Bu oturumda Rosa Luxemburg’u ele alacağız.

Sunum yapmak için söz alan yoldaş:

“İlk oturumda şöyle bir vurgu yapmaya çalıştık. Aslında solda hâkim olan anlayışın Kautskycilik olduğunu, bizim de Kautsky ile aramızdaki farkların neler olduğunu göstermeye çalıştık. Kautsky’nin sanılanın aksi yönlerini ele aldık. Savaş karşısında o dönemki sosyal demokratlardan ileri bir pozisyon sergilediğine değindik. Bu ileri tutumların da göz boyamaması gerektiğini, asıl problemli unsurun sınıf mücadelesine aşıladığı burjuva bilinci en az fark edilen unsuru olduğu için Kautsky ile ilgilendiğimizi anlattık. Bunun dışında iki ayrı tarihsel figürü daha mücadele içinde ele alacağız, Luxemburg ve Troçki.

Ele alacağımız figür Kautsky’nin tam tersi, herkesin sevdiği biridir. Bu isme genellikle yakınlık ve sempati duyulur. “Devrim mücadelesinin kartalı” olarak görülmektedir. Bugün neden Luxemburg bu kadar övülen bir karakterdir Türkiye solunda? Alman sosyalizminde farklı bir görüş yaratır Luxemburg. Tüm siyasal alanlarda fikirleri var olmaktadır. Öne çıkarılması gereken bir pozisyon ama bunların ardında hatalar bulunmaktadır. Biz asıl itibariyle parti sorununa bakış açısını ele aldık. Luxemburg da, Troçki de bulundukları partinin oportünistliğini farkında olup orada kalmaya devam etmişlerdir. Lenin ise ayrılmıştır. “Partiden ayrılmak için erken” demek merkezcilik demektir. Bugün daha az değindiğimiz bir kısmın üzerinde duracağımız Rosa Luxemburg’un program konusundaki, komünist mücadelenin strateji ve taktiği konusundaki hatalı görüşleri üzerinde duracağız. 1903-1919 yılları arasında Lenin ve Luxemburg çok az konuda anlaşan sürekli tartışan iki devrimci pozisyonundadır. Nedir bu konular? Bunların birincisi işçi köylü ittifakıdır. İkincisi ulusların kendi kaderini tayin hakkıdır. Üçüncüsü ise demokrasi, kurucu meclis ve proletarya diktatörlüğü sorunudur.

Rosa Luxemburg’un gözlediğimiz uyuşmazlıkları, Komünist Enternasyonal’in esasları üzerinden şöyle özetlenebilir. Orak çekiçteki orağı reddetmekte, orağı sadece köylülük olarak ele almaktadır. Burjuva demokratik devrimin görevleri, harekete geçirdiği dinamikler konusunda bir strateji ve taktik geliştirmiyor Luxemburg. Burjuva devriminin çözemediği, çözmekte zorluk çektiği sorunların esas itibariyle sosyalizmle çözüleceğini söylemekte, kurtuluş sosyalizmde demekte ve bunu proletarya kavramını kullanarak dile getirmektedir. Üstelik Luxemburg bir liberal de değildir. “Ekim Devrimi bir darbedir ve iyi de olmuştur. Kralın kafasını kesmeden devrim olmazdı, Bolşevikler de tereddüt edip bu darbeyi yapmasalardı Ekim Devrimi ilerlemezdi.” diyor. Neden reddediyor kısmına gelindiğinde son yayınladığı yazısında Ekim Devrimi’nden sonra “Siz iktidara gelebilmek için pragmatik davranıyorsunuz. Bu yaptığınız aslında sosyalizm mücadelesinin merkezileştirmesi gereken toprak mülkiyetini iyice parçalayarak sosyalizmin kurulmasını iyice güçleştiriyorsunuz.” cümlelerini dile getiriyor. İkincisi, “emperyalizm çağında ulusal mücadele mümkün değildir” yaklaşımı. “Siz ne yapmaktasınız? Ulusal mücadelelere destek vermektesiniz. Bu da emperyalizme destek vermek oluyor. Sosyalizm, ulussuz işçi sınıfının enternasyonalizm üzerine kurulurken bu yaptığınız küçük ulusların oluşmasını sağlayacaktır ve karşı devrimci saflara geçmelerine sebep olacaktır” eleştirilerini dile getiriyor Luxemburg. Üçüncüsü ise “Burjuvaziyi yıkacağız diye bir diktatörlük kurmak gerek dediniz doğru. Siz kurucu meclisi kaldırdınız, genel oy kullanma hakkını kaldırdınız. Diğer sosyalist akımları karşı devrimci diyerek eleştirdiniz. Canlı bir siyasi atmosferi de boğmak için elinizden geleni yapmaktasınız.” Yaklaşımı.

