Lenin’in “Emperyalist Savaşta Kendi Hükümetinin Yenilgisi Üzerine” başlıklı ma­kalesi, Ağustos (Temmuz) 1915’te “Sosyal-Demokrat”ın 43. sayısında ya­yınlandı. Makale, Bolşevik Parti MK Manifestosu’nda ve Bern Konferansı’nda ortaya atılan, Bolşevikler’i savaş sürecinde diğer oportünist akımlardan ayırt eden iki temel ayrım çizgisinden birini savunmak için kaleme alınmıştı. Haksız bir savaşta kendi hükümetinin yenilgisini hedeflemek temel ayrım çizgilerinden biri iken diğeri de sosyal-şovenizmin bataklığı II. Enternasyonal’e karşı derhal devrimci bir Enternasyonal’in kurulması olmuştu.

Emperyalist bir savaş karşısında Bolşevikler’in izlediği ve savunduğu devrimci tutum bugün de; emperyalist olsun olmasın, işgalci, ilhakçı gerici burjuva devletlerin yürüttükleri haksız savaşlar karşısında komünistlerin nasıl bir tutum takınması ve neyi hedeflemesi gerektiğine dair son derece net ve güncel görevler tarif ediyor.

Dünyanın başka yerlerinde olduğu gibi Türkiye’de de sınıf işbirliklerinin dümen suyundaki akımlar “barış talebinin devrimci bir talep olduğu” safsatasını yaymayı görev bilmektedirler. Buradan hareketle Ekim Devrimi’ni mümkün kılan taleplerden birinin de “barış talebi” olduğu savunulmaktadır. Halbuki Lenin’in yayımladığımız makalesinden de anlaşılacağı gibi gerçek tam tersidir. Ekim Devrimi’ni mümkün kılan Bolşevikler’in barışı savunması değil; barışın ancak devrimle, yani “kendi” hükümetlerinin yenilgisiyle gerçekleşeceğini tavizsiz savunmaları olmuştur. Troçki, Martov, Luxemburg ve İkinci Enternasyonal’in diğer sol kanat temsilcileri “Devrim için Barış!” çizgisini savunurken, Bolşeviklerin “Barış için Devrim!” şiarıyla hareket etmelerinin sebebi de bu ayrımdır.

Bugün CHP ve HDP arasında çöpçatanlık yapanlar ve onların ardından sürüklenenler “savaş ve tezkere karşıtlığı”nı devrimcilik ve anti-şovenizm olarak pazarlarken Lenin’in 1915 tarihli makalesini okumakta ve okutmakta fayda görüyoruz…

 

Emperyalist Savaşta Kendi Hükümetinin Yenilgisi Üzerine

Devrimci sınıf, gerici bir savaşta kendi hükümetinin yenilgisini iste­mek zorundadır.

Bu apaçık bir gerçektir. Ve bu apaçık gerçek sadece sosyal-şovenlerin inanmış yandaşları ya da çaresiz uşaklarınca inkâr edilmektedir. Birincileri­ne, örneğin Örgütleme Komitesi’nden Zyemkovski (bkz. “İzvestiya” No. 2), ikincilerine ise Troçki ve Bukvoyed, Almanya’da Kautsky da­hildir. Rusya’nın yenilgisini istemek, diye yazıyor Troçki, “hiçbir nedeni olmayan ve hiçbir biçimde gerekçelendirilemeyecek olan, savaşa ve onu yaratan koşullara karşı devrimci mücadele yerine, mevcut koşullar altında son derece keyfî bir şekilde en ehvenişere yö­nelmeyi koyan sosyal-yurtseverliğin politik yöntemine verilen bir taviz­dir.” (“Naşe Slovo” No. 105)

İşte Troçki’nin oportünizmi savunmak için her zaman kullandığı ki­birli safsatalara tipik bir örnek. “Savaşa karşı devrimci mücadele”, bun­dan anlaşılan eğer kendi hükümetine karşı ve savaş sırasında devrimci eylemler değilse, II. Enternasyonal kahramanlarının kullanmayı bal gi­bi bildikleri boş ve içeriksiz haykırışlardan biridir. Sadece biraz düşün­mek, bunu görmeye yeter. Savaş sırasında kendi hükümetine karşı devrimci eylemler ise, tartışılmaz bir kesinlikle, böyle bir yenilgiyi sadece istemek değil, aynı zamanda fiilen teşvik etmek demektir. (“Keskin zekâlı” okurlar için şunu belirtelim: Elbette bu, hiçbir şekilde, “köprü­leri uçurmak”, başarısız askeri grevler örgütlemek ve genel olarak dev­rimcileri yenilgiye uğratmak için hükümete yardım etmek anlamına gelmiyor.)

