30 Nisan günü gazete büromuzda “2020 1 Mayıs’ını Tasfiye Edenlere Karşı Devrimci Parti Mücadelesini Büyütelim!” konulu etkinliğimizi gerçekleştirdik.
İşçi sınıfı içerisindeki ayrıcalıkların ve ayrımların arttığı, Korona bahanesiyle solun eylemleri ve etkinliklerini iptal ettiği bu konjonktürde gündemi değerlendirdiğimiz 1 Mayıs söyleşimize Enternasyonal marşını söyleyerek başladık.
1 Mayıs etkinliğinde konuşan yoldaş Korona salgınına karşı  yeni bir kampanya veya tutum belirlemektense aslında tutumumuzu “Seçimleri Beklemeyeceğiz!” kampanyamızın bir parçası haline getirdiğimizi anlattı. Seçimleri Beklemeyeceğiz kampanyasının 1 Mayıs ile bitmesi planlanmıştı. Dolayısıyla söyleşide 1 Mayıs öncesi siyasi değerlendirme ile birlikte ‘Seçimleri Beklemeyeceğiz’ kampanyasının da bir değerlendirmesini yapan yoldaş ilk tur konuşmasında şunları söyledi:
Aslında 1 Mayıs’tan önceki esas hedefimiz bir piknik düzenlemek ve bu piknik aracılığıyla oraya kattığımız kişilerle siyasi tutumuzu anlatmaktı. Salgın nedeniyle böyle bir süreç gerçekleşemedi.
Bu yıl bir miting olarak gerçekleşmeyen 1 Mayıs görüyoruz. Türkiye’de daha önce de 1 Mayıs’ın gerçekleştirilemediği zamanlar oldu. Ancak bu sene ilk defa miting başvurusu dâhi olmadı. Başka bir deyişle Korona salgını, sokağa çıkma yasağı gibi bahaneler ileri sürerek sol miting yapmamak üzerine bir “irade” ortaya koydu. Üstüne üstlük bu miting yapılmaması kararının üretimin hala devam ettiği, kapitalist üretimin hızını kesmediği bir dönemde alınmış olması bize solun kendi içindeki sıkışmışlığını gösterir. Ancak geçmişe baktığımız zaman,  bütün 1 Mayıslar’da, izinli olmayanlar dahil olmak üzere, alanlara çıkmak konusunda en zor şartlarda bile çağrılar yapıldı. 1918 Avrupa’sına gittiğimizde devrimci mücadelenin en kötü salgın veya savaş koşullarında bile durmadığını görürüz. Buradan bakınca ne salgın ne de sokağa çıkma yasağı geçerli bahaneler olabilir, asıl sebep solun tercihinin bu yönde olmasıdır.
Aslında bu tercihin de bizi şaşırtmaması gerekir çünkü 1 Mayıs’a gidilirken siyasi çizgi, solun kendine biçtiği görev hükümetin karşısına doğrudan dikilmek değildi. Tersine en iyi önlemi alma yarışıydı, salgın bu kadar yayılmadığı hatta hükümetin henüz önlem almadığı zaman da solun hemen hemen bütün unsurları kendi eylem ve etkinliklerini iptal etmişti. Sol bu tutumu hükümet eleştirisinin de merkezine oturttu. Hükümeti yalnız önlem kaleminde eleştiren, daha çok önlem almaya davet eden solun aslında bu çağrısıyla tutarlı şekilde getirilen sokağa çıkma yasağı karşısında herhangi bir irade ortaya koyması mümkün değildir.