Bu üç fikir de temel konularda Bolşeviklere yönelik eleştirisidir Luxemburg’un. Rosa, Bolşeviklerle sürekli aynı safta yer alıyor. Bolşevikler oportünist, reformist, karşı devrimci safta oldukları için böyle hareket ettiler demiyor. Rusya’da bu sorun ancak ortaya konabilir, bu sorunlar ancak bütün dünya çapında çözülebilir. Bolşevikler ancak sorunları ortaya koymuştur ve gelecek her yerde Bolşevizm’dir demiştir son makalesinde. Alman sosyal demokratları, “siz oportünist davranmasaydınız, kirli uzlaşmaları yapmasaydınız Ruslar bunu yapmak zorunda kalmazdı” diyerek eleştirmektedir.

Tek tek bu görüşleri incelemeden önce neden Rosa Luxemburg? Türkiye solunun genel ruh halini düşünelim. Bir yandan Ekim Devrimi’nin prestijinden faydalanmak istiyorlar bir yandan da neden yenildiğinin cevabını arıyorlar. Ve karşınızda genel olarak liberal bir kuşatma var bugün. Sosyalistler Bolşevikleri iktidara geldiklerinde her kesimin tepesine binerler, en katı faşist rejimden baskıcı uygulamalar yaratırlar, fikir özgürlüğüne ket vurup tek bir fikrin savunulması gerektiğini savunurlar vs gibi eleştirilerde bulunurular ve bunu Rosa Luxemburg’un Ekim Devrimi’nin merkeziyetçi, baskıcı olarak kavranan görüşlerini sağlıklı bir sol muhalefet olduğunu benimseyip örnek göstererek yapıyorlar. Benzeri bir parantez açıp devam edelim (Rojava devrimi için de geçerli bir durum bu). Rojava Devrimi Ekim Devrimi’nin temel prensiplerine aykırı, merkeziyetçiliğe karşı bir devrimdir.

“Mülkü olan insan devrimci olmaz! Bizim fabrikalara gitmemiz lazım, bugün ulus milliyetçiliği aşılmış durumdadır. Kürtlere, çözümün sosyalizmde olduğunu anlatmak lazım. Kürt halkının devrimci enerjisini heba etmemek gerekiyor” gibi görüşler solda giderek revaçta olan görüşler. Rosa Luxemburg bu görüşleri en derli toplu savunduğu için bayraklaştırılır.

Rosa Luxemburg neden bu şekilde düşünüyor? Rosa Luxemburg siyaset sahnesine adım attığından itibaren  -Polonya’dan Almanya’ya gelişi-  “Polonyalılar kendi partilerini mi kurmalı yoksa işgalci devlet içerisinde de mi çalıma yürütmeli” sorusuna, Rosa Luxemburg Alman Partisi’nde çalışmak gerekir diyor. Almanya’da revizyonizm tartışmasına dâhil oluyor. “Önemli olan sosyalizm değildir, kısmi reformlarla işçilerin sorunlarını düzeltmeli diyor. İşçileri böyle bir ortak fikirde bir araya getirmemiz mümkün değil diyerek parlamentoda bir arada tutmak gerekir” deniyor. Kautsky ve Luxemburg ortadoks bir savunu içerisinde revizyonizm tartışmasında yer alıyor. Reformların sınıf mücadelesi içersindeki rolü nedir? “Yapılacak her reformu devrim mücadelesini güçlendirir, savaşı savunan kapitalistlere karşı barışçı kapitalistlerle iş birliği yapabiliriz.” diye tarif ediyor Kautsky. Rosa Luxemburg tam tersini söylüyor. “Burjuva unsurların her hangi bir gücüyle reform yapılmaz. Bu tür ittifaklardan kaçınmak lazımdır. Asıl olarak işçi sınıfının devrimi esastır. Reform mücadelesi işçilerin verdiği bir mücadele ise desteklenir” diyor.

