çalıyor anlamına da gelmiyor. Komünistlerin acil görevi devrimdir deyince yarın devrim olacak anlamına gelmiyor bu. İlk olarak bunu yapmaları gerekiyor yani bunu yapmadan hiçbir şey yapamazlar anlamına geliyor. Siz işçilerin sorunu, Kürtlerin sorunu, kadınların sorunu, alevilerin sorunu devrimsiz de, devrimi beklemeden de çözülür deyince “devrim acil bir görev değildir” demiş oluyorsunuz. Aslında “şu veya bu kısmi sorun, devrim olmadan da çözülür” demiş oluyorsunuz ki o yüzden bu akımların hepsi reformist oluyor. Aileye laf eden reformist bir hareket, feminist bir hareket yok dedik ama aynı doğrultuda aileyi de yıkalım diyenler aslında aile gibi gerici bir kurumun, köklü bir kurumun devrim olmaksızın yıkılabileceğini savunmuş oluyorlar. Hayal yayıyorlar, yanlış bir şey söylüyorlar. Ve en sonunda vardıkları yer de var olan devletin aileyi daha adil, hakkaniyetli hale getirebilmesi için reformlar önermenin ötesine geçmiyor. Bu yüzden bütün bu akımların şaşmaz kaderi bu oluyor. Bunun diğer uzantısı da işte “Akp faşizmine” karşı İmamoğlu’nu desteklemek oluyor. Çünkü köylülük sorunu olsun ulusal sorun olsun, sınıf sorunu olsun, kadın sorunu olsun, kısmi bir sorununda ilerlemenin kat edilebileceğini, nihai bir çözümün gelebileceğini savunanların hepsinin varacağı yer sınıf uzlaşmasıdır. Şimdi bunu söylemek, “ee yani o zaman demek ki ha kadınlar mücadele ettiği zaman demek ki komünistler kayıtsız kalıyorlarmış, bize ne kardeşim siz asıl sınıf mücadelesi verin” demek anlamına mı geliyor? Böyle bir şey olabilir mi, Komintern tezlerine gördüğünüz zaman bütün mücadelelere gidin diyor. Bu mücadelelerin hepsini devrim mücadelesi için kaldıraç olarak kullanın diyor. Siz grev yapan işçilere gidip de hükümet devrilmeden bu grev başarıya ulaşmaz dediğiniz zaman -ki doğru söylüyorsunuz- o grevi küçümsemiş mi oluyorsunuz? Türk devleti yıkılmadan Kürtler özgürleşemez dediğiniz zaman Kürtlerin herhangi bir yerde verdiği bir direnişe kayıtsız kaldığınız anlamına mı geliyor? Aynısı kadınların mücadelesi için de geçerli. Kadınların şu ya da bu şekilde kendilerine yönelik cinsiyetçi baskıya karşı verdiği her mücadele kışkırtılmalı. Oraya gidip bu mücadele haklıdır meşrudur -nasıl işçilerin arasındaki mücadelede söylendiği gibi- ve o yüzden de zafere ulaşması için devlete karşı devrim mücadelesiyle birleşmelidir, o yüzden komünist siyasi bir çizginin çizdiği bir rotada ilerlemelidir demeniz lazım. Zaten mesele tam burada geliyor, “siz kendi devrim gündeminizi bize niye dayatıyorsunuz” diyor ekonomist tüm akımlar da. “Biz işçilerin durumunu düzeltmek istiyoruz devrim yapmak istemiyoruz, bize ne sizin devrimci taleplerinizden” diye bir mücadele çıkıyor. “Niye Kürtlerin mücadelesini proleter devrim mücadelesine alet etmeye çalışıyorsunuz? 8 Martları, 25 Kasımları niye böyle kendi devrimci sloganlarınızla katılıyorsunuz? Siz kadın değilsiniz bir şey değilsiniz? -aranızda olmayanlar var en azından- Bize ne sizin bu sorunlarınızdan?” diyen kaba, ilkel, ekonomist bir mantıkla çıkılıyor karşısına. Yani zaten komünistler bu sorunları önemsemeselerdi kimse komünistleri eleştirmekle uğraşmazdı, “zaten önemsemiyorlar biz kendi mücadelemizi verelim” denirdi. Kavga zaten tam da devrimci akımların bu mücadeleleri devrim mücadelesi için kullanmak istemesinden dolayı çıkıyor. “Kendimizi kullandırtmayacağız, biz devrim mücadelesi vermeyeceğiz” diyenler devrimcilere karşı çıkıyor. “Siz niye ilgilenmiyorsunuz” diye sitem edilmiyor. “Siz niye geldiniz, niye ilgileniyorsunuz” diye sitem ediliyor. Dolayısıyla yani çözüm devrimde diyenlere yönelik eleştiri bu konuya kayıtsız kalmalarından değil, kayıtsız kalmadıkları için yapılan bir eleştiri. Bunu unutmamak gerekiyor. Yani siyasetin “akıl öğretmek” anlamına geliyor çünkü akıl öğretmediğiniz zaman burjuva toplumunun temel varsayımları hakim kılınmış oluyor. Dolayısıyla komünistlerin çağrısı, siyaset yapma tarzı sadece temel hedefleri nedeniyle, asıl olarak seslendikleri sınıfsal kesim yani çalışan kadınlar proleter kadınlar olması nedeniyle değil aynı zamanda bu mücadeleyi yürütme tarzıyla da burjuva akımlardan ayrılıyor diyor Komünist Enternasyonal. Kadınların kurtuluşu kendi sorunlarına hapsolarak değil, kendi sorunlarıyla siyasal iktidar sorunu arasında bir bağ kurarak gerçekleşecektir diyor. Nasıl işçilerin sorunları iktidar sorunuyla, köylülerin sorunu, ulusal sorun nasıl devlet sorunuyla bağ kuruluyorsa kadınların da kendi mücadelelerine hapsolmaması; siyasi iktidar mücadelesinin parçası olması gerekiyor. Bu da ne anlama gelir, siyasallaşın demek sizin dışınızdaki doğrudan sizin sorunlarınızı yaşamayan ama çözümü aynı yerde gören kesimlerle -bu doğrultuda seferber olmuş kesimlerle- birleşin ortak hareket edin anlamına gelir. Yani bir siyasallaşın, iki kendi kabuğunuzdan çıkın anlamına gelir. O yüzden de kadın kadına eylemleri önermiyoruz diyor, çok mecbur kalınmadığı sürece -ki bunlar da kadınların en geri kesimleri için yapılan eylemler, ancak işte çıkamayan konuşamayan özel bir sorunu olan; Türkistan’dan falan bahsederken o konu geçiyor yani Türkmenistan’da Kırgızistan’da sömürünün baskının daha fazla olduğu, kadının en geri kaldığı en pasif olduğu yerlerde bile- zorunda kalınmadıkça kadınları ayrı bir şekilde örgütlememek lazım deniyor. Zaten teorik olarak aslında kapitalist toplumda böyle bir sorunun olmayacağı varsayılıyor. Türkiye’de tam tersine kadınların kendi kendilerine bir eylem yapması “kadın olma bilincine varma” olarak, “daha üst bir aşama” olarak görülüyor bu. Yani Türkmenistan’da bulunabileceğini varsaydığı şeyler Komünist Enternasyonal’in, Türkiye’de en ileri feminist teoriyi okumuş bilinçli unsurların hareketi savunduğu bir şey haline geliyor. Bu da başlı başına bir ironi. Çünkü siyasete eşit olarak katılması gerekiyor kadınların. Korunaklı, vesayet altında tutulan, serada yetiştirilen unsurlar değiller. Kendilerini tecrit ederek değil kendi dışındaki güçlere seslenerek onların mücadelesinin bir parçası haline gelerek yaparak yapabilirler deniyor. Bunun kendisi de zaten bizim 8 Mart türü eylemlerde takındığımız tutumla var olan reformist akımların arasındaki farkı ortaya koyuyor. Tüm bunları söylediğimiz zaman aslında bugün sözüm ona kadın meselesini önemseyenlerin, tıpkı partilerini “gençleştirmek” isteyenlerin, partilerini “işçileştirmek” isteyenlerin yaptığı gibi aslında bir tasfiye operasyonun koçbaşı olarak kullandığını görüyoruz bu sorunu. Çünkü bu mücadeleyi devrim mücadelesinin bir kaldıracı olarak kullanmak yerine Türkiye’de bilakis kendi bulundukları hareketi her türlü devrimci öğeden arındırmak için kullanılan bir tasfiye operasyonun parçasıdır; “gençleştirme, işçileştirme, kadın kotası”. “Erkek egemen davranışlara tutum alma” bahanesi budur. Bu en çok da PKK üzerinden yaşanmıştır yaşadığımız coğrafyada. Yani kendi içindeki tasfiyeyi gerçekleştirmek için kadın sorununa “bıyıklı bir adam” el atmamış olsaydı, böyle bu hatta ilerlemeyecekti. Yani Kandil’dekiler el atmasaydı. Yani Türkiye’de böyle “söke söke” verilmiş bir şey değil. Aynı şekilde -bizim daha önce yayınlarımızda belirttiğimiz gibi de- 80 sonrasında kadın mücadelesini büyütenler kadın hareketinin içinden gelenler -şu veya bu kesiminden gelenler- değil devrimci örgütlerden kurtulmak isteyen tasfiyeciler tarafından başlatılıyor. Yani aslında bugün kendilerini feminist olarak sunmak isteyenlerin hepsi devrimci örgütlerin altını oyan tasfiyeci sosyalistlerdir. O yüzden dünyanın hiçbir yerinde görülmeyen tuhaflıkta eylemler, etkinlikler Türkiye’de gerçekleşiyor. Hem buralar bir devrim toprağı olduğu için tasfiyecilik sorunu da o yüzden bu kadar yakıcı oluyor. Sonrasında bu da 8 Mart’ta kendini belli ediyor. 

