ESP’ye ve HDP’ye yapılan operasyonlara karşı eylemli bir mücadeleyi örmek amacıyla başlattığımız çalışmalar kapsamında Tuzla’da ‘Demokrasi Mücadelesinde Merkezciliğin Açmazları’ başlıklı bir söyleşi düzenledik. Söyleşide konuşan yoldaş aşağıdaki hususlara değindi.

“Öncelikli olarak yaşanan siyasi gelişmeleri iki olgu üzerinden okumak gerekir. Bu iki olgudan birisi, Erdoğan’ın gerilemesi diğeri ise HDP’nin zayıflamamasıdır.

Erdoğan geriliyor olmasını nerden anlamak gerekir.

Erdoğan, görünürde tam yetkili bir Cumhurbaşkanı olarak devletin başındadır. Ama devlet paramparça olmuş durumdadır. Bürokrasi işlemez hale gelmiş, devletin hiyerarşik yapısı kalmamıştır, dolayısıyla devlet, siyasi olarak büyük bir koalisyon gibi işlemektedir. Partisi zayıflamış, partisinin hareket kabiliyeti düşmüştür. Dahası Erdoğan’ın kendi partisi üzerindeki denetimi azalmaktadır. AKP’nin bağrından çıkan iki parti başta olmak üzere, Gül-Erdoğan çatışması, Gülencilerin tasfiyesi gibi olaylar son 10 yıldır yaşanmaktadır. Bir diğer yandan Erdoğan, manevra kabiliyetini yitirmiş, Cumhur İttifakı’na mecbur kalmış; Devlet Bahçeli’ye bağımlı kalmıştır.

Erdoğan ve AKP cephesindeki tablo bu ikin, bunun tersi olarak HDP ise zayıflamamaktadır. Bu zayıflamama durumuna gelmeden önce HDP ve öncellerinin pozisyonlarını da ele almak gerekir.

HDP’nin evrimi öncelleriyle birlikte anlaşılabilir. HDP Türkiyelileşme sürecinin ürünüdür. Türkiyelileşme esas olarak; Türkiye’de hakim sınıf içindeki çekişmelerin dışında kalan, siyasi kavgaların dışında kalan, sokaktan ve parlamentodan mücadele yürüterek Kürt sorunun PKK ile görüşülerek çözülmesi için ve Türkiye’nin demokratikleşmesi yönünde basınç yapan bir odak olmasını gerektiriyordu. BDP’nin ve HDP’nin hakim sınıf içindeki çatışmalardaki tarafsızlık ve sokak vurgusu HDP’nin parlamenter anlamda güçlenmesini beraberinde getirdi. Çünkü düzen cephesi, düzen rejimi çatırdıyordu. Emekçilerin düzenin muhalefetinden bezginliği artıyordu. Türkiye siyasetindeki kriz büyürken HDP gittikçe güçlendi.  Ama bu koşullar HDP’ye yeni bir tercihi dayatıyordu. Düzen içi kriz derinleşirken BDP-HDP bu gücünü nasıl kullanacaktı? Düzen güçlerinden birine mi destek verecekti ya da bağımsız çizgisinde ısrar mı edecekti. Ama bağımsız çizgide ısrar etmek, rejimi kilitlemek, iç savaşı derinleştirmek ve devrimci mücadeleyi büyütmek anlamına geliyordu. Oysa HDP barış, demokrasi ve Kürt sorunun anayasal çerçevede çözümü için kurulmuş bir partiydi. Bu yolu seçemezdi. Elbette düzen içi güçlerden birisi olan Amerikancı muhalefete destek vermeyi seçti. Ama bu yolun kendisi de her türlü sokak eyleminden, politik tutumdan uzak durmayı dayatıyordu. HDP AKP’ye karşı kurulacak en geniş bloğu bozmamak için desteklediği güçlerin iki yüzlülüklerine tavır almadı. Eylem çizgisini durdurdu. Bu da HDP’nin güçlenmesine ket vurdu. HDP’nin büyümesi durdu. Bir diğer yandan ise burjuva siyasetindeki kilitlenmişlik HDP’nin zayıflamasını da engellemekte. Hükümetin her türlü saldırısına karşın HDP bir seçim partisi olarak kendi varlığını korumaya devam etmektetir.