Burjuvazi denildiği zaman Lenin, bir dizi tartışmada geniş anlamıyla kullanıyor ve küçük burjuvaziyi de dâhil ediyor. İki Taktik kitabında burjuvazi derken işletme sahibini değil cumhuriyetçi küçük burjuvaziden bahsediyor. Rosa Luxemburg, Kautsky’nin tarifine karşı gelirken küçük burjuvaziyi de dâhil ediyor. Sosyalist mücadelenin bütün tartışmaları manifesto üzerinden dönüyor. Lenin ve Rosa şöyle bir model belirliyor. Mücadele tarihi sınıf tarihidir, bugünkü toplumun özelliği sınıf mücadelesinin ortadan kalkması değildir, basitleşmiştir. Toplum iki ayrı kamp halinde: Burjuvazi ve proletarya. Komünist devrim bu saptama üzerine dönmektedir. Komünist mücadelenin sorunu orta sınıfla alakalı ve Manifesto şöyle bir saptama yapıyor. Bunlar isyan ederler ve kapitalizm geliştikçe bunların varlık koşulları ortadan kalkar. Bütün bu gerici sınıfların yanında devrimci olan tek sınıf proletaryadır diye tarif ediliyor.

Rosa Luxemburg bu görüşleri, yok olacak gerici sınıflar olarak değerlendiriyor. Bunları proletaryanın yoluna katmak bunun propagandasını yapmak gerekir diyor.  Lenin tersini yorumluyor. Bunlar ayaklanırlar kısmına dikkat ediyor. Biz bu ayaklanmaya nasıl müdahale etmeliyiz diye bakıyor. Bunlarla devrimci bir temelde ittifak kurmamız gerekir, aktif eylemli bir siyasi çizgimiz olmalıdır. Bağımsızlık hareketlerinin, diğer hareketlerin karşı devrimci hatta gitmesini engelleyecek bir tutum belirlememiz gerekmekte, İşçi-Köylü Cumhuriyeti temelinde yapmalı ve onları İşçi-Köylü Cumhuriyeti’ne ikna etmemiz gerekmektedir diyor. Eğer bir İşçi-Köylü Cumhuriyeti kurulmazsa burjuvazi bu unsurları yedekler ve kendi parlamenter sistemi çerisinde köylülüğün sorununu onu ortadan kaldırarak, tasfiye ederek çözer.

Revizyonizm tartışmasında Rosa Luxemburg reformlara karşı dururken “gelecek sosyalizm” diyor. Bu süreç içerisinde bireylerin, örgütlerin bu süreci belirleyecek taktikleri olamaz demiş oluyor. Rosa Luxemburg politik bir unsur değil, köylülük yok olacaksa kazanmak için bir stratejiye ihtiyacımız yok diye bakıyor. Lenin bu kesimlere politika yapmamız gerektiğini tarif ediyor. İttifakın temelinin politika-devlet olduğunu söylüyor.

Üçüncü konu için devleti elinde tuttuğu zaman hangi konuda reform yaparsa güçlenir. Burjuvazi iktidarda iken yapılan reformlar burjuvaziyi güçlendirir. Siz iktidarda iseniz köylüye tüm toprakların dağıtılması sizi güçlendirir. Lenin devrimlerin temel sorununu iktidar sorunu olarak tarif eder. Komünistlerin programı adım adım hükümeti sıkıştırma veya iktidara gelirsek yapacağımız şeyler programı değildir. Devrim sırasında, devrim sonrasında atılacak adımlar acil önlemler planı-programıdır. “Bugün ne kadar ters geliyor tek yol yol devrim demek, somut adımlar atmak gerek, işçilerin gündemine bir şeyler sokmak lazım” deyince bunlar Kautsky’den de geri bir pozisyondadır.

Rosa Luxemburg ve Lenin arasındaki fark; Luxemburg reformun konusu olan bu talepleri devrimin konusu haline getirmeyi reddederek bunları gerici bularak diğer katmanlarla ittifak yapma imkanını ortadan kaldırıyor.