 

Soru: Ben şunu anladım ve onu sormak istiyorum. Direkt sorayım aslında. Yani bu senin anlattıklarının içerisinde aslında bizim Türkiye’de kadın sorununa dair ya da kadınlarla ilgili bir şey yapılacaksa birlikte yapabileceğimiz hiçbir siyaset yok aslında çünkü hepsi şu an feminist ve biraz daha net ifade etmek gerekirse burjuva devlet aygıtını destekleyen hatta şöyle yapılsın böyle yapılsın diyen çalışmalar yürüyorlar. Yani bütün kendine devrimci diyen akımlar da bu teşhirin içerisinde. Yani bu koşullarda aslında ortak bir çalışma yürütebileceğimiz bile yok gibi. Öyle mi?

 

Soru: Bu sorunun devamı olarak, kendine “sosyalist feminist” “komünist feminist” diyebilen, kendini devrimci olarak addeden unsurlarla nasıl konuşabiliriz? Hangi noktada ayrımlarımızı gösterebiliriz? Bunun üzerinden şunu söylemek istiyorum aslında Türkiye’deki kadın hareketi ve cinsel yönelim üzerinden eşitsizliklerle ilgili mücadeleler siyasi mücadeleler midir? Siyasi mücadele diyebilir miyiz bunlara? Bir mücadeleyi ne siyasi mücadele yapar? Bir yandan da bunun üzerinden “daha demokratik” gözüken diğer burjuva diktatörlüklerinde kazanım olarak adledilen bazı sonuçlar alınca oradaki hareketler Türkiye’deki hareketler de bunun üzerinden sanki bunlar kazanımmış gibi “bir şeyler elde edebiliyoruz bu mücadele tipiyle” sonucunu çıkarıyorlar. Bu ödün verme olarak addedebileceğimiz, kazanım olmayan şeyleri nasıl açıklayabiliriz? Neden bunu yapıyorlar diğer “daha ileri” demokrasiye sahip olduğu iddia edilen burjuva diktatörlükleri? Ve bir yandan da Türkiye’de bu mücadelelerin daha çok üniversite çevrelerinde sürdürülmesi açısından ve söylemlere baktığımızda daha ayrıcalıklı kısmi bir kesime yönelik bir mücadele çağrısı, onun taleplerine dair mücadele çağrısı olduğunu söyleyebilir miyiz? Bunlar bir “fanusun” içindeler mi? Bu yüzden mi böyle oluyor bu? Buradan da işçi aristokrasisi meselesine değinebilir miyiz?

 

Soru: Ben şimdi “kadınların kurtuluşu insanlığın kurtuluşu” dediğimizde neden yani bir proletarya diktatörlüğü, neden sosyalist bir sistem değil de komünist bir sistemde; yani sosyalist sistemdeki engeller ne ki kadının kurtuluşunun nihai olduğu söylenmiyor? Engel olan şeyler ne yani? Bir burjuvazi anlayış biçiminin mi hala hakim olduğunu düşünüyoruz veya bu böyle mi? Bu engeller nedir bunları biraz daha açarsan iyi olur diye düşündüm. 

 

Soru: Demin bahsedilen işte “sosyalist feminist” olarak kendini tanımlayan kesimlerde özellikle Rojava sürecinde bir şey çıkmıştı. “Bir kadın ordusu var Kürdistan’da savaşan, özerk bir silahlanmış kadınlar birliğinden” bahsedebiliyoruz. İşte önceki yasal zemindeki mücadeleyi siyasi bir mücadele olarak görmeyen feminist kesimler dahi bu eleştiriyi yapabiliyorlar ama mevzu silahlanmış bir kadın birliği olduğunda onlar için siyasileşmişti mevzu aslında. İşte “kadın devrimi, bir kadın devrimi gerçekleşiyor, erkeklerden bağımsız bir silahlı bir güç olarak kadının varlığı”. Bunlara ne diyeceğiz?

 

Soru: Yani özellikle “gericilik” yıllarında diyor. Yani gericilik yılları genellikle işte örgüt kaçkınların disipline edilemediği kaçıp gittiği yıllar olarak tabir ediliyor. Şimdi Türkiye’deki gelişmeye baktığımızda da 80 öncesi bir kadın örgütlenmesi bir kadın sorunu meselesi üzerinde bir yazılıp çizilen yok. Ama 12 Eylülle beraber aslında devrimci örgüt kaçkınlığından doğan hareketler olarak adlandırabilir miyiz? Onlar değil mi yani?

 

Soru: Ben bir şey soracağım. Bu burjuva sosyalistlerinin aynı zamanda şöyle bir eğilimi söz konusu. Kadının sadece kadın olmasından kaynaklanan kimliksel taşıdığı ve içinde bulunduğu durumdan maruz kaldığı kimi bir takım baskılar mevcut. Fakat bunda şöyle bir ayrım gözetilmiyor, yani bir burjuva kadının da aynı sorunlardan muzdarip olduğunu dile getirip aynı zamanda proleter kadınların da aynı sorunlar olarak kesiştiği dile getiriliyor. Bizim burada yaklaşımımız ne olmalı? Yani bu şekilde bir ayrımı nasıl değerlendirmemiz gerekiyor?