Sürecin siyasi sorumluluğundan kurtulmak için de solun bir kısmı 1 Mayıs öncesinde parçalı eylemlere sarıldı, bir kısmı da Taksim Meydanı’na çıkmayı zorlayacak gibi görünüyor. Bunlar yapılabilir ancak hiçbiri 1 Mayıs için miting çağrısı yapılmamasının telafisi olamaz. Öbür taraftan bu eylemlerin siyasi muhtevası da 1 Mayıs’ta olması gereken siyasi muhtevayı ikame edecek türden değildir. Örneğin bu eylemlerde yapılan duvar yazılamalarındaki, pankartlardaki talepler arasında ‘Herkes için ücretli izin’ talebi öne çıktı. Bu talebin 1 Mayıs dediğimizde akla ilk gelen işçilerin birliği ile alakası yoktur. Zira söz konusu  ‘herkes için ücretli izin’ bütün işçileri kapsayamaz, üstüne üstlük şu an esas yükü çeken sağlık emekçileri, market çalışanları, çöpçüler çalışmaya devam edeceğine göre onların sorunlarını çözmek adına ne yapılacağına dair de bir şey söylememektedir. Yani aslında işçi sınıfını birleştirmektense sadece ücretli izin alması mümkün bir kesimi hedefine oturtarak işçi sınıfını bölen bir mantığa hizmet eder.
Biz bu süreçte yazdığımız bildirilerle, yazılamalarla ve ajitasyonlarla işçileri bölen değil birleştiren bir talebi öne çıkardık,  ‘tüm zorunlu işler bütün nüfusa bölüştürülsün!’ dedik.  Buharlaştırılan siyasi sorunları gündem ettik ve etmeye devam edeceğiz. Siyasi tutsaklardan, açlık grevlerinden bahsedilmiyor, bu konuda tek bir eylem dahi söz konusu değil. Siyasi tutsaklara özgürlük istemeyen bu süreç aslında 1 Mayıs yaklaşırken yapılan eylemlerin ekonomist ve apolitik niteliğini de gözler önüne seriyor.
Seçimleri Beklemeyeceğiz kampanyasının özünde, Cumhur İttifakı’ndan kurtulmanın seçimler ile birlikte çözüleceğini düşünenlere karşı devrim şiarını yükseltme çabası vardı. Bizler bu kampanyayı sürdürürken Türkiye’de yaşananlar ise ‘Devrimle gidecekler’ demenin bir slogandan öte gerçekliğe işaret ettiğini gösterdi. Bir taraftan Türkiye’nin Kürdistan’daki işgali de son bulmadı ve asli bir problem olarak varlığını sürdürüyor. Bir diğer yandan; AKP’nin ne kadar da zayıfladığını görüyoruz. Çakıcı’nın salıverilmesinde dâhi Erdoğan’nın ne denli MHP’nin arzularını karşılamak zorunda olduğunu görüyoruz. Yani aslında salgından bağımsız konularda bile AKP gittikçe köşeye sıkışmakta.
AKP’nin köşeye sıkışması yeni değil ancak bu kez farklı olarak AKP lehine bir gelişme daha yaşandı: 15 Temmuz’da, Kobane saldırısında; AKP  bir şovenizm dalgası yükselterek muhalefeti kendi arkasında toplamaya çalıştı ancak başarılı olamadı. Korona meselesinde ise hem solu hem de burjuva muhalefetini kendi arkasında topladı. Solun tüm etkinliklerini iptal etmesi, kimsenin sokağa çıkmaması, grevlerin durması Erdoğan’ın kendi kendine bu zamana dek yapamadığı bir hamleydi. Solun neredeyse Erdoğan adına inisiyatif alması ile bu hamle başarı ile sonuçlandı.