Aynı zamanda devlete bakışı da değiştiriyor. Asıl aktör kitlelerin kendiliğindenliği ise kendi kendine uyanışlarıysa ki bu çok önemli ve Luxemburg bunun altını çiziyor. Devrimi kendi gücümüze, boyumuza, sizin etrafınızda duran ya da gazete satıp tekrar komünist yapacağınız 30 kişiye göre devrimi düşünemezsiniz. Devrimin aklımıza hayalimize sığmayan kendiliğindenlik boyutu var. Devrimin yaydığı bir enerji var mesela Mısır’ı düşünün ya da Tunus’u düşünün. Yani Arap Baharı olmadan, o işportacı emekçi kendini yakmadan önce ne kadar devrimci vardı. O olaydan sonra ne kadar devrimci var. Devrim bir anda milyonların siyasetle uğraşması demektir. Rosa Luxemburg bunu anlatıyor ve bu doğrudur. Ama diyorki oportünizmi bu yıkacaktır. Yani kitlelerin bu enerjisi öyle güçlü bir şey ki oportünist sosyal demokrat partisi bunun önünde set olamaz. Yanlış olan şey budur. Aynı şekilde devlet konusunda da Luxemburg ters bir yerden bakıyor. Bolşeviklere özgürlükleri, parlamentoyu ortadan kaldırıyorsunuz, kitleleri katılımcı şekilde siyasete katmak lazım ama neden bu kadar elinizde tutuyorsunuz diyor ve verdikleri yanıtı da eleştiriyor. Siz şöyle genel bir doğruyu söylüyorsunuz bize; bütün devlet aygıtları sınıf karakteri taşır parlamento da burjuvazinin sınıf egemenliğini taşıyan gerici bir organdır. Doğru ama siz şunu unutuyorsunuz devrim oldu. Devrimden önce İngiliz Devrimi’ne bakalım 1640’da kralın sallabaşlarından oluşan bir parlamentoydu aynı parlamento devrim süreci içerisinde 8 sene sonra kralın kafasını kesti. Devrimin yaydığı enerji kurumları dönüştürür-düzeltir diyor Luxemburg. Rosa Luxemburg sadece devrimin kitle hareketinin oportünizmi yıkacağını söylemiyor. Aynı zamanda kitlelerin kendiliğinden enerjisi başka şekillerde de yönlenebilir. Burjuva parlamentosuna barış dönemindeki parlamentoya bakarak kesin ve peşin hükümlerde bulunuyorsunuz diyor. Genel oy hakkını kaldırmamanız lazım bunlar sosyalist mücadelenin etkili araçlarıdır diyor. Lenin’in dediği işçi-köylü yani başka bir devletle ittifak kuracağımız için köylülük gerici karakterini yitirecek, devrimci olacak. Bunu anlayamadığı için parlamentoyla Sovyet arasında bir iktidar organı arasındaki karşıtlığı göremiyor. Bunları birbirinin tamamlayıcısı olarak görüyor. Siyasetin parlamentoda yapılacağını diğerinin de kitlelerin katılmasını mümkün kılacak bir yerel yönetimler olarak görüyor. O yüzden, Rosa Luxemburg hem Sovyet hem kurucu meclis diyor.

Rosa Luxemburg’un en temel kusurları, parti konusunda yanlışlara aynı yanlış bakış sebebi ve sınıf mücadelesini kitlelerin kendiliğindenliğiyle belirleyici olduğu düşüncesi. İkincisi ise diğer katmanların devrimci enerjisine siyasi iktidar merkezli taktikler stratejiler kurarak yaklaşmak gerektiğinin ihmali Rosa Luxemburg’un temel kusurları arasındadır. Bu yönüyle Manifesto’nun siyasi olmayan okumasıdır. Rosa Luxemburg’un düşüncesindeki bütün bu eksiklikler bu okumadan kaynaklı bu yanlış parti görüşünden kaynaklı ve İkinci Enternasyonal’den kurtulamayan parti görüşünden kaynaklanır. O yüzden Rosa Luxemburg’u biz siyasi olarak merkezci bir pozisyona koyarız. Yani uzun vadede doğru kaçınılmaz olarak gerçekleşecek şeyleri anlatsa da pratikte ona varmak için atılması gereken taktik adımları reddeden doktriner bir pozisyona savrulmuştur Rosa Luxemburg.”

Sorular:

  • Kautsky’nin merkezciliğinden daha merkezci- daha etkin duran bir figür Luxemburg. Ne Enternasyonal tezleri ile ne Bolşeviklerin en başından beri ortaya koymuş olduğu tezleri ile uyuşmayan bir durumda, bugün pratikte Rosa’nın merkezciliği Kautsky’den daha tehlikeli bir pozisyonda değil mi?
  • Rosa Luxemburg’un proletarya diktatörlüğü tanımlaması çarpık bir düşünce değil mi? Farklı bir hattı mı var?
  • Reformlar kimin işine yarar ve komünistlerin programı kısımlarını biraz daha açar mısın?
  • Gericilerin ayaklanmasına müdahale edilmesi derken nasıl bir müdahale tanımlanıyor?
  • Bayrağımızdaki orak neyi temsil ediyor. Bu topraklardaki küçük burjuvazi kim?
  • Rosa ne küçük burjuvaziye müdahaleyi ne de oportünistlerden ayrışmak gerektiğinden bahsediyor. Kendiliğindencilik kısmıyla eşleşen bir durum değil mi?
  • Rosa’nın yok olacak sınıflar için reformlar vs. gibi konularla uğraşmanın ehemmiyetini nasıl açıklıyor? Buna neden karşı geliriz.
  • Rosa’nın Kominternin kurulmasındaki tutumu nedir?