Troçki safsatalarla kendini kurtarmak istiyor ve üç ağaçlı bir orman­da yolunu şaşırıyor. Rusya’nın yenilgisini istemek, ona, Almanya’nın zaferini istemekmiş gibi geliyor (Bukvoyed ve Zyemkovski, Troçki’yle paylaştıkları bu “düşünceyi”, daha doğrusu bu yanlış düşünceyi çok da­ha açık dile getiriyorlar). Ve Troçki bunda “sosyal-yurtseverliğin yöntemi”ni görüyor! Düşünmeyi beceremeyenlere yardım etmek için Bern Kararı (“Sosyal-Demokrat” No. 40) şu açıklamayı yapmıştır: Bütün emperyalist ülkelerde proletarya şimdi kendi hükümetinin yenilgisini istemelidir. Bukvoyed ve Troçki bu gerçeği atlamayı tercih ettiler ve Zyemkovski (işçi sınıfına her şeyden önce burjuva akıllarını açık yüreklilikle ve safdillikle yineleyerek hizmet eden bir oportünist) şu sözlerle “güzel bir çam devirmiştir”: Saçma, zafer ya Almanya’nın, ya da Rus­ya’nın olacak (“İzvestiya” No. 2).

Komün örneğini alalım. Almanya Fransa’yı, Bismarck ve Thiers işçileri yenmişti!! Eğer Bukvoyed ve Troçki biraz düşünselerdi, kendile­rinin hükümetlerin ve burjuvazinin savaşı bakış açısını temsil ettikle­rini, yani Troçki’nin yapmacık diliyle söylemek gerekirse, kendileri­nin “sosyal-yurtseverliğin politik yöntemi” önünde yere serilmiş ol­duklarını görürlerdi.

Savaş sırasında devrim iç savaştır, fakat hükümetlerin savaşının iç savaşa dönüştürülmesi, bir yandan hükümetlerin askeri başarısızlıklarıyla (“yenilgi” ile) kolaylaşır; öte yandan, tam da yenilgiyi teşvik etme­den böyle bir-dönüşümü hedeflemek fiilen imkânsızdır. (OK ve Çaydze fraksiyonuyla birlikte) şovenistler yenilgi “şiarı” önünde istavroz çıkarıyorlar, çünkü ancak ve yalnız bu şiar savaş sıra­sında kendi hükümetine karşı devrimci eylemler için tutarlı çağrı anla­mına gelir. Bu tür eylemler olmadan ise savaş üzerine, “savaş ve koşul­larına vs. karşı” milyonlarca son derece devrimci lafazanlığın beş paralık de­ğeri yoktur.

Emperyalist savaşta kendi hükümetinin yenilgisi “şiarı”nı ciddi biçimde çürütmek isteyen kimse, şu üç şeyden birini kanıtlamak zorunda­dır: Ya 1) 1914-1915 savaşı gerici bir savaş değildir; ya 2) savaşla ba­ğıntılı devrim imkânsızdır; ya da 3) tüm savaşan ülkelerde devrimci hareketin karşılıklı buluşması ve birlikte etkide bulunması imkansızdır. Son gerekçe Rusya için özellikle önemlidir, çünkü Rusya bütün ülkeler arasında doğrudan sosyalist devrimin imkansız olduğu en geri ülkedir. İşte tam da bunun için Rus sosyal-demokratlar, ilk olarak yenilgi “şiarı”nın “teori ve pratiğiyle” ortaya çıkmak zorundaydılar. Ve Çarlık hü­kümeti, bütün Enternasyonal içinde Rusya Sosyal-Demokrat İşçi Fraksiyonu’nun yürüttüğü ajitasyonun, kendi hükümetine karşı, sadece parlamenter muhalefetin değil, aynı zamanda gerçekten devrimci kitle ajitasyonunun biricik örneği olduğunu, bu ajitasyonun Rusya’nın askeri gücünü gerçekten kırdığını ve Rusya’nın yenilgisine yol açacağını id­dia ederken haklıydı. Bu bir gerçek. Bunu gizlemek akılsızlık olur.

Yenilgi şiarının karşıtları, şu apaçık gerçeğin ta gözünün içine bak­mak istemediklerinde kendi kendilerinden korkmaktadırlar: Hükümete karşı devrimci ajitasyonla, yenilginin teşvik edilmesi arasında kopmaz bir bağ vardır.

Rusya’da burjuva-demokratik anlamda devrimci hareketle, Batı Av­rupa’da sosyalist hareketin uyumu ve ortak etkinliği mümkün müdür? Son on yıl içinde kamuoyunda tavır takınan sosyalistlerden hiçbiri bun­dan kuşku duymamış ve 17 Ekim 1905’ten sonra Avusturya proletarya­sı arasındaki hareket böyle bir olanağın varlığını fiilen kanıtlamıştır.

