8 Ekim günü Manisa’da Uyar Madencilik işçileri, 8 yıldır verilemeyen alacaklarının ödenmesi talebiyle Soma’dan Ankara’ya yürüyüşe hazırlanırken, valilik kent genelinde korona virüs nedeniyle her türlü eylem ve etkinliği 15 gün süreyle yasakladı. Bağımsız Maden İşçileri Sendikası, yasaklama kararına dair yazılı açıklama yaptı ve yürüyüşlerinde kararlı olduklarını belirtti. 30 Ağustos’ta ise Karaman’ın Ermenek ilçesindeki maden işçileri, 13 aydır maaş alamadıklarını belirterek maden sahasında oturma eylemine başladı. İşçiler, alacakları ödenmezse kendilerini ocağa kapatarak açlık grevine başlayacaklarını duyurdu.

Kapitalizmde ekonomik istikrarsızlık yeni bir olgu değildir, içinden geçtiğimiz yönetme krizinin de iyice açığa çıktığı dönemde bu ve benzeri işçi eylemlerine daha çok rastlayacağız. Dünyayı hiçbir zaman İngiliz sömürgeciliğinin yönettiği istikrarda yönetememiş olan Amerikan emperyalizmi uzun zamandır derinleşen bir bunalım içindedir söz konusu bu bunalımın çeşitli yansımaları üzerinde yaşadığımız topraklarda da mevcuttur. İstikrarsızlığın ve yönetme krizinin en açığa çıktığı bu dönemde Komünistlerin Birliği’nin kuruluşundaki temel saptamalardan birini hatırlamak gerekir: “İnsanlığın bunalımı proletaryanın önderlik bunalımına indirgenmiştir.”

Bu saptamanın kendisi proletaryanın çözümsüzlük içinde debelendiğini değil, içinde bulunduğumuz dönemde üretim ilişikleri ve üretici güçler arasındaki çelişkinin had safhaya ulaştığını, emperyalistlerin geleceksiz olduğunu, ne yapılırsa yapılsın bu genel bunalımı ortadan kaldıramayacağını anlatır. Bu bunalımın proletaryanın önderlik bunalımına indirgenmiş olduğunu söylemek de yaşanan bunalımın ancak bir devrimle çözülebileceğini ifade etmek içindir. Bu bakımdan devrimlerin, onu doğuran devrimci durumların kendini hatırlatan somut bir olasılık olarak her daim yanı başımızda durduğu anlamına gelir.

Bugün işçi sınıfının içerisinde mücadele verirmiş gibi görünen kimi unsurlar aslında açıkça burjuva ideolojisinin taşıyıcılığı görevini üstlenmiştir. İşçi sınıfının ayrıcalıklı kesimleri olarak adlandırılan bu işçi aristokrasisi tespiti öncelikle “İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu” adlı eserinde Engels tarafından verilmiştir. Engels, İngiltere’deki, işçi sınıfının “burjuvalaşması” teşhisini oldukça erken bir vakitte koyar. Bu burjuvalaşma halini de aslında İngiltere’nin dünya pazarındaki baskın konumu ile açıklar. Parlamentodan çıkan birtakım yasalarla birlikte güvencesi ve ayrıcalığı artan işçi sınıfının kesimlerini inceleyerek, işçi sınıfının bu korunan kesimlerindeki “iyileşmenin” aslında zaman içinde bu grupların burjuvazinin birer enstrümanı haline gelmesi şeklinde ele alır.

Öyle ki dönemdeki fabrika işçileri incelenirse onların çalışma saatlerinin parlamentonun çıkardığı bir yasa ile bir ölçüde rasyonel sınırlar içinde sabitlenmesi ve fiziki şartlarının yeniden kazandırılmış olması onlara moral bir üstünlük duygusu getirmiştir. Bu işçilerin de aslında belirli bir yerde toplanmış olması bu duyguyu kendi içinde pekiştirir.

Bir diğer yanda ise kurulmuş büyük sendikalar yer almaktadır. Bunlar söz konusu dönemde yetişkin erkek işçilerin çoğunlukta olduğu ya da yalnızca onların çalıştığı iş kollarında kurulmuş örgütlerdir. Bu iş kollarında ne kadınların, çocukların ne de makinelerin rekabeti onların örgütlü gücünü zayıflatmıştır. Saydığımız ayrıcalıklı kesim işçi sınıfı içinde bir aristokrasi oluşturur: kendileri için göreli olarak rahat bir konum yaratmayı başarmışlardır ve bunun tartışılmasına dahi yanaşmazlar.
Öyle ki bu yarar sağlama hali ve kazanılan ayrıcalıklar bir süre sonra bahsi edilen kesimi burjuvazinin bir uzantısı haline getirir. Bu sürecin İngiltere’de ilk örneklerini vermesi ise bir tesadüf olarak değerlendirilmez, zira İngiliz burjuvazisi sömürgelerinden sağladığı aşırı karların zerreleriyle mevcut bulunan işçi sınıfı içinde nitelikli işçilere dayanan bir tabakayı “ayrıcalıklı” hale getirdi. 19.yüzyılın başlarından ikinci yarısına kadar etkisini arttıran sendikalizm ve parlamentarizm işçi hareketini bölmede de önemli rol oynadı. Oluşan bu yeni tabakalar, işçi sınıfının aristokrat, bürokrat küçük-burjuva tabakalarıydı.

