Türkiye’de Devrimci Durum

Türkiye’de devrimci bir durum hüküm sürüyor çünkü yönetenler eskisi gibi yönetemiyor. Çünkü delik deşik yamalı bohçaya dönüşmüş bir 12 Eylül Anayasası var. Çünkü devlet burjuvazinin ortak işlerini yürüten bir komite olmaktan uzun bir süre önce çıkmış durumda. Sermayenin ve bürokrasinin geleneksel kesimleri yıllardır Erdoğan’dan kurtulmak istiyorlar ama bunu rejimin alışılagelmiş araçlarından hiçbiriyle başaramadılar. Yargı yoluyla da skandallar yoluyla da, AKP’yi parçalayarak da, seçimler yoluyla da olmadı. Attıkları her adım devleti daha da işlemez hale getirdi. Buna karşılık gerileyen Erdoğan’ın da rakiplerini tasfiye etme gücü yok; hatta kendi partisi üzerinde bile denetim gücü yok. Başarısız 15 Temmuz darbesi, sadece hükümetin bir kağıttan kaplan olduğunu, Erdoğan’ın koltuğunda oturabilmesinin kırılgan dengelerle mümkün olduğunu göstermiyor; aynı zamanda 12 Eylül rejiminin temel direği Türk ordusunun hiyerarşik bir bütün olarak hareket etme kapasitesini hepten yitirdiğini anlatıyor.

Çünkü yönetilenler eskisi gibi yönetilmek istemiyor. Türkiye’deki emekçilerin neredeyse yarısının Erdoğan’ın gitmesini öncelikli hedef olarak görmesi başlı başına bir gösterge olarak kabul edilebilir. Buna karşılık hâkim sınıfın Türkiye’de emekçileri yedeklemek için başvurduğu tüm silahlar da iyice etkisizleşiyor. Cumhur İttifakı yıllardır muhalefete karşı bir sokak hareketi başlatamıyor. En katıksız şovenist vurgularla bezeli yürütülen işgal operasyonlarının hiçbiri hükümetin siyasi gücünü arttırmıyor. Hükümetin arttırdığı din vurgusunun deizmi yaygınlaştırdığı, hükümet çevreleri tarafından dahi kabul görüyor. Bununla birlikte geleneksel muhalefet partilerinin gücü artmıyor. Tersine hükümetin terörist olarak ilan ettiği HDP, Türkiye siyasetindeki en büyük üçüncü parti olma durumunu koruyor.

Çünkü kitlelerin seferberliğinde, faaliyetinde “tepedekilerin de zorlamasıyla” önemli bir artış var. Gezi Ayaklanması, Kobanê Eylemleri, 2015-16 yıllarında kurulan hendekler, sonrasında gelen Adalet Yürüyüşü bu seferberliğin bir parçası olarak görülmeli. Hâkim sınıf içindeki çatışmalar, bu kesimlerin niyetlerinden bağımsız olarak, emekçi ve ezilenleri daha fazla siyasallaşmasına, siyaset sahnesine daha aktif bir biçimde girmesine yol açıyor.

Kitlelerin faaliyetindeki bir artıştan söz edildiğinde Gezi’den söz etmek, bugün solun geniş kesimleri açısından geçmiş bir dönemden söz etmek anlamına geliyor. Bu bakış açısına göre Gezi farklı bir yükseliş dönemiydi, bugünse bir “dağılmayı, geri çekilmeyi” yaşıyoruz. Her seçim sonucuna göre Erdoğan’ın güçlendiği ya da zayıfladığı, faşizmin kurumsallaştığı ya da dağıldığı analizi yapanlar yine “sadece gördüklerine inandıkları için” o ay, o sene başka bir eylemin olup olmadığına bakarak kitlesel seferberliğin ortadan kalkıp kalkmadığına dair hüküm vereceklerdir elbette.  Bu bakış açısı, mantıksal sonuçlarına götürüldüğü zaman şöyle bir değerlendirmeyle karşılaşmak işten bile değildir: 2013 Haziran’ında patlak veren 2013 Eylül sonrasında forumların ortadan kalkmasına kadar süren bir seferberlik dönemi. Sonrasında Ekim 2014’e Kobanê Ayaklanması’na kadar süregiden bir durgunluk dönemi (kimilerinin Soma katliamının ardından yaşanan sessizliği bu durgunlukla açıkladığını unutmayalım). Bir aylık bir eylem yani seferberlik döneminden sonra 2014 Aralık’ından 2015 Ağustosu’na kadar uzanan bir sessizlik. Sonrasında 2016 Mayısı’na kadar süren bir kitlesel eylem dalgası. Sonra yine sessizlik. Yani 10-12 ayda bir birkaç aylığına sahneye çıkan, sonra da kaybolan bir devrimci durum. Bu tür bir saçmalığı elbette açıkça savunan yoktur ama solun genel değerlendirmelerinde bu tür ölçütlerin rol oynadığı da aynı oranda şüphesizdir.