 

Soru: Benim bir sorum olacaktı. Şimdi normalde bir takım eylemlere katılırken ya da Komünist Enternasyonal’deki cephe taktiklerine baktığımız zaman sürekli şunu referans alarak hareket ediyoruz. Komünistler birleşik işçi cephelerinde ya da şurada burada kurdukları cephelerin hepsinde kendi bağımsız siyasetini kurgulayabildiği müddetçe, açığa çıkarabildiği müddetçe, bunun zeminini bulabildiği müddetçe bu cephelerin ittifakların içerisinde yer alır diye Komintern’in öne koymuş olduğu stratejik hatta biz kendimize uygulamada referans alıyoruz. Şimdi haliyle yapılan mitinglerde de kendi özel sayımızı, pankartımızı, sloganımızı taşıyıp taşıyamadığımıza bakarak hareket ediyoruz. 8 Martları düşündüğümüz zaman muhtemelen ki karma mitingler artık pek olmuyor ki bundan sonra da pek olacağa da benzemiyor artık. Şimdi böyle bir mitingde fiziki olarak bile kendi durduğumuz yani karma bir şekilde katılabileceğimiz bir zemini bize yasaklayan bir mitingde katılmış olmamız bize siyaset yasağı koyan bir yere girmekle aynı anlama gelir mi? Eğer bu anlama geliyorsa bizim ne işimiz var 8 Mart mitinginde dememiz icap eder. 

 

Soru: Ben de şöyle bir şey sorayım. Hani kadının kurtuluşu sosyalist süreçte başlar diyoruz ya komünist sürece gelindiğinde de biter diyoruz. Şimdi kadının kurtuluşu o süreçte başlıyorsa bu kurtuluş süreci sınıflı toplumların var olduğu, yani şimdiki dönemde hani nasıl ki böyle burjuvazinin diktatörlüğünün baskısına maruz kalınıyor yeri geliyor faşist baskılara maruz kalınıyor falan yani o sosyalist süreçte kadınların kurtuluşu nasıl başlıyor ki yani o süreçte böylesi baskılar mevzu bahis olacak mı yoksa farklı bir şekilde yani sosyalizm içerisinde sorunsuz bir şekilde o sorunlar ortadan kalkacak mı?

 

Soru: Kollontai’nin kadın sorununa bakış açısına ve kadın mücadelesindeki yaptıklarına Bolşevikler nasıl bakıyordu, KöZ nasıl bakıyor? Mesela en son kadın partisi üzerinden bir takım çalışmaları vardı. Okuduklarım üzerinden çıkarttıklarıma göre biraz rahatsızlık veren şeylerdi bunlar. Yani Bolşevikler nasıl bakıyordu, KöZ nasıl bakıyor?

 

Konuşmacı: Yani Bolşevikler nasıl bakıyorsa biz de öyle bakarız.

 

