Üniversitelerden Komünistler olarak Libya tezkeresi güldürüsü üzerine, Boğaziçi Üniversitesi’nde aşağıdaki metni içeren bir afişleme çalışması gerçekleştirdik.

Libya’ya asker gönderilmesine ilişkin tezkere TBMM Genel Kurulu’nda 184 red oyuna karşılık, 325 oyla kabul edildi. Türkiye solunun geniş kesimleri ise bu hamlenin sömürgeci, militarist ve şovenist bir mantıkla yapıldığını belirterek ve savaşa karşı barış talebini bir kez daha yinelediler. Oysa Libya tezkeresi de Rojava harekatı gibi Erdoğan’ın, başlattığı iç savaştaki tıkanıkları aşmak için uyguladığı bir manevradır. Gerileyen Tayyip Erdoğan’ın derinleşen rejim krizini bir darbe ile kendi lehine çözmeye mecali yoktur. Dolayısıyla ayakta kalmak için bu gibi manevralara mecburdur. Sınır dışındaki maceracı hamleler, hükümetin içerideki savaş politikalarının uzantısıdır; hatta bu politikaları başlatanların bekledikleri sonucu alamamış olmalarının bir sonucudur.

Türkiye’de iç savaş Erdoğan hükümetinin 7 Haziran 2015’teki seçim yenilgisinin ardından halka savaş açmasıyla başladı. 7 Haziran’la birlikte Erdoğan, bir daha tek başına seçim kazanamayacağını ve ayakta kalmasının yegane koşulunun emekçi ve ezilenlere, onların örgütlerine savaş açmak olduğunu anladı. Erdoğan’ın MHP’nin siyasi çizgisine teslim olması iç savaşın birinci nedeniydi. Bununla birlikte sanılanın aksine Devlet Bahçeli Cumhur İttifakı’nın pasif bir bileşeni değildi. Erdoğan’ı kendisine mecbur etmek ve onun önündeki alternatif ittifakları dinamitlemek için Bahçeli Erdoğan’ı içeride ve dışarıda daha saldırgan bir politika izlemeye zorladı. Bu da iç savaşı sürekli kılan ve şiddetlendiren ikinci etmendi.

Fakat Erdoğan bu denli merkezi bir devleti kendi istediği şekilde de hareket ettirememektedir. Bir dizi şaibeli seçimin ardından geniş kesimlerin nezdinde sandıktan gelen meşruiyetini adım adım yitirmiştir. Tüm bu hamleler de derdine deva olmamış, siyaseten MHP’ye teslim olması bile seçimlerde topladığı oyların kademeli olarak azalmasını engelleyememiştir. Bugün için Erdoğan kendi partisi içindeki parçalanmaları bile önleyecek durumda değildir. Bir başka açıdan ise cumhuriyet tarihinin en büyük rejim krizi sürerken Erdoğan’ın yürüttüğü iç savaştan vazgeçememesi aslında karşısındaki muhalefet bloğunu dağıtamadığının itirafı gibidir. Bu da aslında ülkenin emekçi ve ezilenlerinin de eskisi gibi yönetilmek istemediğini göstermektedir.

Dünyanın ayaklanmalarla çalkalanmaya yeni yeni başladığı, daha büyük patlamaların eli kulağında olduğu bir dönemde bu uzlaşmacı hesaplar başarısızlığa mahkumdur. Zira geçelim politik işçileri Türkiye’de ortalama bir siyasi bilince sahip bir emekçi bile bugün ülkedeki en önemli siyasal sorunun hükümetin başlattığı ve sınır dışına yaydığı iç savaş olduğunun farkındadır. Fakat şovenizmin yükseldiğini iddia eden sol akımlar kendileri emekçileri ve ezilenleri burjuvazi ile işbirliği yapmaya ve şovenizme teslim olmaya mecbur bırakıyorlar.

Öncelikle şovenizm Türkiye solunun geneli tarafından  milliyetçilikle eş görülmektedir. Şovenizm milliyetçiliğin özel bir türüdür. Emperyalizm ve proleter devrimler çağında, ilk emperyalist paylaşım savaşının şafağında meydana gelmiş özel bir milliyetçilik türüne işaret eder. Bunu ayırt etmek, aynı zamanda ezen ve ezilen ulus milliyetçiliklerinin ayırt edilmesi ile alakalıdır. Şovenizm rastgele milliyetçi bir ideoloji değildir. Belirgin bir ayrımı olan bir milliyetçilik türüdür ve doğrudan devletle ilgili politik bir kavramdır. Bir başka deyişle şovenizmin alelade milliyetçilik ve vatanseverlikle arasındaki nüans savaş zamanında kendini ortaya koyan bir milliyetçilik/vatanseverlik olmasındandır. Yani esas olarak savaş zamanında kendi devletinin (ve elbette onun asli unsuru olan ordusunun) yanında yer alma tutumuna işaret eder. Böyle davranmayanları bozguncu ve hain olarak düşman taraftarı olarak göstermeyi de mutlaka içerir.

Oysa Libya tezkeresi de Rojava’ya yönelik askerî harekât gibi tam da Türkiye’de şovenizmin kabarmadığını, hatta zaten hüküm sürmediğini görmek için elverişli bir tabloyu gözler önüne sermektedir. Geniş kesimler bu manevralarında koşulsuz şartsız hükümetin arkasında değildir. CHP, İYİ Parti ve Saadet Partisi’nin tezkereye hayır demesi de şovenizmin Türkiye’de hakim olmadığına dair örneklerdir. Fakat dünyanın değiştiğine, ayaklanmalar ve proleter devrimler çağının bittiğine çoktan hüküm vermiş sol akımlar Türkiye’de toplumsal muhalefeti sözüm ona yükseltmek için iç barışın sağlanmasını bekliyor buna katkı sunmak için öne çıkıyorlar. Erdoğan’dan parlamenter yollarla kurtulmak hayaliyle Millet İttifakı ile oluşan cephenin zayıflamasını istemiyorlar. Bu nedenle emekçileri ve ezilenleri burjuvazi ile işbirliği yapmaya ve şovenizme teslim olmaya mecbur bırakıyorlar.

Komünist Enternasyonal emperyalizmin kapitalizmin en yüksek aşaması olduğuna ısrarla işaret etti. Emperyalizmin can çekiştiği koşullar altında en basit bir reformun bile gerçekleşmesinin devrime bağlı olduğu Komünist Enternasyonal’in ilk dört kongresine damgasını vuran temel tezlerden biriydi. İçinden geçtiğimiz dönemde barış sorunu da diğer tüm demokratik sorunlar gibi bir devrim sorunudur. Erdoğan devrilmeden ve Saray sultası sona ermeden başta Kürtler olmak üzere hiçbir ezilen kesim rahat nefes alamayacaktır. Emekçiler ve ezilenler zincirlerini bizzat kırmak ve iktidarı ellerine geçirmek üzere isyan etmedikçe Suriye’ye de, Türkiye’ye de, Libya’ya da barış gelmeyecektir.

Yaşasın Proletarya Enternasyonalizmi!

Üniversitelerden Komünistler