Oysa söz konusu Gezi, Hendekler ya da Adalet Yürüyüşü olunca -bu eylemler birbirine hiç benzemese ve başı her seferinde farklı kesimler tarafından çekilse bile- bu eylemlerin aynı dönemin ve ona damgasını vuran rejim krizinin ifadesi olan eylemler olduğunu söylemek gerekir. Söz konusu rejim krizi bitene dek, bu eylem dalgaları farklı biçimlerde karşımıza çıkmaya devam edecektir.

Belirleyici Olan Kitlelerin Bağımsız Eylemlerindeki Değil Faaliyetlerindeki Yükseliştir

Kaldı ki devrimci durumun üçüncü koşulundan yani kitlelerin artan seferberliğinde sadece miting, gösteri ve barikatları yani daha çok emekçilerin düzen güçlerinden bağımsız hareket ettikleri zaman başvurdukları eylem yollarını anlamak yanıltıcı olur. Lenin’in devrimci durumla ilgili “İkinci Enternasyonal’in Çöküşü” makalesinde üzerine basa basa vurguladığı nokta kitlelerin protesto eylemlerinde, başkaldırılarında bir artıştan ziyade kitlelerin faaliyetinde bir artıştır. Üstelik bu faaliyet tepeden, yani yönetemez haldeki yönetenler cephesinden zorlanan bir faaliyettir. Düzen güçlerinin kitleleri ilk etapta genel grevlere, protesto mitinglerine yahut barikatlara zorlayacağını düşünmek saflık olur.

Nitekim Lenin’in devrimci duruma örnek olarak verdiği dönemler olan 1858-60 Almanya’sı, 1879-80 Rusya’sı işçi ve köylülerin protesto eylemlerinde bir artışın yaşandığı yerler değildir. Keza Lenin makaleyi yazdığı 1915 yılında Avrupa’da devrimci bir durumun hüküm sürdüğünü ileri sürmektedir ama o ölçüt grevler ve mitingler olunca, o dönemde de Avrupa’da “yaprak kımıldamamaktadır”. Bu dönemler esas olarak savaş dönemleridir. 1859-61 dönemi Almanya-Avusturya savaşı dönemidir; tıpkı 1914’te olduğu gibi burjuvazi işçileri askere almakta, onları kendi siyasal sorunlarını çözmek için harekete geçirmektedir. 1879-80, Rusya’da sadece açlık yılları değil aynı zamanda hızla bir sanayi ordusunun kurulduğu, devletin bir nüfus hareketliliğinin önünü açtığı yıllardır. Kısacası en azından burjuvazinin ve devletin bir kesiminin (bir kesiminin çünkü yönetenler eskisi gibi yönetemediği için bütünlüklü bir devlet aygıtından söz etmek mümkün değildir) işçi ve köylü kitlelerin kendi güdümünde hareket etmesine muhtaç olduğu dönemlerdir.

Aslına bakılırsa yine Lenin’in tanımına başvurduğumuzda devrimci durum ve devrim arasındaki farkın tam da bu noktada açığa çıktığını görürüz. Devrimci durumu devrime dönüştüren, kitlelerin tepedekilerin zorlamasıyla faaliyete geçen bir güç olmaktan çıkıp, bir özne olarak yıkmadıkça yıkılmayan hükümetin karşısına çıkmasıdır. Yaygın protesto eylemleri, hendekler, barikatlar tam da bu noktada gündeme gelir, devrimci durumu aşan yeni bir süreci; bir devrimi anlatır. Bu nedenle hükümeti felç eden, devlet terörünü tümüyle (ya da Lenin de dediği gibi en azından kısmen)  boşa çıkaran eylem dalgası devrimci bir durumun değil, bir devrimin zorunlu koşullarından biri olarak görülmelidir.