Bugün sıkça tekrarlanan bir saptama var: Erdoğan zayıflıyor, zayıfladıkça saldırganlaşıyor. Soyut olarak doğru bir saptama ama içi şöyle yanlış bir biçimde dolduruluyor:

‘Erdoğan giderek oy kaybediyor. Millet İttifakı güçleniyor. HDP’nin desteği ile Millet İttifakı Erdoğan’ı büyükşehir seçimlerinde yendi. Erdoğan şimdi bu büyük ittifakı, HDP’yi bu ittifaktan kopararak bölmeye, böylelikle seçimlere kazanmaya çalışıyor. O yüzden bugün bu saldırılara verilecek en iyi yanıt sokağa çıkmamak, Millet İttifakı’na daha sıkı bir destek vermektir.’

Bu tespitler tümüyle yanlıştır. Başta da belirttiğimiz gibi Erdoğan seçim mağlubiyetleri nedeniyle gerilememektedir.  Burjuva demokrasisinin temel mekanizması seçimler değildir. İşleyen bir rejimin olduğu koşullarda Erdoğan’ın altı sene önce gönderilmiş olması gerekirdi. Erdoğan rejim krizi nedeniyle ayaktadır. Hatta tersini söylemek gerekir. Normal koşullarda seçimlerin ve sonuçlarının belirleyici olmadığı 12 Eylül rejiminde, rejim krizde olduğu için seçim sonuçlarına dayanarak ayakta kalabilmektedir. İkincisi bu saldırı doğrudan Erdoğan tarafından değil Cumhur İttifakı’nın ana aktörü Bahçeligiller tarafından tezgahlanmaktadır. Bu hamlenin kendisi esas olarak Erdoğan’ın manevra kabiliyetini daraltmakta onu Cumhur İttifakı’na daha fazla bağlamaktadır. Bu anlamıyla bu saldırılar Erdoğan’ın zayıflayışının göstergelerinden bir diğeridir. Üçüncüsü bu saldırının amacı siyasi soykırım, HDP’nin siyaset tasfiyesi falan değildir. Erdoğan bunun mümkün olmadığını bilmektedir. Zaten HDP’yi böylesine saldırılarla tasfiye etmek de mümkün değildir. Bu saldırının asıl amacı Millet İttifakı’nı siyaset yapmaya zorlamaktır. Bu ittifakın çürük temellerini göstermektir.  Zira herhangi bir siyasal sorun hakkında görüşlerini ifade ettiği zaman Millet İttifakı’nın ayakta kalması mümkün değildir. Bu nedenle iddianamenin Kobani ayaklanması hakkında olması tesadüf değildir.

HDP’nin Millet İttifakı’na destek vermesiyle birlikte Erdoğan’dan seçimle kurtulmanın mümkün ve tercih edilebilir olduğu da bir başka yanlıştır:

Erdoğan tam da bu somut siyasal durum nedeniyle seçimle gitmeyecektir. Birincisi karşısındaki blok olan Amerikancı muhalefet, maddi güç dayanaklarını önemli oranda yitirmiştir. 12 Eylül rejiminin temel değerlerini savunarak siyaset yapan Erdoğan’ın karşısına alternatif bir siyasetle çıkması mümkün değildir. Bu nedenle Erdoğan’ı itibarsızlaştıran tüm gelişmelere karşın muhalefet Erdoğan’ın karşısında yüzde ellibiri bulan bir çoğunluğu, HDP’nin desteğine rağmen elde edememektedir. Edemeyecektir de. ‘Erdoğan seçimle gitmeyecek’in birinci anlamı budur. İkincisi Erdoğan’ın seçimlerde yüzde elli altına düştüğü koşullar altında rejimin bu parçalanmışlık halinde her türlü imkanla direneceği açıktır. Karşısındaki muhalefetin ise parlamenter yolların dışına çıkmayacağı 31 Mart seçimleriyle açığa çıkmıştır. Erdoğan bu nedenle de seçimle gitmeyecektir.