Kendine enternasyonalist ve sosyal-demokrat diyen herkese, bütün savaşan hükümetlere karşı ortak devrimci eylem amacıyla savaşan ül­kelerin sosyal-demokratlarının bir araya gelmesini savunup savunmadı­ğını sorun. Bu imkansız, diyecektir birçoğu, tıpkı bununla sosyal-şovenizmini tamamen kanıtlamış olan Kautsky gibi (“Neue Zeit”, 2 Ekim 1914). Çünkü bir yandan bu, bütün bilinen gerçeklere ve Basel Manifestosu’na ters düşen danışıklı bir yalandır. Ve öte yandan: Eğer böyle olsaydı, oportünistler pek çok şeyde haklı olurlardı!

Birçoğu bunu savunduklarını söyleyeceklerdir. Bu durumda bizim söyleyeceğimiz şu olacak: Eğer bu savunma bir ikiyüzlülük değilse, bu durumda, savaşta ve savaş için “usulü veçhile” bir anlaşma gerektiğini düşünmek gülünçtür: Temsilciler seçmek, buluşmalar, anlaşmaların im­zalanması, gün ve saatin saptanması! Sadece Zyemkovski gibileri böyle düşünebilirler. Devrimci eylemler üzerine, bir dizi ülke bir yana, bir tek ülkede bile anlaşma sağlamak, ancak ciddi devrimci eylemler ör­neğiyle, bu eylemlerin başlatılması ve geliştirilmesi sayesinde müm­kündür. Fakat bu tür girişimler yenilgiyi istemeden ve yenilgiyi teşvik etmeden yine imkansızdır. Emperyalist savaşı iç savaşa dönüştürmeyi “yapmak” mümkün değildir, tıpkı devrimlerin “yapılamayacağı” gibi; bu, emperyalist savaşın tam bir dizi çok çeşitli olgusunun, yanının, anı­nın, karakter çizgisinin ve sonucunun ürünüdür. Ve kendi ezilen sı­nıflarının sarstığı hükümetlerin bir dizi askeri başarısızlığı ve yenilgisi olmadan imkânsızdır.

Yenilgi şiarını reddetmek, insanın devrimci iradesini boş bir safsata­ya ya da ikiyüzlülüğe dönüştürmek demektir.

Peki, ya bize bu yenilgi “şiarı”nın yerine ne önerilmek isteniyor? “Ne zafer, ne yenilgi” parolası (Zyemkovski, “İzvestiya” No. 2. No. l’de tüm OK). Fakat bu, “anavatan savunması” parolasının değişik yazımından başka bir şey değildir! Bu ise, sorunu kendi hükümetine karşı ezilen sınıfların mücadelesi alanına değil, hükümetler arası savaş alanına taşımak demektir (bu parolanın içeriğine göre bunlar eski du­rumlarını koruyacak, “pozisyonlarını muhafaza edecek”lerdir)! Bu, burjuvazileri her zaman kendilerinin “sadece” “yenilgiye karşı” müca­dele ettiklerini iddia etmeye hazır —ve halka gerçekten de bunu anla­tıyorlar— bütün emperyalist ulusların şovenizminin haklı çıkarılması­dır. “4 Ağustos’ta yaptığımız oylamanın anlamı şudur: Savaş için değil, yenilgiye karşı”, diye yazıyor Alman oportünistlerinin önderlerinden Eduard David, kitabında. [“Dünya Savaşında Sosyal-Demokrasi”, “Vorwarts” Yayınevi, Berlin 1915. Alm.Red.] Bukvoyed ve Troçki ile birlikte “ÖK”cılar “Ne Zafer, Ne Yenilgi” parolasını savunurken tümüyle ve bütünüyle David’in zemininde duruyorlar!

Daha yakından bakıldığında bu şiar “iç barış” demektir, bütün sava­şan ülkelerde ezilen sınıfların sınıf mücadelesinden vazgeçmek demek­tir; çünkü “kendi” burjuvazisine ve kendi hükümetine darbe vurmadan sınıf mücadelesi imkânsızdır; savaş zamanında kendi hükümetine darbe vurmak ise vatana ihanettir (Bukvoyed bunu unutmasın!), kendi ülkesi­nin yenilgisi için çalışmaktır. Kim “ne zafer, ne yenilgi” şiarını savunu­yorsa, onun sınıf mücadelesini, “iç barışın bozulmasını” savunması ikiyüzlülüktür, o gerçekte bağımsız proleter politikadan vazgeçiyor ve bü­tün savaşan ülkelerin proletaryasını kesinlikle burjuva bir amaç olan şu amaca tabi kılıyor demektir: Söz konusu emperyalist hükümetleri yenilgiden korumak. “İç barış”ın sadece sözde değil, gerçekten kırılma­sı ve sınıf mücadelesinin gerçekten kabul edilmesi anlamına gelen biri­cik politika, proletaryanın kendi hükümetinin ve burjuvazisinin zorluk­larından, onları ortadan kaldırmak amacıyla yararlanmasıdır. Fakat, kendi hükümetinin yenilgisini istemeden, bu yenilgiye katkıda bulun­madan bunu gerçekleştirmek, bunu amaçlamak imkansızdır.