Görüş: Şimdi ben önce üzerinden konuşulan Komintern tezlerinin ne anlama geldiğini genel çerçevesini hatırlatmam gerekiyor. Esas itibariyle kadınlar arasında komünist çalışma başlığı altında ve kadınlara yönelik çalışmada neler öne çıkarılmalı ve niçin bunun içinde kadın işçiler ağırlık kazanmalıdır vurgusu var. Burada demin yoldaşın da söylediği gibi yani  devrim ve proletarya diktatörlüğü için mücadeleye kadın işçiler çekilmeli ve bir kadın hareketinden somut olarak bahsedilmese de kadınların arasında komünist kadın işçilerin ağırlık kazanması yönünde bir vurgu var. Burada açıkçası kadın erkek iş bölümü, bunun kaynağı, nasıl ortadan kalkacağına dair de fazlaca bir şey yok. Dolayısıyla buradaki saptamaların esas itibariyle neye tekabül ettiğini hatırlatmak gerekiyor. Her şeyden önce Marks ve Engels’in daha çok bu kadın erkek arasındaki iş bölümü ve iş bölümünün ortadan kaldırılması aynı zamanda komünizmin de bu iş bölümünün ortadan kaldırılması anlamına geldiğini birlikte yazdıkları en teferruatlı metin Alman İdeolojisi ve fakat Komünist Enternasyonal’in kongrelerine katılan, bu tezlerin yazılmasında yer alan delegelerin hiçbirisi Alman İdeolojisi’ni görmedi ve okumadı. Çünkü Alman İdeolojisi yani tamamlanmamış notlar halinde ancak 1936’da ilk defa gün ışığına çıkacak. Biz, ben mesela Komünist Enternasyonal tezlerinden önce Alman İdeolojisi’ni okudum dolayısıyla bunları o çerçevede yorumlama imkanına sahip olabiliyorum. Yani işbu kadın erkek arasında emeğin toplumsal kategorilere bölünmesi ne anlama gelir ve niçin bunun ortadan kalkması komünizmin zorunlu bir koşuludur konularını daha önce buradan biliyorduk fakat bu tezleri yazan ve oylayan delegelerin hiçbirisi bu genel çerçeveden haberdar değildi. Bir kere onu akılda tutmak lazım. İkincisi bu tezler dar anlamda bir şey yani komünistlerin kadınlar arasındaki çalışması üzerine daha çok yani en uzun birkaç tane karar var Komünist Enternasyonal’in ilk dört kongresinde ama en teferruatlı olan madde madde sıralanmış çalışma yöntemleri daha çok komünistler kadınlar arasına niye gitmeli ve burada ne yapmalı konusu üzerinde duruyor. Şimdi somut bir hatırlatma babında şunu söyleyeyim yani biliyoruz ki Lenin Rusya’ya o meşhur mühürlü trenle döndüğü zaman yanında Krupskaya yoktu. O trenden bir sürü insan indi Menşevik Bolşevik filan bunlar arasında hayatını Lenin’in yanında geçiren Nadejda Krupskaya yoktu. Çünkü o çarın devrilmesinin Şubat Devrimi’nin hemen arkasından kendi başına Rusya’ya döndü ve Petrograd’da “ilk iş yani biz bugüne kadar kadınlar arasında çalışmayı ihmal ettik buna önem vermeliyiz derhal” -yani bizim o belgeselde filan da anlatılan “Çarı Deviren Kadınlar” fikriyatı üzerinden anlatılanlarda olduğu gibi-. Herkesin sürpriz bir şekilde gördüğü şey 1917’deki 8 Mart’ta kadınların başlattığı bir eylemin bir ayaklanmaya dönüşmesi ve ardından çarın tahtını terk etmesi olayıdır Şubat Devrimi diye anlatılan şey. İşte bunun üzerine Krupskaya’nın ilk işi “bir, biz bugüne kadar kadınlar ve özellikle kadın işçiler arasında yeterli çalışma getirmedik derhal buna yönelik örgütler kurmalıyız” diyor ve hakikatten daha Şubat Ekim arasında Petrograd’da Moskova’da ve bazı başka yerlerde kadın ve yoğunlukla da kadın işçiler arasında bir takım örgütlenmeler bir de genç yaştaki işçilerin örgütlenmesine yönelik girişimlere öncülük ediyor Krupskaya. Bunlardan çok fazla bahsedilmez ani sanki işte Lenin’in yanında “üşüteceksin hırkanı giy” filan diyen bir kadın gibi algılanır. Bolşevik Partisi’nin Merkez Komitesi’nde yer alan militanlardan bir tanesidir Krupskaya. Dolayısıyla bir bu gecikerek fark edilen bir şeydi. Benzeri bir şey daha var. Lenin dördüncü kongrede Alman komünistlerine hitaben diyor ki “biz köylü içinde çalışmayı da ihmal ettik vaktiyle ve bu daha sonra bize iç savaşta ciddi bir fatura olarak çıktı şimdiden Alman komünistleri gecikmeden köylüler arasında da çalışmalıdır, buna önem vermelidir; bizim karşılaştığımız güçlüklerle karşılaşmamak için” diye bir konuşma yaptı. Şimdi kadınlarla ilgili, kadınlar arasındaki çalışmanın yöntemleri hakkındaki tezlere bakarken evvela bir kere bunları hatırlamak faydalıdır. Bir şey daha hatırlamak gerekiyor. Bunlar hangi çerçevede, bunlar kadın erkek arasındaki cinsiyetçi iş bölümün kökeni, anlamı, nasıl ortadan kalkacağı filan hakkında hiçbir şey yoktu bu tezlerde. Kadın işçiler arasında çalışma, bunların sınıf mücadelesine katılması, devrim ve proletarya diktatörlüğü mücadelesinde özellikle kadın işçilerin rol almasına dönük fikirlerdir. Şimdi sanırsınız ki bugünlerde moda olan işte bu “eş-başkanlık, kadınları öne çıkartmak” falan diye anlatılan bir sürü hikaye var. Bunun tam tersi doğrudur. Yani işte kadınlarla erkekler arasındaki eksiklikleri gidermek için bir takım “kotalar tanımak, pozitif ayrımcılık uygulamak” filan çok moda ve bunu üzerinde devrimci etiketi taşıyan partilere de taşımak moda. Asla böyle bir şey yoktur. Yani neden yoktur eğer bahsedilen parti Ne Yapmalı’da tarif edilen partiyse o parti kendini profesyonel devrimcilerle sınırlar ve bunlar arasında herhangi bir eşitsizlik ve hiyerarşik şey yoktur. Devrimci bir örgütte yani Ne Yapmalı’yı, Bolşevik Partisi’ni esas alan, bundan esinlenen, Komünist Enternasyonal’in örgütlenmesi ile ilgili esas alan bir partide “o kadın bu erkek, ona torpil yapalım kota ayıralım” filan olmaz çünkü tanımı gereği hepsi aynı nitelikte aynı vasıfları taşıyan ve aynı ödevleri, görevleri yerine getiren profesyonel devrimcilerden ibaret; kendini bunlarla sınırlayan bir örgütten bahsediyoruz. Burada kota mota olmaz. Buna karşılık bağımsız olarak bu devrimciler örgütünün dışında kurulan muhtelif kadın hareketleri, kadın örgütlenmeleri varsa bunlara da prensip olarak pozitif yaklaşılır. Yani bu haktır, iyidir, olumludur, böyle şey olsun. Ama burada bahsedilen, bu tezlerde komünist kadın örgütlerini biz kuralım kadınlar arasında çalışma yapacak bir takım örgütleri kuralım diye bir öneri ve tespit de var ayrıca. Ama bunu esas komünist partilerinin yapısından ayrı tutmamamız gerekir. Burada söylenenler yani kadınlar arasındaki komünist çalışma hakkında söylenenler ilk defa bu tezlerde söylenmiyor. Yine geri dönelim Ne Yapmalı’da ekonomistler eleştirilirken ne diyor Lenin? Diyor ki her kim ki işçilere yalnız işçilerin sorunlarından bahseder sonuçta hakim ideolojinin peşine takar işçileri. Tam tersine işçilere sadece onların işverenle arasındaki sorunları değil toplumun bütün