Şubat ayında başlattığımız Seçimleri Beklemeyeceğiz Kampanyası’nı tanıtma görüşmelerinde solun bir çok kesimiyle de Cumhur İttifakı’na karşı mücadele ve parlamentarizm hakkında tartışmak mümkün oldu. Kitlesel bir seferberlik çağrısını bugün için gerçekçi bulmayanlar ya da Gezi gibi patlak verecek kitle hareketlerinin mümkün olduğunu Kanal İstabul gibi bir çok konunun böyle bir patlamanın zemini olabileceğini savunanlar çoğunluktaydı. Bu görüşmelerde KöZ olarak Kanal İstanbul ya da bugün öngöremediğimiz başka herhangi bir gelişmenin bir kitlesel bir patlamaya vesile olabileceğini, ancak önemli olanın böyle bir patlamayı Cumhur İttifak’ın seçimle gidebileceği hayalini yayarken düzen güçlerine yedeklemeye çalışanlarla kendimizi ayrıştırmak olduğunu vurguladık. Bugünkü parlamentarist çizgi hangi vesile ile olursa ortaya çıkacak bir krizi seçimlere endeksli bir mücadelenin parçası haline getirmeye bu anlamıyla onu sönümlendirmeye mahkumdur. Bu nedenle böyle bir patlamayı beklemeksizin parlamentarizme karşı mücadeleyi bugünden yükseltmek, devrimci yönelimi olan tüm güçler açısından bir çekim merkezi olmak gerektiğini ifade ettik. Ancak devrimci güçlerin etkin bir biçimde yönlendirildiği koşullarda ortaya çıkacak kitlesel bir eylemi devrimci amaçlar için seferber etmek mümkün olur. Türkiye solu kendini daha birkaç ay önce böylesi bir kitlesel tepki için Millet İttifakı güdümündeki batık Kanal İstanbul projesine yatırım yapmaya çalışırken beklenmeyen bir noktadan Korona krizi sadece Türkiye’yi değil tüm dünyayı sarstı. Ancak bu kriz elbette parlamentarist hayalleri ortadan kaldırmadı tersine parlamentarist gözbağları bu krizi devrimci bir seferberliğin yolunun döşenmesine değil bu sefer tüm muhalif güçlerin öncekilerle kıyaslanamayacak ölçülerde hükümete yedeklenmesine neden olmuştur.
Seçimleri beklememek gerekir dediğimizde en yaygın karşılaştığımız eleştiri-soru şu oldu: “Peki siz ne yapmayı öneriyorsunuz? Kitlelere sokağa mı çıkın diyorsunuz?” Bu soldaki hakim bakış açısının sınırlılığını yansıttığı kadar bizim açımızdan hedefimizi, amacımızı anlatma vesilesi olabilecek bir soru. Aynı soru 2020 1 Mayısı için de karşımızda duruyor: “Mitinglerin iptal edildiği koşullarda 1 Mayısta ne yapmalı? ‘Korona salgının ortaya çıkardığı özgünlükleri gözeterek’ sokağa çıkma yasağını, eylem engelleri aşmaya çalışmak mı yoksa balkonlardan 1 Mayıs kutlaması yapmaya çalışmak mı?” Aslına bakılırsa herhangi bir refandumda da karşımıza çıkan tuzak bir sorudur bu. Tüm referandumlarda evet ya da hayır yanıtı hakim sınıfın koyduğu kısıtları yansıtır. 2020 1 Mayısı’nda da 1 Mayısın iptali hakim sınıfın tercihidir, dayatmasıdır. Devrimci ve reformist tutumu bu kısıtlamayı kabul ettikten sonra ortaya çıkan bu ikilemin içinde ayrıştırmaya çalışmak, soruyu bu şekilde sormak yanlıştır. Yapılan bu kadar eylem 1 Mayıs mitinginin yapılmadığı gerçeğini değiştiremez, böyle bir miting çağrı yapmanın yerini tutamaz. Solun bir bütün olarak kitlesel mitinglere karşı tutum aldığı, Newroz’un iptaline ses çıkarmadığı koşullarda, KöZ olarak tek başımıza bir 1 Mayıs mitingi düzenleme ya da böyle bir miting çağrısı yapmamız hitap ettiğimiz kesimleri karşılıksız yanılsamalarla  oyalayacağı için anlamsız olur. Tek başına ya da kimi sol güçlerle birlikte yaptığımız ve yapacağımız eylemlerin böyle bir mitingin yerini tutabileceğini asla düşünmememiz gerekir. Bu anlamıyla bu ve benzeri sorular asıl sorunun üstünü örter. Fabrika, hastane önü, varoşlarda yapılan çağrılar eylemler, sözümona militan  1 Mayıs eylemlerinin hiçbirisi “esas yapılması gereken nedir” sorusunun yanıtı olamaz. Bu anlamıyla biz ne Cumhur İttifakı’nın gitmesi konusunda ne de 1 Mayıs mitingi örgütlenmesi görevinin altından kalkabiliriz. Kalkabilseydik zaten kendimize parti dememiz yahut kurulacak partinin  motor gücünü, prototipini temsil ettiğimizi söylememiz gerekirdi. Bilakis, KöZ olarak verdiğimiz mücadele böyle bir devrimci çizgiyi hayata geçirebilecek partiyi yaratma mücadelesidir.  Bugünkü öncelikli görevimiz sola devrimci partinin kuruluş kongresinin toplanabilmesi için somut bir strateji önermek, bu stratejinin propagandasını yapmak, “seçimleri beklemeyeceğiz” kampanyası dahil olmak üzere diğer tüm eylem ve etkinlikleri bu propagadaya tabii olarak, onu destekleyecek içerikte ve onu ikame etmeyecek sınırlılıkta tasarlamaktır.