Lenin ise Emperyalizm broşüründe, günümüzdeki işçi aristokrasisini de nedeni şöyle açıklar: Emperyalizm dönemi, dünyanın bütün öbür ulusları arasında paylaşılması dönemidir, bu ayrıcalıklardan ve bu ezgiden gelen ganimet kırıntıları, hiç kuşkusuz bazı küçük burjuvazi katmanlarına olduğu gibi, işçi sınıfı aristokrasisine de düşüyor. Buna göre egemen devlet kendi yöneten sınıfını zenginleştirmek ve sakin dursunlar diye alt sınıflarına rüşvet vermek için, eyaletlerini, sömürgelerini ve bağımlı ülkelerini sömürmektedir. Böylesi bir rüşvetin ister şeklen ister iktisadi bakımdan mümkün olabilmesi için yüksek tekel karları gereklidir.

Bunun sonucu olarak da burjuvazi tarafından satın alınmış yahut onlar tarafından beslenmiş adamların yöneticiliğine ses çıkarmayan bir tabakanın oluşmasıdır. Kapitalizmin emperyalizme doğru yol almasıyla elde ettiği koşullar ve proletarya saflarında yarattığı ayrıcalıklı yaşam tarzı ve yeni ilişkileriyle burjuvalaşmış kesimin, işçi hareketi içinde işçi sınıfına yabancı ve onu için tehlikeli bir ideolojik siyasal eğilim yaratması da kaçınılmaz oldu. Bu oportünizm gerek kara Avrupa’sında gerekse Rus coğrafyasında işçi hareketi içerisinde hep aynı rolü oynadı: proletaryayı siyasal iktidar mücadelesinden uzak tutmak ve bağımsız siyasal hareketini bir biçimde engellemek.
Proletarya saflarındaki burjuvalaştırılmış tabakaların emperyalist ideolojiyi emekçi sınıfının içine taşımalarının olağan sonucu, proletarya saflarında oportünizmin filizlenmesidir.

Korona döneminde ve sürmekte olan işçi direnişlerinde solun tutunduğu tavır ve söyledikleri incelendiğinde her birisinin burjuva siyasetçilerinin görevlerinden olan sistemi iyileştirmeye soyunduğunu görmek mümkündür. Somalı maden işçileri devletin bekçilerine karşı “Bir işverene, tek adama gücü yetmeyen devlet, şimdi gücünü bizde sınıyor. “Vallahi de korkmuyoruz, billahi de korkmuyoruz sizden” diyerek bir çıkış gösteren işçilere Türkiye solunun genel tepkisi; biz hangi işçi direnişi gündeme gelirse önce bu direnişin, muhtevasına, talebine bakarız, oldu. Öncelikle devrim iddiası taşıyan öznelerin başlıca görevi kitlelere siyaset götürmektedir, onların sektörel ve kısmi talepleri doğrultusunda kendisine siyasi gündem oluşturmak değil. Türkiye solunun, pandemiden sürmekte olan işçi grevlerine kadar genel yaklaşımı; mevcut burjuva diktatörlüğünü yeteri kadar “sosyal” olmamakla suçlayan bir konumdaydı

Burjuva sosyalistleri genel devrimci hedeflerini, kısmi reformist taleplerle böyle ikame etmektedir ve genel olarak da proletaryanın birbirinden kopuk çabalarının, kapitalizmi yıkmaya yönelik tek bir devrimci mücadeleye dönüşmesine köstek olmaktadır. Komünist Parti Manifestosu’nda burjuva sosyalizmi şu şekilde tanımlar:

“Burjuvazinin bir bölümü, burjuva toplumunun varlığını sürekli kılmak için, toplumsal dertleri gidermeden yanadır.

İktisatçılar, hayırseverler, insan severler, işçi sınıfının durumunun düzeltilmesini meşgale edinenler, bağış kampanyacıları, hayvanları koruma dernekleri üyeleri, işçi düşmanları, akla gelebilecek her türlü gizli reform heveslileri, hepsi bu kesime girerler. Sosyalizmin bu türü, dört başı mamur sistemler bile ortaya koymuştur.