kesimlerine giderek bu kesimlerin sorunlarını işçi hareketine işçi sınıfına taşımak gerekir, oraya dışarıdan bir bilinç getirmek gerekir. Şimdi burada kadınlara yönelik mevzuyu da böyle kavramamız gerekir. Yani biz komünistlerin kadın hareketiyle ilgilenmesi, kadınların sorunlarıyla ilgilenmesi ve bu sorunlar hakkındaki siyasi gerçekleri işçi sınıfına taşıması tastamam Ne Yapmalı’da ekonomistleri eleştirirken Lenin’in söylediğinin yerine getirilmesidir, böyle bakılması gerekir. Ve bunun “işte kadınlar bu fikirleri alırlarsa o zaman kurtulurlar, işte o zaman özgürleşirler”, bunlar -yoldaşın dediği gibi- reformist şeylerdir; devrim meselesini dikkate almayan yaklaşımlardır. Şimdi böyle bakarsak yani bugün komünistler kadınlar arasında bir çalışma yaparken niçin önce kadın işçilere yönelmeyi tercih ederler ve ikincisi bunları yaparken ne yaparlar; işte kadınların sorunlarını işçi sınıfının diğer kadın olmayan kesimine taşımak. Tabii ki bunun için de bu taşıyıcıların arasında komünist kadınların olmasında bir zaruret vardır. Öyle bakılması gerekir. Bu tezlere bakarak kadınlar nasıl kurtulur, kadının kurtuluşu ne zaman olur görülmez. Ama biliyoruz ki insanlığın kurtuluşu kadın, erkek, yoldaşın anlattığı gibi Hindistan ve İngiltere, kırla kent vesaire arasındaki daha eski kökleri geçmişe dayanan iş bölümünün, hiyerarşik iş bölümünün ortadan kalkması sağlanmadan insanlığın kurtuluşu sağlanamaz. O nedenle esas olarak kadınların kurtuluş mücadelesi de tam da buraya giderken ki geçiş döneminden itibaren başlar ve sınıfsız toplumun ilk aşamasında dahi gerçekleşemez. Yani sınıflar ortadan kalktıktan sonra dahi, sınıfsız bir toplumun en üst aşaması yani en gelişkin evresine sıçrayabilmemiz için kır-kent, kadın-erkek, kafa-kol emekleri arasındaki hiyerarşik iş bölümünün ortadan kalkmış olması lazım. Yani orada olacak. Şimdi buna burjuva feministler vesaire ne diyorlar? “Ya işte siz kadın meselesini sonraya erteliyorsunuz. Şimdi istiyoruz, hemen istiyoruz.” tıpkı işte “demokrasi hemen şimdi, acil demokrasi” vesaire şeylerinin moda olması gibi. Bunu diyenlere evet biz katılmayız ama onları düşman diye de görmeyeceğiz yani bu hareketlerin aslında devlete karşı sınıf mücadelesinin yedeğinde gitmesi gereken hareketler olduğunu düşünmeli ve bu hareketlere dair meseleleri gerçekleri de işçi sınıfına taşımamız gerekir Ne Yapmalı’nın dediği gibi yani işçiler sadece kendi meseleleriyle değil aynı zamanda bunlarla da ilgilenmeli. Şimdi iki tane somut örnek vereceğim. Bir arkadaş sordu bu sosyalist-feministler falan ne olacak diye. Yani mesela Troçkistler arasında ilk ayrılık 80 sonrasında tam böyle bir şeyden oldu. Yani bir gün şey işimiz vardı Ülker fabrikası önünde bildiri dağıtılacak aynı gün bir de sosyalist-feministler tünelde siyah bir protesto örgütleyeceklerdi. Şimdi bizim yoldaşlarımızdan bir kadın yoldaş da önce oraya katılıp ondan sonra apar topar oradaki kıyafetiyle apar topar Ülker fabrikası önüne. Yani dedik ki “sen gelme yani orada zaten gericilerin hakim olduğu bir fabrikanın önünde bildiri dağıtıyoruz bir de orada sana sataşacaklar, biz orada seni savunacağız, kavga dövüş edeceğiz, bildiriler elimizde kalacak buna gerek yok lütfen katılma.” Şimdi birilerinin feminist mücadeleye katılmasının, kadın hareketi mücadelesine katılmasının hiçbir mahsuru yok. Biz bunu negatif bir şey olarak görmeyiz. Ama bir devrimci örgütün militanı o devrimci örgütün işlerini önce yapar, iki merkeze; yani kadın hareketinin ihtiyaçlarına -hele bir de erkeklerin kabul edilmediği eylemlere gider- yine gelir ötekilerine katılır, bu olmaz. Onun için de feminist olmak ayıp bir şey değil, sosyalist-feminist etiketini taşımaya gerek yok tam tersine sosyalist-feminist akım bu burjuva feminist akımın işçi sınıfı saflarına devrimci örgütler üzerinden sızmasına hizmet eden bir şeydir. O yüzden komünistlerin bünyesinde bunlara yer yoktur. Gayri meşru oldukları için değil hayır bu profesyonel devrimciler örgütünün çalışma ilkeleri, tarzı ve ihtiyaçlarına uygun olmadığı için. Feminist mücadeleye katılmak isteyenler sade feminist olarak oraya katılabilirler ama feministlerin devrimciler örgütüne komünist örgüte katılmasına engel olmak lazım. Şimdi bir de bu Rojava ile ilgili bir soru gelmişti, onu da burada bir seneden fazla Rojava’da bizzat yer alıp mücadele eden üç tane kendine “liberter komünist” diyen üç tane militan burada deneyimlerini anlatırken özellikle devamlı Rojava’daki kadınların ne kadar önemli bir yer aldığı nasıl özgürleştiklerini anlattılar falan. İşte “önde onlar oturur, şu işleri alırlar, eş başkanlık sistemi vardır” falan feşmekan. Bu anlattıkları toplantıların afişinde de omuzunda kalaşnikof olan bir kadın militan vardı, YPJ militanı. Ben orada sordum, siz orada o kadar zaman orada geçirdiniz Suriye’de bir tek YPJ’nin içindeki kadınlarla mı rastlaştınız, hep onları anlatıyorsunuz, onların sahip olduklarını anlatıyorsunuz ama Rojava’daki kadınların hepsi YPJ militanı mıdır ki bunlardan bahsediyorsunuz sadece. Burada bu kadınların elde ettikleri ayrıcalıklar ve kazanımlar, bir bütün Rojava Kürdistan’daki kadınlara aynı biçimde yansıyor mu, iki; Suriye’nin geri kalan kısmını da bunlar etkiledi mi. Bunlarla ilgili bir fikirleri yok. O zaman ben size söyleyeyim dedim neden olduğunu, bu bahsettiğiniz özgürleşmiş kadınlar omuzunda kalaşnikofu taşıyanlardır ve Rojava’daki o ya da bu sistem bugün Kuzeydoğu Suriye Federasyonu falan denen şeyin getirdiği bir takım avantajlardan değil, kendi omuzunda silahıyla ölümüne bir mücadeleye katılan kadın militanlar kendini ezdirmez, bunda da şaşılacak bir şey yoktur ve bunun kadının kurtuluşuna ne kadar katkı yaptığını buna bakarak söyleyemezsiniz. İşin doğrusu evet kadınların kurtuluşu için mücadele insanlığın kurtuluşunun işareti olacak. Kadınlar kurtulmadan insanlığın kurtuluşundan bahsedemeyiz ama burjuva diktatörlüğünün yıkacak bir devrim olmadan da kadınların asıl kurtuluş mücadelesi başlamayacak. Bunu vurgulayacağız. Komünistlerin kadınlar arasındaki çalışması da bütün kadınları bu fikre kazanmak için değil özellikle kadın işçiler arasından komünist militanları devşirip o devrimci partinin saflarına katmak için bu amaçla yürütülür ve bu kadınlar da burjuva ideolojisinin bütün yönlerinin olduğu gibi feminizm kanalından işçi sınıfına bulaştırılan oportünist fikirlere karşı mücadelede de uzmanlaşmış profesyonel devrimciler olarak katılmalıdır. Ben bunlara işaret etmek istedim, teşekkürler. 