Bugüne geldiğimizde sadece, CHP’yi bile şaşırtan Adalet Yürüyüşü’nü değil, 2014’ten beri varolan sandıklara sahip çıkma kampanyalarını da bu seferberliğin bir parçası olarak görmek gerekir. 2019 seçimlerinde müşahit olanların sayısı Gezi eylemlerine katılanlara yakındır. Ekrem İmamoğlu’nun tek bir önerisiyle Kanal İstanbul için dilekçe vermek niyetiyle Türkiye’nin dört bir yanından gelip kuyruğa giren on binlerin, bu seferberliğin dışında kaldığı düşünülebilir mi? Bilakis hâkim sınıf siyasetçileri ve bunların kuyruğunda siyaset yapanların yani Lenin’in deyimiyle tepedekilerin zorlamasıyla kitlelerin harekete geçmesinin en tipik örnekleri Sur’da kurulan barikatlar değil bu tür etkinliklerdir.

Türkiye ve Kürdistan’da Tüm Yoğunluğuyla Yaşanan Devrimci Durum Dünya Çapında Yaygınlaşmaktadır

Devrimci durum Türkiye ve Kürdistan’la aynı yoğunlukta yaşanmasa da dünyanın dört bir yanında hüküm sürmekte ve yaygınlaşmaktadır. Dünya çapında yönetenler eskisi gibi yönetememektedir. NATO’nun, Avrupa Birliği’nin, Dünya Bankası’nın, Dünya Ticaret Örgütü’nün, Uluslararası Para Fonu’nun kısacası dünyanın bir numaralı emperyalist gücü Amerika’nın mimarı olduğu kurumların eskisi gibi işlediğini söyleyen çıkabilir mi? Ticaret savaşlarının geçer akçe olduğu bir dünya, Amerikan emperyalizminin gücüne mi güçsüzlüğüne mi işaret eder? Amerikan egemenlerinin bırakalım dünyayı, Amerika’yı eskisi gibi yönettiğini söylemek mümkün müdür? 2020 seçimleri aksi bir yanıtın en açık kanıtı değil midir? Brexit’i Britanya burjuvazisinin ortak tercihi olarak yorumlamak mümkün müdür?

Yönetilenler cephesinde de aynı durum söz konusudur. Dünya çapında tüm merkez partileri erimekte, burjuva demokrasisinin sağlam kaleleri olarak bilinen Amerika ve İngiltere’de dahi iki partili siyasal düzen çatırdamaktadır.  Sosyalist olduğunu iddia ederek seçim kampanyasını yürütenlerin İngiltere ve Amerika’da az daha seçimleri kazanabiliyor olması; Türkiye’de HDP’nin güçlenişine yol açan siyasal dinamiklerle aynı sebepten ötürüdür.

Nihayetinde 2019 boyunca süren 2020 yılında Şili’de kurucu meclis seçimlerine, Amerika’da George Floyd eylemlerine yol açan seferberlikler, kitlelerin hareketliliğinde de öncesine kıyasla görülmemiş bir artışa işaret etmektedir.

Devrimci Durum Devrimcilerin Sorunlarını Kendi Başına Çözmez Sorumluluklarını Arttırır

Tasfiyecilik sadece devrimci programın tahrip edilmesi değildir; aynı zamanda devrimci iradeye, devrimci iradenin dönüştürücü gücüne inancın ortadan kalkmasıdır. Tam da bu nedenle tasfiyecilik yaygınlaştıkça solda kendisini bir özne olarak gören akımların sayısı azalır. Siyasi gelişmeleri kendi dışındaki güçlerle açıklayanların sayısı artar. Böylelikle tasfiyecilik ve artan pasifizm reformistlerin kırılamayan etkisiyle değil nesnel koşulların kaçınılmaz sonuçlarıyla açıklanır. Bu durumun kendisi, kriz ve sıklıkla devrimin kendisiyle karıştırılan devrimci durum kavramlarının yıpranmasına yol açar.

Bu anlamıyla derinleşen kriz yahut devrimci durum kavramları kendiliğindenliğin peşinde sürüklenen sol akımlar tarafından devrimci akımların ferahlayacağı, güçleneceği, eski türden sorunlarla cebelleşmeyeceği bir dönemin içinde olduğumuz ya da yaklaştığı umuduyla kullanılır. Sorunlar çözülmediği gibi, derinleştiği için bu kavramlar devrimci militanlar nezdinde itibarsızlaşır. Hamasi teselliler olarak algılanır.