KöZ’ün arkasında duranlar için söylediklerimiz sol içindeki irili ufaklı tüm akımlar için geçerlidir. Sadece bizim değil yaşadğımız topraklarda başka herhangi siyasi bir öznenin de böyle bir yaklaşımı, kapasitesi yoktur. HDP örneğinde çarpıcı şekilde görüldüğü gibi kapasitesi olanların tercihleri ise tam aksi istikamettedir. Tam da bu nedenle bu siyasetlerin içindeki devrimci unsurların da yapması gereken bulundukları yapılardan koparak devrimci partiyi yaratmak için ilkeli bir platform zemininde buluşmak, bu zeminde devrimci parti mücadelesini öncelik edinip, omuzlamaktır.
Bugün zevahiri kurmak için yapılan 1 Mayıs eylemleri ancak bu yakıcı siyasi ihtiyacın üzerini örtmek için günü kurtaran eylemler olabilir. Bu eylemleri kendi gücümüzle düzenlememizin ya da yapılanlara katılmamızın esas amacı ise önderlik boşluğu siyasi tesptini ve komünistlerin birliği çağrısını yapmaktır.
Bizim için önemli olan geriye dönüp baktığımızda 1 Mayıs’taki siyasi tutumumuzun bu hedef doğrultusunda alınmış net bir tutum olmasıdır. 1 Mayıs’ta sadece eylem odaklı bir planla hareket etmek kendi oportünizmini gizleyen bir tutumdur. Zira söz konusu siyasi tutum eylemliliği başka bir hedefe ulaşmak için savunmaktansa özünde eylemliliğin kendisini savunmamaktadır. Bizim için de asıl tehlikeli olan, siyasi tuzak olan böyle bir tutumdur. ‘Balkonlardan 1 Mayıs marşları söyleyelim’ diyenlerin oportünizmi açıktır, asıl tehlikeli olansa ‘1 Mayısta Taksim’e çıktık’ diyenler, eylem yarışına girenlerdir. 1 Mayıs’a doğru kaç eyleme katıldığımız, kaç kez ajitasyona çıktığımız, Seçimleri Beklemeyeceğiz kampanyası dahilinde yaptıklarımız çok önemli değildir çünkü bizim hedefimiz bunlar değildir. Bizim hedefimiz  partiyi yaratacak birlik kongresini toplamaktır ve eylemlerimiz ancak bu konuda bir propaganda yapıldığı sürece anlamlıdır.’’
Yoldaşın ilk tur sunumunun ardından sorularla ikinci tura geçildi.
Soru: 1 Mayıs’ın nasıl olacağını yani yaklaşan eylemsizlik hâlini, biz çok önceden daha korona salgını ortaya çıkmadan tahmin ettik. Bizim bu öngörümüz neye dayanıyordu?
Soru: Siyasi açıdan esas tehlikeli olanın balkondan 1 Mayıs kutlayalım çağrısı yapanlar değil, “Biz 1 Mayıs’ta Taksim’e çıktık” diyenler olduğunu belirttin. Neden?