 

Konuşmacı: Şimdi ben sorulara sırasıyla yanıt vereceğim. Yani tekrar olduğu yerlerde de zaten bunu yanıtlamıştım diyeceğim. İlk soru aslında “yani bizim birlikte iş yapabileceğimiz bir -aslında senin diğer eylem sorunla da bağlantılı- akım yok çünkü hepsi aslında burjuva reformist kategorilere giriyor” diye bir soruydu. Böyle bakmak yanlış olur. Yani bir şey yapmak kavramı muğlak bir ifade, ortak bir çalışma yürütmek de muğlak bir ifade. Çünkü ortak bir devrimci mücadele yürütmek, ortak bir enternasyonal kurmak, ortak bir kadın hareketi başlatmak kastediyorsan bunları yapamayız. Ama bir eylem birliğini kastediyorsan bir şey yapmak derken, yapabiliriz hatta yapmalıyız çünkü demin de bahsettiğim gibi ilk turda birleşik cephe taktiğinin kendisi bunu şart koşuyor. Yani biz sadece bizim doğru bulduğumuz bize uygun akımlarla değil kadın hareketi, işçi hareketi, köylüler, ezilen ulus içerisindeki diğer akımlarla da ortak bir eylem birliği çağrısında bulunmalıyız ki onların reformist siyasetlerini teşhir edelim, gözler önüne serelim. Onların ezilenler arasında veya işçiler arasındaki hakimiyetini kıralım onları alt edelim siyasi olarak. Dolayısıyla bir iş yapmamız kesinlikle gerekiyor. Şimdi bir eyleme katılmak meselesi de öyle bir şey. Biz yani şu eyleme katılırız bu eyleme katılmayız demiyoruz. O zaman 1 Mayıslara da bir anlamıyla katılmamız lazım -üst aratılan- yani bizim uygun bulmadığımız bir dizi konuda sansür uygulanan eylemler bunlar. Yani şu ya da bu eyleme katılarak ortak bir ittifak kurduğumuzu kapitalizme, emperyalizme, burjuva diktatörlüğüne karşı birlikte mücadele ettiğimizi, birbirimizden güç alarak mücadele ettiğimizi savunmuyoruz. O reformistlerin mantığı yani eylem birliğini güçsüzlükten kaynaklanan ancak düşmanı birlikte alt edebiliriz şiarıyla yan yana gelmeyi şart koşan akımların. Biz bir eyleme genellikle -çünkü komünistler genelde sınıf içerisinde azınlıkta olacaklardır hatta devrimden sonra da azınlıkta olacaklardır- işçiler arasındaki, ezilenler arasındaki burjuva akımları teşhir etmek, onların egemenliğini kırmak amacıyla, sınıfın üzerindeki hakimiyetimizi artırmak amacıyla katılıyoruz. Dolayısıyla onların koyduğu yasaklar bizim bir eyleme katılmamamızın gerekçesi olamaz. Katılmamayı tercih edebiliriz zaman zaman ama bizim temel yönelimimiz o tecritleri nasıl kıracağımız, onların kurduğu duvarları aşarak kendi propagandamızı ajitasyonumuzu nasıl yapacağımız üzerine olur. 8 Martları da başka eylemleri de bu genel çerçevede değerlendirmek lazım. Nitekim bizim son 8 Mart’a dair aldığımız karar da o doğrultuda bir karar yani gene böyle bir tecrit olacak pespaye bir eylem olacak işte ne dedik biz kadın gerillaların, tutuklu kadın devrimcilerin, sosyalistlerin fotoğraflarıyla yürüyeceğiz dedik. Burada ‘Seçimleri Beklemeyeceğiz’e dair alternatif bir kürsü kuracağız dedik. “Aa yasak koydunuz, biz de küstük” ya da “biz gelmiyoruz” demek yerine tersine “buraya bu şekilde müdahale ederiz” kaygısıyla hareket ettik, bu da bununla uyumludur. Şimdi “sosyalist-feministlerle nasıl konuşabiliriz başkalarıyla nasıl konuşabiliriz” dediğimiz zaman, bir, biz kimseye “niye sendikacısın” diye sormadığımız gibi yani şu ya da bu muhtelif kısmi sorun hakkında niye mücadele verdiğini sormadığımız için “sen niye kadınların kurtuluşunu savunuyorsun” diye de sormayız. Yani feminizme köken olan sorunları tartışmayız biz bunlarla zaten. Ve genel olarak da sosyalist-feminizm doğru mudur yanlış mıdır çerçevesinden değil, benim en başta çizdiğim; hatırlattığım çerçeveden yaklaşırız. Yani herhangi bir siyasi iddia “sosyalist-feminist” olsun “marksist leninist komünist” desin kendisine, kendisine ne dediği bizim açımızdan çok önemli değil. Kendisini ne şekilde tanımlarsa tanımlasın bir akımla devlet ve devrim sorununa nasıl yaklaştığı, ayaklanma sorununa nasıl yaklaştığı üzerinden tartışırız. Şu ya da bu toplumsal kesimin sorunlarının devrimden bağımsız çözülüp çözülemeyeceği meselesi üzerinden tartışırız. Yani kendi zeminimizden tartışırız, onların meseleyi tartışmak istediği sorunlar kümesi üzerinden tartışmamamız gerekir. Ve “zaten ben ilgilenmiyorum siyasetle, ben kendi toplumsal sorunlarımla ilgileniyorum” diyene de biz siyasetle ilgilen deriz ona yani senin aslında bu dediğin sorunlarla devlet arasında bir ilişki olduğunu göstermeye çalışırız. “Sen niye bu sorunlarla ilgileniyorsun” diye bir tartışmamız olmaz. Aslında Türkiye’de kendini sosyalist feminist diye tanımlayan akımların -aynı zamanda başka bir yoldaşın sorusunda gizli bir yanıtı var- yani aslında devrimci örgütlere yönelik tasfiyeci eleştirileri var biz onlarla o eleştiri bağlamında aslında onların tasfiyeci bir konumda yer aldığını göstermek için de tartışırız. Yani genel olarak her sosyalist feministle değil ama kendini bu şekilde var eden akımlarla o eleştirileri üzerinden tartışırız. 

 

“Cinsiyetçiliğe karşı mücadele siyasi bir mücadele midir? Değil midir? Toplumsal bir mücadeledir.” sorusu. Biz bir mücadeleye toplumsal bir mücadele dediğimiz zaman kadının sorunun siyasi bir sorun değildir toplumsal bir sorundur esas itibariyle toplumsal bir mücadeledir dediğimiz zaman şunu demek istemiyoruz “aslında bu sorunların siyasetle ilişkisi yok”. Zaten öyle diyor olsak “bunlar devrimsiz de çözülür, devrimle alakasız, devletten bağımsız sorunlar” derdik. Yani “özel alan politiktir” saptamasına bizim itirazımız “bir kadının evde yediği dayağın devlet iktidarından, kapitalizmden bağımsız olduğu, özel bir ilişkinin, özel olan özeldir o da iki kişi arasında bir sorundur” dediğimiz için itiraz etmiyoruz. Elbetteki siyasal ve toplumsal düzenle ilişkisi var. Tam da bu nedenden bu sorunun çözülmeye başlanabilmesi için öncelikle devlet sorununun çözülmesi lazım, devletle bağlantılı olduğu için. Onun sosyal bir sorun olması o sorunun devlet iktidarıyla ilgili politik sorunlar halledildikten sonra da kalmaya başlayacağı için sosyal bir sorun olduğu anlamına geliyor. İkincisi, “özel alan politiktir” diyenler aslında kendi özel alanlarında verdikleri mücadelenin de -yani devlete karşı verilmeyen mücadelenin de- verdikleri özel mücadelenin de politik bir mücadele olduğunu kastediyorlar. Yani sivil toplumcu, dayanışmacı daha uzattığınız zaman, bir cemaat kurmaya bir yaşam alanı yaratmaya çalışanların mücadelesinin de politik bir mücadele olduğunu kastediyorlar. Bu doğru değil. Yani küçük bir atölyedeki ustabaşının sana bağırması da politik bir sorun, işyerindeki küfür de politik bir sorun ama sen ustabaşını dövdüğün zaman, o sorunu o atölyede çözdüğün zaman -işçileri örgütleyip- politik bir mücadele vermiş olmuyorsun. Yani burada kastedilen şey, Komünist Manifesto’yu hatırlayalım “her sınıf mücadelesi politik bir mücadeledir” dendiği zaman işçiler ne yaparsa bu politik bir nitelik taşır anlamına gelmiyor, her grev politiktir anlamına gelmiyor. İşçilerin mücadelesi ancak devlete karşı devrim mücadelesi olursa sınıf mücadelesi anlamını taşır. Ancak politik olan mücadeleler sınıf mücadelesi anlamını taşır. İşte kadınların kurtuluşu doğrultusunda verilecek mücadele buradan başlamalıdır diyoruz. Şimdi bu mücadelede kazanımlar elde edilebilir mi? Tarihsel olarak baksanız aslında elbette reformlar mümkün ama -Lenin sanırım silahsızlanma üzerine bahsediyor- o reform mücadelesi de reform mücadelesi olarak verilmiyor aslında. Reformların kazanımları da genelde bir devrim mücadelesinin yan ürünü olarak, genelde başarısız bir devrimden sonra verilen bir “sus payı” olarak gerçekleşiyor. Yani kadınların oy hakkı kazanma mücadelesi de genelde Birinci Paylaşım Savaşı sırasında Avrupa devriminin önünün kesilmesi sırasında elde ediliyor zaten. Yoksa durup dururken hiçbir şey yokken ortalıkta birden bire kadınların başlattığı bir mücadeleden olmuyor. Başka kısmi, önemli politik haklar da kadınların kazandığı bu türden devrimci mücadelelerin olduğu veya emperyalizm çağındaki başka mücadelelerle, uzantısı olarak, devrim mücadelelerinin uzantısı olarak geliyor. Kaldı ki çoğu zaman da bu reformların kendisi de bütün katmanlara da aynı şekilde yaramıyor. Şimdi şey mi diyeceğiz “Avrupa’daki işçilerin durumu da düzeldi yani, işçiler artık eski durumlarında değildir” diyebiliyorsak “kadınlar da durumlarını düzelttiler” -bugün Türkiye’de bir dizi reformist “yıllar yılı işçi sınıfının verdiği mücadeleler sonucunda” diye anlatıyor, 1 Mayıslarda şuralarda buralarda yani reform yoluyla verilen mücadelelerin sonucunda “işçiler bu standartlara kavuştular”. Yani bizim söylememiz gereken iki şey var, birincisi, o standartlar herkes için geçerli değil -demin yoldaşın da sorusunda bahsettiği gibi- aslında sınıfın büyük bir kesimi bundan faydalanamıyor yani işçi aristokrasisi var geri kalanı da bunlardan mahrum daha perişan halde oluyor genelde. Aynı şey kadınlar için de geçerli. Kadın hakları Almanya’da düzeldiği zaman Alman erkekler Tayland’a çocuk fuhuşu için gidiyorlar. Yani o patlıyor, en fazla Tayland’a Almanlar gidiyor. Ya da tersinden kadınların sokağa çıkma hakları aynı zamanda Moldovyalıların Türkiye’de çocuk bakıcısı, temizlikçi olarak çalışmasıyla paralel olan şeyler. Olayın bir bu boyutu var. İkincisi, böyle bir boyutu olmasa bile aslında kazanılan şey o kadar küçük bir şey yani işçinin ücreti günlük 10 liradan 20 liraya çıktığı zaman veya sağlık sigortasına kavuştuğu zaman bir yanda durumu düzelmiş olmuyor asıl sorun çözülmüş olmuyor. Bu geçici kısmi bir rahatlama anlamına geliyor. Yani bunun kendisini işçilerin kurtuluşu yolunda bir merhale olarak görmemek gerekiyor. Yoksa Kürtçe televizyonun gelmesinin de Kürt ulusunun kurtuluşu yolu yolunda bir merhale olarak görmemiz gerekirdi. Yani kadınların mücadelesinde reformlar yok mu, var. Ama hem bu herkese aynı şekilde dağılmıyor -hem genel olarak bir kesimi perişanlaştırarak geliyor- bu olmadığı zaman da bile bu önemsiz bir şey; bunu önemli bir şey olarak sunmak asıl esareti gizlemek anlamına gelir. Biz bunlar olmaz demiyoruz, asıl sorun başka bir yerde -ailede- ve bu da ancak devrim mücadelesiyle olur demiş oluyoruz. 