KöZ devrimci bir durumun içinde bulunuyoruz saptaması yaparken, devrimcilerin omuzlarındaki sorumluluğun azaldığına değil arttığına işaret eder. Devrimci durumun kendisi devrimci bir parti kurmanın, devrimci bir siyasal merkez oluşturmanın aciliyetine işaret eder.  Zira reformistlerin karşı devrimci rollerini oynadıkları asıl dönem devrimci durumun yaşandığı dönemdir. Devrimci durum tespiti, kendiliğindenliğin ardında secde edenlerin sandığının aksine, reformistlerin etkisinin tuzla buz olduğu bir döneme değil, reformistlerin bizzat burjuvazi tarafından kendi karşı devrimci rollerini oynamak için siyaset sahnesine davet edildiği bir döneme işaret eder.

Kendi sol sekter, doktriner tutumlarını savunmak için devrimci durum, yeni evre tespitlerini kullanan kesimlerin de, bugün azınlıkta olsalar bile, bu kavramların tahrif edilmesinde payı vardır. Devrimci durum tespiti yapmak; seçimlere katılmayı, parlamentoda mücadele etmeyi, reformistlerle eylem birliği yapmayı reddetmek, sürekli ayaklanma çağrılarında bulunmak yahut günlük mücadeleyi yeterince devrimci bulmayarak bu mücadelenin dışında kalmak anlamına gelmez. Tam aksine reformistlerin etkisini kırmak için tüm siyasi süreçlere daha etkin bir şekilde katılmayı şart koşar. Nitekim Lenin muhtelif sol oportünist akımlar tarafından “sağcı” bulunan “Sol Komünizm: Bir Çocukluk Hastalığı” broşürünü tam da Komintern’in İkinci Kongresi’nin arifesinde yani bir dünya devrimi beklentisinin en yoğun olduğu dönemde yazmıştır. İkinci kongrede aynı zamanda parlamentoda çalışmayı reddeden sol komünist akımlarla yollar ayrılmıştır. Komintern’in üçüncü ve dördüncü kongresinde gündelik çalışmaya hız kazandırma, reformist akımlarla eylem birliği yapma kararları alınırken dünyada devrimci durumun ortadan kalktığı tespiti yapılmamış; bilakis devrimci durumun tüm koşullarının mevcut olduğu döne döne vurgulanmıştır.

Genellikle devrimci durumlarda muhtelif öznel zaaf veya kusurları bahane ederek bu şartlarda nasıl devrim olacak sorusunu sormak, sorumluluktan kaçmak için bahane arayan merkezci oportünistlerin adetidir. Ama bunlar neden başarılı bir devrim olamayacağı hakkında sayısız mazeretler üretse de, neden bu koşullarda acil bir ödev olarak bolşeviklerinki gibi bir devrimci partinin inşasına girişmenin beyhude olduğunu göstermeye yeltenmezler bile. Oysa devrimci durumlar şu ya da bu vesileyle harekete geçmekte tereddüt etmeyen kitlelerin hareketlendiği ve bir devrimci önderlik arayışı içine girdiği dönemlerin başında gelir. Bu şartlarda kendiliğinden harekete geçen kitlelerin peşinde sürüklenerek, kendiliğinden eylemlere övgüler düzenleri değil, bu sürüklenmeden kurtulmalarını sağlayıp iktidar yolunu gösterecek bir devrimci partiyi beklerler.

Kısacası devrimci bir durum devrimci bir partinin kurulmasının aciliyetini arttırır, ama daha ferah koşullarda, adeta kendi kendine kurulacağı anlamına gelmez. Tersine bu dönemlerde akıntıya karşı yüzme cesaretine ama aynı zamanda esnek bir taktik çizgi belirleyerek reformistleri eylem birliğine zorlamaya, reformizmi her bakımdan teşhir etmeye, gündelik mücadele içinde sebakâr bir biçimde yer almaya daha fazla ihtiyaç duyulur. Bu siyaset tarzının kendisi reformistlerle devrimcileri olduğu kadar, ayran gönüllü abbas yolcularla kararlı komünist militanları da birbirinden ayrıştıracaktır. Bugün KöZ’ün arkasında duran komünistler tam da böyle bir siyasi mücadelenin yürütülmesi gerektiğini savunuyor.