Savaştan önce İtalyan sosyal-demokratları kitle grevi sorununu orta­ya attıklarında, burjuvazi —kendi açısından son derece haklı olarak— şu yanıtı verdi: Bu vatana ihanet olacak ve sizlere de hainlere davranıldığı gibi davranılacaktır. Bu gerçektir, tıpkı siperlerde askerlerin kardeşleşmesinin vatana ihanet anlamına geldiği gibi. Kim Bukvoyed gibi “vatana ihanet”e ve Zyemkovski gibi “Rusya’nın çöküşü”ne karşı yazı­lar yazıyorsa, o proleter bakış açısını değil, burjuva bakış açısını savu­nuyor demektir. Bir proleter, “vatana ihanet” etmeden, yenilgiyi teşvik etmeden, “kendi” emperyalist “büyük” gücünün çöküşüne katkıda bu­lunmadan, ne kendi hükümetine bir darbe vurabilir, ne de kardeşine, “bizimle” savaş içinde olan “yabancı” ülkenin proleterine gerçekten elini uzatabilir.

Kim “Ne Zafer, Ne Yenilgi” şiarını savunuyorsa, o bilerek ya da bilmeyerek bir şovenisttir, en iyi ihtimalle uzlaşmacı bir küçük-burjuva, ama her halükârda proleter politikanın bir düşmanı, bugünkü hükü­metlerin, bugünkü egemen sınıfların bir yandaşıdır.

Bu sorunu bir başka yandan daha ele alalım. Savaş kitlelerde, ruhun olağan dalgınlığını mutlaka kıracak olan şiddetli duygular yaratacaktır. Ve bu şiddetli duygularla uyum içinde olmayan devrimci bir taktik imkânsızdır.

Bu şiddetli duyguların başlıca akımları hangileridir? 1) Korku ve umutsuzluk. Dinin güçlenmesi bundandır. Kiliseler yeniden dolmaya başlıyor, diye seviniyor gericiler. “Acıların olduğu yerde din vardır” di­yor gericilerin elebaşı Barres, haklı olarak. 2) “Düşman”a karşı nefret — özellikle, burjuvazinin (papazların pek değil) körüklediği, ekonomik ve politik olarak sadece onlar için yararlı olan bir duygu. 3) Kendi hükümetine ve kendi burjuvazisine karşı nefret — bu, bir yandan sava­şın, emperyalizmin “politikasının sürdürülmesi” olduğunu kavrayan ve buna sınıf düşmanına karşı nefretini “sürdürerek” yanıt veren, fakat öte yandan kendi hükümetine karşı devrim yapmaksızın “Savaşa Savaş” şiarının boş bir safsata olduğunu anlayan bütün sınıf bilinçli işçilerin duygusudur. Kendi hükümetine ve kendi burjuvazisine karşı nefret uyandırmak, onun yenilgisini istemeden imkansızdır — ve kendi hükü­metine, kendi burjuvazisine karşı nefret uyandırmadan, “iç barış”a (= sınıf barışına) içtenlikle karşı olmak imkansızdır!!

“Ne Zafer, Ne Yenilgi” şiarının yandaşları, fiilen burjuvazinin ve oportünistlerin yanında yer alıyorlar; işçi sınıfının kendi hükümetlerine karşı uluslararası devrimci eylemlerinin mümkün olduğuna “inanmı­yorlar” ve bu tür eylemler geliştirmeye katkıda bulunmak istemiyorlar. Bu, hiç kuşkusuz zor, ama proletaryaya layık biricik sosyalist görevdir. Savaşan büyük güçler arasında tam da en geri olanın proletaryası, özel­likle Alman ve Fransız sosyal-demokratlarının rezil ihanetleri dikkate alındığında, partisinin şahsında, kendi hükümetinin “yenilgisini teşvik etmeden” kesinlikle imkansız olan, onu Avrupa devrimine, sosyalizmin güvenli barışına, insanlığı hüküm süren dehşetten, sefaletten, vahşilik ve hayvanlaşmadan kurtuluşa götürecek biricik yol olan devrimci tak­tikle ortaya çıkmak zorundaydı.

 

Ağustos 1915

V.İ.Lenin