Erdoğan ola ki seçimle gitse bile bu istenir bir gelişme olmayacaktır. Zira bugünkü Millet İttifakı’nın bileşenleri Erdoğan’dan daha tercih edilir kesimler değillerdir. Aynı oranda halk ve Kürt düşmanıdırlar. HDP’nin bu kesimleri kendi vereceği destekle Amerikancı muhalefeti hükümete taşıması bir restorasyonu mümkün kılmasa da (hatta rejim krizini daha da derinleştirse de) emekçileri hükümete bağladığı için hükümet karşısında bağımsız bir hatta mücadele etmesini güçleştirecektir. Zira bu süreç içerisinde HDP’nin seçim bloğuna destek vermesi ancak kendisinin ve öncellerinin (1990-2013 döneminde) taşıdığı göstermelik (tarafsızlığın kılıfı olarak aslında) bağımsızlık iddiasının iyice tasfiye edlimesini gerektirmektedir. HDP’nin bu süreçte Kobani ayaklanması karşısındaki tutumu bu konuda önemli bir göstergedir.  Daha da önemlisi HDP seçimle süpürülmesi mümkün olmayan Erdoğan’dan seçimle kurtulmayı savunan bu karşı devrimci bloğa destek verdiği oranda hükümetin daha fazla saldırısına uğrayacaktır.O bakımdan bu süreçte Amerikancı seçim bloğuna destek vermek asıl olarak Erdoğan’dan kurtulmayı mümkün kılmayacağı gibi o emekçilerin bağımsızlık mücadelesine ket vuracaktır.

Tam da bu noktada ESP’ye yönelik saldırılar üzerinde özellikle durmak gerekir. ESP’ye yönelik saldırılar HDP’ye yönelik saldırıların bir parçası olarak gösterilmektedir. Bu bir yönüyle doğru bir yönüyle yanlıştır. Kobane direnişi ne kadar HDP ile ilgiliyse ESP ile ilgili saldırılar da o kadar HDP ile ilgilidir. Kobane bir ayaklanmadır üstelik hükümete geri adım attırılan bir ayaklanmadır. Peşmergelere kapı açılmıştır. HDP bu gelişmeleri hükümetin tetiklediği bir provokasyon olarak görmektedir. ESP de ‘faşist rejimin’ sandıkla gitmeyeceğini, ‘faşist rejimi’ sokakta süpürmek gerektiğini söylemektedir. ESP sadece Kobane’ye sahip çıkmamakta aynı zamanda ‘faşist rejimin’ devrilmesi için ayaklanma çağrısında bulunmaktadır. Hükümet de ESP’lilerin üzerine bu çağrıları nedeniyle  yürürken HDP’yi ve diğer Millet İttifakı bileşenlerini de tutum almaya zorlamaktadır. HDP ve Millet İttifakı’na, bizi ayaklanma yoluyla devirmek isteyen bir hareket hakkındaki görüşleriniz nedir diye sormaktadır.

Amerikancı muhalefet bu konuyu (ESP’yi provokasyon olarak nitelendiremeyecekleri için) görmezden gelmekte HDP ise HDP’ye yönelik saldırılar genelliği içinde eritmeye çalışmaktadır.

İçinden geçtiğimiz dönemde birleşik bir işçi emekçi hareketi oluşturmanın temel kaldıracı demokrasi mücadelesi olacaktır. Bu mücadelenin odak noktasında elbette Erdoğan’dan kurtulmak olacaktır. Kendisine yönelik saldırılarda elbette HDP’yi desteklemek gerekir. KöZ nitekim yıllardır bunu yapmaktadır. Yapmaya da devam edecektir. Gelgelelim hem Erdoğan’dan kurtulmak için verilecek demokrasi mücadelesinin hem de HDP’ye yönelik saldırılara verilecek yanıtın iki biçimi vardır. Biri proleter devrimci yoldur, diğeri devrim karşıtı, burjuva yoldur.