Yanıtlar:

“Lenin in gerici ayaklanmalar hakkındaki tutumu, bir yanlış anlaşılmayı ortadan kaldırmak gerekiyor. Lenin ayaklanma gerçekleştiği anda gerici olarak tarif etmiyor. Bir isyan var ve bu yok olmaya yüz tutmuş bir sınıfın isyan çığlığı olmasının ötesine geçemez diyerek gerici olarak tarif ediyor. Siyaset şu şekilde gerçekleşseydi iki sınıf ordusu karşı karşıya mücadele edecek ve güçlü olan kazanacak şeklinde gerçekleşmez. Böyle bir homojen ve netlikte de gerçekleşmez. Türkiye solundaki şarkı türkülere bakıldığında bir siyasetsizliğin hâkim olduğu görülür. Siyaset diye kapalı kapılar arkasından yapılan başka bir konu daha ortaya çıkıyor. Siyaset şu şekildedir. Karşındaki düşmanı etkisizleştirme ve güçlenerek tek bir darbe vurma olmalı. Senin gibi düşünen insanlarla siyaset yürütmenin bir önemi yok. Senin gibi düşünmeyen ve başka kaygıları olan bir dizi unsura karşı ne yapacağım sorusu parti ihtiyacını derinleştiren bir etki oluyor.
Lenin’in parti anlayışı iki konudan önemlidir. Leninist parti farklı ihtiyaçları olan kesimlere ortak düşmana karşı darbe vurabilmesi için yönlendiriyor. Köylülük sorunu, emperyalistler rekabetinden ulusal bağımsızlık mücadeleleri ortaya çıkarıyor bu aynı zamanda orak sorunudur.
Emperyalizm olgusu işçi sınıfını farklılaştıran bir olgudur. Amerika ve Avrupa’da genel bir yoksullaşma politikaları var. Sermaye gelişirken TC dâhil olmak üzere göreli bir zenginleşme var. Farklı mücadelelerin kendisi bunları ortak bir hedefte buluşturacak bir partiyi şart koşuyor.
Bütün hareketlerin hepsi küreselleşme karşıtı olanları ayrıcalıklı kesimler vs. diyerek terk ederseniz Trump’a hizmet edilir. Köylülük ayaklanınca sahiplenilmezse karşı devrimcilere hizmet edilmiş olunur. Orak TC çapında dar olarak düşünülmeli. Kürdistan sorunu üzerinden orak devrimi yaşanacak, muhtemel bir savaş çerçevesinde gerçekleşecektir. Orak hem barış hem de Kürdistan talebidir.
Dünya devriminde orak nedir? Nepal, Hindistan, Afrika’dır. Sermaye gelişirken yerleşik hayat tarzını yıkıyor. Orta sınıfı yok ederek işçileştiriyor ve ayaklanmalara sebep veriyor. Siyasi olarak Orak’ın anlamı kavranmadığı zaman karşı devrimcilere yönlendirilir (Greenpeace vs.).

Bu sınıflar zaten yok olacaklar ancak toplumun geniş kesimlerin ayaklanmaları işçilerden önce ayaklanacaklardır. Devrimin başladığı nasıl anlaşılır, en son dışarı çıkacak kesimlerin sokağa çıktıkları zaman anlaşılır. İşçiler için de aynı şey geçerlidir. Görece daha bağımsız çalışanlar siyasetle daha fazla ilgilenirler ve devrim çakmağını çakanlar genellikle küçük burjuvazinin başlattığı şeyler olur. Yapılması gereken bu kıvılcımın proleterler ile birlikte bağlanmasını sağlamak. Türkiye’de demokrasi talebi bu anlamı ile önemlidir. Bu kesimler yok olmaya giderken çok daha büyük isyanlarla yok olacaklardır.
Gezi içinde ayaklanan insanlar başlangıçta “cumhuriyet teyzeleri”dir. Daha yoksul alanlara yapılan yatırımlar vs. kendilerinin çıkarlarının yok olduğu düşüncesi ile sinirlilerdi. Gezi Ayaklanması’nı burjuva bunlar diyerek yok saymak yerine proleterler ile nasıl birleştirilmeli diyerek yaklaşmak gerekmektedir. 1848-51 arası Marks ile Lenin’in anlayışları aynıdır. Rosa’da eksik olan da bu kısımdır.