 

Şimdi kadının kurtuluşu niye sosyalizmde değil de komünizmde gerçekleşiyor sorusu, Alman İdeolojisi dışında aslında bu tezler daha evvel bahsettiğim gibi “Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni”nde de işleniyor. Bereket onlar Komünist Enternasyonalciler tarafından okunmuş oluyorlar. Gotha Programının Eleştirisi’ne dair oturumda da konuştuk, yani komünist toplumun ön aşaması soyut bir şekilde gerçekleşmiyor, böyle olsun dediğimiz bir şekilde gerçekleşmiyor. Kapitalist toplumun yarattığı ürettiği damgasını vurduğu oradan miras kalan şekilde gerçekleşiyor. Nasıl sanayi kapitalizmi kendisini manifaktürde buluyor, manifaktür kendisini feodal yapı içerisinde geliştiriyorsa aynı şekilde komünist toplumun sosyal ilişkiler ağında ve insan malzemesinde ortaya çıkıyor. Bu insanlar arasındaki çalışma kültürü hiyerarşik ilişkiler son derece köklü, geleneksel hem kapitalizmin hem de daha önceki sınıflı toplumların damgasını vurduğu bir dizi eşitsizlikle malul. Siz mülkiyet ilişkisini ortadan kaldırınca bir anda bu gelenekleri bir anda bu sosyal ilişkileri ortadan kaldırmış olmuyorsunuz. Bilakis onlar bütün kabalığı ve çıplaklığıyla iyice açığa çıkıyor. Yani daha önce mülkiyet ilişkileri, devletin baskı ilişkileri içinde perdelenen şeyler bu sefer yalın bir şekilde çıkıyor. Burada kastedilen şey kadınların kendi sorunları için mücadele etmeye başlamasının ancak sosyalizmde başlayacağı gerçeği değil. Yani nasıl işçiler proletarya diktatörlüğüne kadar “biz yatalım, devrimciler mücadele etsin” demiyorlarsa, “madem bizim kurtuluşumuz asıl proletarya diktatörlüğünden sonra gerçekleşecek, buyurun devrimciler devrim yapsın biz de sonra yönetiriz elbet” demiyorlarsa, “kadının kurtuluşu sosyalizmde başlar” demek de “sosyalizm sağlanana kadar, sosyalist topluma gelene kadar, dünya devrimi zafere ulaşana kadar kadınlar cinsiyetçi politikalara, anlayışlara karşı mücadele etmeyecekler” anlamına gelmiyor. Kadının kadın olarak, bir toplumsal kimlik olarak bu ayrımcılıklara karşı mücadele etmesi ancak o zaman zafere ulaşabilir ve mücadelenin asıl aşamasına ancak bu zamanda girebilirsin demiş oluyorsun. “Ondan önce mücadele etmeyeceksin, edemezsin” anlamına gelmiyor bu. Bunu öyle yorumlamamak lazım. Ben bu Rojava’daki kadınlar birliğine başka bir yerden yaklaşmak istiyorum. Ekim Devrimi’nde de silahlı kadınlar vardı, Kerenski’yi koruyorlardı. Yani Bolşevikler onları bombaladılar sonuçta. Yani biz kadının silahlanması, mücadeleye katılması, siyasallaşması onun özgürleşme yolunda bir adım elbette ama devrimci bir temelde katıldığı zaman bu bir başarıya ulaşabilir diyoruz. Siz karşı devrimci Sovyetleri boğmak isteyen Kerenski’nin yanında yer aldığınız zaman devrimcileşiyorsunuz diyemeyiz. Şimdi Rojava Devrimi’ni boğmak isteyen güçlerin denetiminde bir kadın silahlı birliği yani Amerika ile birlikte IŞİD’e karşı operasyon düzenlediğinizin zaman “vay devrimci kadınlar özgürleşiyorlar” diye anlatamayız bunu. Yani o zaman silahın kendisine mutlak devrimci bir anlam biçmiş oluruz. Bizim açımızdan önemli olan bu hareketlerin nasıl bir temelde, hangi siyasal temelde yani devrimci olmanın birinci koşulu -elbette silahlı mücadele de bunun bir ayağı ama- hakim sınıfa burjuvaziye emperyalizme karşı nasıl konumlandığınız. Bunu göz ardı ettiğiniz zaman her türlü Rojava Devrimi’nden bahsedebilirsiniz, çok ilerici roller de biçebilirsiniz. Evet Rojava Devrimi kantonal iktidarı kurduğu zaman, kendini savunduğu zaman daha Rojava Devrimi varken bunlar o devrimin bir türevi uzantısı sonucu olarak orada devrimci bir varlık taşıyordu ama hangi örgütün siyasi disiplini altındaydı bu yani oradaki kadınlar birliğinin devrimci olabilmesi için YPG’nin devrimci olması gerekiyor. Yani onun üzerinde durmamız gerekiyor. Bizim de o konudaki analizlerimiz belli. 