Burjuva yol: Amerikancı muhalefet Erdoğan’dan seçimle kurtulma hayalini yaymaktadır. Bu hayalin ön koşulları ise emekçilerin bağımsız siyasetinin örülmemesi, Kürtlerin sesini kısılmasıdır. Kahvaltı önerileri yapanlar da bu hayali yaymaktadır. Bu hayali yaymaları için HDP’ye yönelik saldırılara sembolik bir iki basın açıklaması dışında yanıt vermemeleri, saldırılar karşısında Millet İttifakı’nın ipine daha sıkı sarılmaları, ESP’ye yönelik saldırıların nedenini görmezden gelmeleri gerekmektedir. Kobane’yi provokasyon olarak görmeleri gerekmektedir. Zaten olan da budur.

Proleter devrimci yol: Erdoğan’ın halk seferberliği ile gideceğini ısrarla söylemek, Millet İttifakı’ndan kopmayı savunmak; seçimlerde emekçilerin bağımsız bir sol blok oluşturmasını savunmak; her türlü saldırıya kitlesel bir seferberlik perspektifine denk düşen eylem ve etkinlikle; sokağı güçlendirerek yanıt vermektir. Kobane’nin Erdoğan’a karşı meşru bir ayaklanma olduğunu Erdoğan’ın Kobane’yi aşan bir ayaklanmayla gideceğini söylemek gerekir. ESP’nin HDP içinde Erdoğan’dan ayaklanma yoluyla kurtulma çağrısı yaptığı için saldırıya uğradığını söylemek ve buna uygun tutum almak gerekir. Düzen içi bloklardan kopmanın ilk adımlarından biri budur. Demokrasi mücadelesi yürütürken devrimci yolu seçenlerin bu politik hat üzerinden yürümesi gerekmektedir.

Bugün yapılan bu saldırılar karşısında Türkiye sol hareketinin aldığı tutumları anlayabilmek için merkezciliğin ne olduğunu ve merkezciliği neden mahkum etmek gerektiğini anlamak icap eder. Merkezcilik komünist siyaset ile sosyal-demokrat siyaset arasında yalpalayanları anlatmak için kullanılır. Kautsky, Rosa Luxemburg,Troçki bu çizgide olan en belirgin örneklerdendir. Merkezcilik bir yandan komünist siyasetin temel doğrularını tekrarlar gibi görünse de aslında sosyal-demokrat siyasetten de etkilenerek ona revizyonist aşılar yapar, eklektik bir hale getirir. Kautsky’nin paylaşım savaşı ve ilhaklar konusundaki tutumu tam da böyledir. Ama merkezci siyaset asıl kendisini oportünizmden, sosyal-şovenizmden örgütsel olarak kopmaya ayak direyişi ile belli eder. Üçüncü Enternasyonal’in kurulmasına direnen Luxemburg, Troçki hatta Zimmerwald Solu bunun tipik örneğidir. Bugün de HDP içinde yer alıp, HDP’ye taban tabana zıt bir çizgiyi savunanlar (Kobaneyi meşru görüp hükümete karşı ayaklanma çağrısı yapanlar, İmamoğlu’nun desteklemeyi, Korana sırasında evde durmayı reddedenler) tipik merkezci bir pozisyondadırlar.  Bunlar HDP’den ayrı bağımsız bir örgütsel duruşla siyaset yapamamaktadırlar. En keskin siyasi söylemleri buna tümüyle karşı bir yapı içinde dile getirmek merkezciliğin tipik bir özelliğidir. Merkezcilerin önündeki açmaz dediğimiz durum aslında bir yol ayrımıdır. Ya HDP’nin söylemini benimseyecekler ve tümüyle ona uygun bir işleyişi kabul edecekler. Ya kendi devrimci çağrılarını HDP’nin dışında ve onun tarafından eli kolu bağlanmayan bir siyasi odak olarak sürdüreceklerdir. Açmaz hali hazırdaki durumun sürdürülemezliğini anlatmaktadır.”

Yoldaşın sunumunun ardından gelen sorularda yanıtlanarak söyleşi sonlandırıldı. Söyleşiye katılanlar bu saldırılara karşı, ‘sandıkta değil, sokakta hesap soracağız’ şiarıyla yürüttüğümüz çalışmalara davet edilerek mücadeleyi yükseltme çağrısı yapıldı.

Sandıkta Değil Sokakta Hesap Soracağız!

Kitlesel Başkaldırılarla ESP’ye Sahip Çıkalım!

 

İstanbul’dan Komünistler