….

Sosyalist geçinen burjuvalar, çağdaş toplumsal koşulların doğurduğu kaçınılmaz mücadeleleri ve tehlikeleri göze almadan, bu koşulların bütün nimetlerinden yararlanmak isterler. Halihazır toplum düzeni olduğu gibi kalsın, ama devrimci ve parçalayıcı unsurları olmasın isterler. “

Sınıf mücadelesi bir iktidar mücadelesidir, proletaryanın egemen sınıf olarak örgütlenme mücadelesidir, proletarya diktatörlüğünün kavgasıdır. Marks’ın komünist harekete asıl katkısı da proletarya diktatörlüğünü programatik bir çerçeveye oturtması olmuştur. Başka bir deyişle Marksizm burjuva toplumunda işçi sınıfının uğradığı haksızlıkları telafi etmeye çalışan bir doktrin değildir. Marksizm sınıf mücadelesinin eylem kılavuzudur.  Marksistler tüm sorunlara sınıf mücadelesi ve hakim sınıf diktatörlüklerine karşı proletaryanın iktidarı penceresinden bakarlar. Var olan birbirinden kopuk çabaları da devrim istikametinde toplayabilecek tek aygıt devrimci partisinden başkası değildir.

Yüksek ücretleri, kıdem tazminatlarını ve sağlıklı koşullarda çalışmayı siyasi mücadelenin ana merkezine koyan bir hat beraberinde işçilerin durumunun “çok fazla” kötüleştirmeyen bir devrimi hedefleyebilir yalnızca. Devrim sonrasında her kim işçilerin koşullarının hemen akabinde iyileşeceğini vadediyorsa düpedüz proletaryadan hakikati gizliyordur, çünkü diktatörlük kurulduktan sonra bu işçilerin daha çok açlık çekmesine ve yaşamlarının kötüleşmesine yol açar bir süre adına. Türkiye solunda işçilere siyaset götürme perspektifi yalnızca onların kısmi ve ekonomist taleplerini iyileştirmek yönünde devlete baskı kurmaktan ibaret olan bir hattan ibarettir. Devlete karşı bir siyasi hattı örgütlemek yerine tıpkı korona döneminde olduğu gibi ondan bir şeyler talep eden formdadır.

İşçi sınıfının kazanılmış haklarından yararlanan kesimleri çoğu zaman tabi oldukları sendika bürokrasisinin düzeltmeleri ile sahip oldukları her ayrıcalığın muhafızlığını üstleniyor. Bugün bu oportünistler proletaryanın en açık düşmanlarından dahi daha tehlikelidirler zira mütemadiyen sığındıkları işçi sınıfının kurtuluşu için mücadele şiarları yalnızca takipçisi oldukları pasifist, yasalcı çizgiyi gölgelemek adınadır.

İşçi sınıfı içerisinde şu ya da bu kesimi konjonktürel çıkarlara göre tercih eden yüzleri gölgeli burjuva politikacılarını teşhir etmek sınıfın düşmanları ile yüzleşmesi adına mühimdir. İşçi sınıfının sektörel taleplerini konu ederek sınıf üzerinde hegemonya kurmaya çalışan oportünistlerin esas gayesi emekçileri siyasetsiz kılmaktır.

Komünistlerin ödevi işçi sınıfının herhangi bir kesimini karşısına almak değildir elbette ancak mühim olan kısmi çıkarların karşısına bütünsel sınıf çıkarlarını koyup buna göre siyasi bir hat çizmektir. Enternasyonalizm dünyanın dört bir yerinde gerçeklesen benzer eylem tarzlarına selam gönderip onları bu topraklarda da tatbik etmek değildir. Asıl enternasyonalizm farklı ülkelerdeki emekçiler tarafından çoğunlukla farklı zamanlarda gerçeklesen çeşitli nitelikteki eylemleri aynı istikamette birleştirmektir. Tam da tüm bu farklılıkları aynı hedef doğrultusunda birleştirmek için enternasyonalist bir dünya partisine ihtiyaç vardır.

Komünist Enternasyonal’i yaratmak ve yaşatmak kararlılığını taşıyanlar ise günümüzde enternasyonalizm hakkında bilinç bulandıranları gözler önüne sermekle yükümlüdürler. Emekçilerin insanca yaşamasının yolunu açmak için kritik ve tayin edici adım siyasal iktidar meselesinin ortaya konması ve öne çıkarılmasıdır. Bu sınıflı toplumların sonuncusunu yeryüzünden süpürmek için zorunlu olan son kavgadır ve sonuna kadar da sürdürülmek zorundadır.