 

Gericilik yıllarıyla ilişkisi sorusu, şöyle biz daha önce özel sayılarımızda belirttik. Aslında yoldaş da kendi siyasi geçmişinden bahsederken de bir şekilde değinmiş oldu. Sonuçta Türkiye’de feminist akımların kökeninde sosyalistler var. Bunlar da birden bire kadının mücadelesinin önemli olduğunu keşfettikleri için feminist olmuyorlar nasıl 80 sonrası sendikacılığın kökeninde gene sosyalistler varsa kendilerini ifade edebilecekleri devrimci örgüt dışında bir sosyal kimliğe ihtiyaç duydukları için bu yolu seçiyorlar. Yani işçi kitle partisi kuralım diye devrimci komünist bir partiyi tasfiye etmekle biz artık kadın hareketinin kurtuluş mücadelesini veriyoruz diye gidip o hatta girmek arasında bir fark yok. Yani biz “niye kadınların sorunlarıyla ilgileniyorsunuz” diye kimseyle tartışmayız “niye devrimci örgütü terk ettiniz” diye tartışırız yani onlarla bizim bir alıp veremediğimiz yok.

 

Proleter kadını burjuva kadını kesen sorunlar var. Bir kadın siyasetçi düşünün faşist ama alay ediyorlar onunla kadın olduğu için değil mi? Şimdi bu sorun değil mi? Yok mu böyle faşist olduğu için kadın olmanın hiçbir sorununu taşımıyor mu diyeceğiz? Yahut bir burjuva Kürt de olabilirsiniz gene Kürt olduğunuz için aşağılanıyor olabilirsiniz, ayrımcılığa uğruyor olabilirsiniz ama bu sorunlar böyle diye biz onlarla birlikte kadın hareketi mücadelesi verebiliriz denmez. Yani öncelikle dikkatimizi çekeceğimiz şey bir başka siyasetçinin sarışın güzel kadın diye tanımlanması meselesi üzerinden kadın sorunu ajitasyonumuzu kurmayız ama şöyle bir hamlığa da düşmeyiz yani aslında sadece kadın sorunu denilen şey çünkü o zaman aslında emperyalist ekonomist bir hatta da düşmüş oluruz yani nasıl ulusal sorun; “Kürt sorunu sadece Kürt işçilerin sorunudur” demek nasıl yanlış olursa işte “kadın sorunu da sadece emekçi kadınların sorunudur” dersek o da yanlış olur. Zaten biz dünya emekçi kadınları değil Komünist Enternasyonal’in tespitlediği gibi “Dünya Kadınlar Günü”nü kutluyoruz. Bu tezlerde de kadınların sorunlarından bahsediliyor ama kadınlarının sorunlarını çözmek için asıl olarak emekçi kadınların komünist bir temelde harekete geçirilmesinden bahsediliyor. Bu sorunu çözecek öznenin komünist bir siyasi çizgide seferber edilmiş proleter kadın kitleleri, köylü kadın kitleleri olması kadın sorununun sadece bunlarla ilgili bir sorun olduğu anlamına gelmiyor. Zaten öyle olsaydı sınıflı toplum bittiği zaman da yani sosyalizme girdiğimiz zaman da kadın sorunu çözülmüş olurdu derdik yani eğer bütün kadınları kesen sorunlar olmasaydı. Proletarya diktatörlüğünün zafere ulaşması ne demek, sınıfların ortadan kaldırılması demek. Yani sınıflar ortadan kaldırılınca da sorun bitmiş olurdu o zaman. Olmadığına göre demek ki var ama bu böyledir diye, “aa onlar da muzdaripler” diye işte burjuva devletinin varlığını, reformizmi savunan kadınlarla ortaklaşa, eşgüdüm içinde, ortak bir paydada buluşarak kadın hakları mücadelesi verilmez. O farklı bir şey, o reformizme varır.

 

Kollontai meselesi kaldı. Şimdi o konuda da burada tezler açık yani. Nasıl işçi partisi kurulmaz, yani ayrı bir işçi partisi kuralım, Gürcü partisi kuralım demiyorsanız kadın partisi kuralım da denmez. Mesela Kürtler Kürt partisi kuralım diyor olsaydı sadece Kürt işçiler arasında, ona bundculuk diyoruz değil mi? Bu da bizim tarafımızdan mahkum edilmesi gereken bir şey. Bu tezlerde de belirtiliyor zaten. Esas itibariyle birleşik komünist bir mücadeleyle çözülür, komünist mücadeleden bağımsız değil bizim açımızdan. Bizim dışımızda tabii ki muhtelif burjuvazinin reformist hareketlerin, kadın hareketlerinin çalışmaları var onlar nasıl biliyorlarsa yaparlar. Ama bizim kendi kadın örgütlenmemiz, komünist temeldeki örgütlenmemizi bir kadın çalışması olarak yapamayız. Aynı şekilde gençlik örgütlenmesi de kurulmaz bu temelde, işçi örgütlenmesi de kurulmaz bu zaten -yoldaş da bahsetti onun konuşmasında- Lenin’deki profesyonel devrimciler örgütü mantığına ters bir şey. Yani komünistin sınıfı, kimliği, yaşı, dini -yani zaten dinsiz de- olmaz. Bunlara göre bölemezsiniz, kadın kotası uygulayamazsınız. Kadınlara özel, özerk bir örgütlenme alanı yaratmamanız gerekir. Kadın kitlelerini harekete geçirmeyi hedefleyen politikalarının olabilir ama komünist partisi böyle sektörel veya toplumsal kesimlere göre bölünemez. Bu kesinlikle mahkum edilmesi gereken bir şey. Biz Kollontai’ın şunu yapmasını tercih ederdik Bolşevik Parti yozlaştığında ayrılıp yeni bir komünist parti kurmasını tercih ederdik. Ama onu Troçki de yapmadı, diğer MK üyeleri de yapmadı, Kollontai’de yapmadı. Yani aklına gelen başka bir türde geri bir parti kurmak olduğu için biz bir kere daha mahkum ederiz. 

 

Soru: Enternasyonal’de Gençlik Enternasyonali, Kadın Enternasyonali toplantılar düzenliyorlar. 

 

Konuşmacı: Komünist partiyi bölen örgütler değil onlar, işçi kitlesinin içerisinde kadın çalışması yürütürsünüz; genç işçiler arasında futbol takımları kurarsınız, gençliği kazanmak üzere komünist çalışmalar yürütürsünüz ama partinin bir kesimi içerisinde bunlar da gençlerden oluşur diye ayrı bir katman, partinin içerisinde böyle bir şeyin olmaması gerekir. O olduğu anda zaten kitle partisine doğru dönüşürsünüz. Komünist partinin, sınıfsız zümresiz aslında bir dava bir program etrafında buluşmuş bir bütünlük olması gerçeğiyle ters bir şey yapmış olursunuz. Yani komünist partinin bir gençliği olmaz. Kadın Enternasyonalini Gençlik Enternasyonalini toplar, onları zaten toplamış. Ezilen halklar Bakü’de de kurultay da topluyor. Bütün ezilen kesimlerin kendini ifade etmesine yönelik örgütlerdir. Ama ondan sonra bunu ayrı, bir partinin uzantısı olarak gördüğünüz zaman tasfiyecilik başlar.