Bütün sorunların siyasi iktidar sorunu denilmesi, siyasi iktidar elinizde tutulduğu sürece reformalar sizin ömrünüzü uzatır. Kapitalistler kimi zaman işçilere yardım ederler, bizler işçilikten de kurtulmak istiyoruz. Kapitalistler nasıl yeni makine alıyorlarsa işçilere de aynı şekilde yatırım yapabilirler. Reformalar hangi konuda olursa olsun reformu yapan iktidara yarar. Komünist hareket hiçbir zaman reform talep etmez. Yapamayacağı şeyleri isteyerek devrim ile yapılabileceğini savunurlar. Emperyalizm çağında kalıcı bir reformu yapmak mümkün değil. Wilson da ulusların kaderini savunan bir pozisyonda ancak Birleşmiş Milletler çatısında savunuyordu. Reform yapanı güçlendirir. Demokratik bir anayasanın yapılması bugün Erdoğan’ı güçlendirir. Ancak bu darbe ile yapılabilinir. Geçiş dönemi reformlarının taleplerinin amacı olarak işyerinde işçi denetimi bir ayaklanma zamanında devrimci bir talep olur. İşçilerin yönettiği bir fabrikada işçiler de kapitalistleşirler. Talebin kendisi partinin popülerleşmesi değildir.

Rosa’da büyük bir kendiliğindencilik rolü var. Biz Rosa’yı karalamak için değerlendirmiyoruz. Rosa da Marks da bizim tarafımızdadır. Sınıf mücadelesinin dersleri kitaptan okunarak edinilemez. 1950’de hata yapanları kitabı doğru okumadıkları için yanlış yaptıkları söyelenebilir. Marks’ın görüşlerini savunan birilerine tasfiyeci denilebilir. 1. Enternasyonal’i kapatan bir tutumu vardı Marks’ın ancak Marks’ın tutumunu o zaman da aşan kimse yoktu. Doğrular kitabına göre uymayanları çizmeye başlarsak Lenin’den Marks’a farklı şeyler söyleyebiliriz. Sınıf mücadelesinin belli bir evresinde Rosa devrimin yanında yer almıyorum deseydi onu karşı devrimci safa atardık. Kautsky böyle yaptı. Enternasyonal karşıtı tutum aldığı için Rosa’yı merkezciler safında değerlendiriyoruz. Troçki’yi Bolşevik Partisi’ne girmesi sonrası öncesi görüşleriyle değerlendirmek yanlış olur. Troçkizm eleştirisini başlangıçta zaten böyleydi bu dersek yanlış bir tutum takınmış oluruz. Rosa’nın son tartışması üzerinden değerlendirildiğinde Bolşeviklerin yanında yer aldığı için bizim tarafımızda diye değerlendirilmesi gerekiyor. Bolşeviklerin kendisi 1917 yılına kadar Rosa’ya daha yakın bir yön izliyordu.

Biz komünistlerin birliğini tartışırken diğer siyasetlerle neleri konuşacağız. Yeni Enternasyonali nasıl kuracağız? Esas konularda anlaşalım ve sonra Enternasyonal kuralım olmaz. Bir araya gelinip yapılan kongrede alınan kararları geçerli kabul edilirse Enternasyonal kurulmuş olur. Rosa da aynı şekilde değerlendirilmeli. Köylülüğe yaklaşım ilkesel bir sorun değil. Başka hatalar söz konusu. Kurucu meclisi savunuyoruz ancak bu meclis kapatılmaz diye bir tutumumuz yok. Biz analiz ettiğimiz zaman eksikliği görebiliyoruz. Doktirinerler gelecekte şöyle işler yapacaklar diyerek birlikte hareket edemezler. İkinci Kongre sonrası Uspd’yi enternasyonale katmamak gerekirdi. Politik bakış acısı, programda anlaştığımız insanlarla yan yana geliriz diye tanımlamak lazım. Rosa hakkında konuşmamız Rosa’yı atalım diye değil, Kautsky ile ayrımının olduğunu ve Bolşeviklerin yanında olduğunu tarif etmek için konuşuyoruz. Rosa’yı övenler devrim durumunda karşımıza düşecekleri düşünceleri savunuyorlar.”

1 Mayıs Mahallesi’nden Komünistler