Soru: Niçin Seçimleri Beklemeyeceğiz kampanyasının özelinde yapılan siyasi faaliyete “çok da mühim değil” şeklinde bir yaklaşımımız var?
Soru: İşçi sınıfının en politik kesimi HDP’nin içinde konumlanmış diyoruz. Tasfiyeci çizginin bir ürünü değil mi bugünkü eylemsizlik hali?
Soru: Daha önceden KöZ emperyalizmin yaşadığı krizi tespiti yapmıştı. Bugün bu krizin  derinleştiğini görüyoruz. Gelişen süreçleri değerlendirirken her şeyden önce bir komünist önderliğin olmadığı vurgusunu yaptık. Bu korona ile beraber ciddi manada somutlandı. Yaşadığımız topraklarda önümüze nasıl bir program koymamız gerekiyor? Önümüze nasıl bir etkinlik koymalıyız ki iktidarı kuşatacak partinin kurulmasının yolu biraz daha açılsın?
Soru: Türkiye’de bir rejim krizi olduğu vurgusunu yapıyoruz. Bir zamanlar bu konuda bunu söyleyen yalnızca bizlerdik. Bugün bunu söyleyen başka kesimler de var. Seçimleri Beklemeyeceğiz kampanyası ile beraber gelişen Korona salgınında da bizim arkamızdan gelen bir sol mevcuttu. Buna dair gelecek planda ortaya ne konulabilir?
Soru: CHP’nin ve aynı zamanda AKP’nin de yaptığı siperliklerden yapıyorlar devrimciler. Meclis toplanırken, vekiller buluşurken devrimcilerin sokağa çıkmama tavrı oldukça şaşırtıcı.
Soruların ve aktarımların ardından yoldaş ikinci tur konuşmasında şunları aktardı:
8 Mart yıllardır birleşik bir miting olmaksızın geçiyor bu yıl ise parçalı bir miting dahi olmadı ancak 1 Mayıs adına bu münferit bir durum. Çünkü daha önce bir çağrının dahi yapılmadığı hiç olmadı. Aslında devrimci durum -yani yönetenlerin yönetememesi, yönetilenlerin de eskisi gibi yönetilmeyi istememesi- Türkiye’ye özgü değil, dünya adına geçerli. HDP’nin uzun zamandır çizgisi eylemsizlik üzerine, fakat durum sadece onun açısından böyle değil. Tüm sol aktif ya da pasif olarak Amerikancı muhalefet çizgisine yedeklenmiş durumda. Erdoğan’nın ömrünü uzatan çizgi uzun zamandır devam ediyor. Bu yüzden bizim öngörümüz bugün sabitlenmiş oldu ve hatta bu salgın dolayısıyla perçinlendi.
Bugün, neden sokak çağrısı yapanlar bize “sokağa çıkma yasağı var, biz sokağa çıkmayız bu çağrıyı da yapmayız” diyen Sol Parti’den daha yakın değiller hatta daha tehlikeliler sorusu mühim. Bunu anlamak için savaş karşısında tutuma bakmak lazım. Lenin’in dediklerini hatırlayalım: 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı sürecinde, açıktan şoven olanlarla değil, barış için mücadele verenlerle ve bunu militan bir biçimde yapanlarla polemik yaptı, mesela Kautsky ile. Kautsky açıktan hükümeti desteklemiyordu tersine hükümete karşı militan bir barış mücadelesi verilmesi gerektiğini savunuyordu. Lenin bunun daha bilinç bulandırıcı bir pozisyon olduğunu savundu. Önce devrim değil de önce barış diyen Troçki’yi de aynı kefeye koydu. Ve bunların son kertede şovenizme varacağını ifade etti.
Bugün de güya pasif tutumlara karşı eylemli bir mücadele verenler tıpkı Troçkistler gibi yeni bir enternasyonal ihtiyacını perdeledikleri için daha tehlikeliler. Günü kurtarma eylemleri, devrim çağrıları bilinçleri daha fazla karıştırıyor. O yüzden önce bu kesimlerle aramızdaki farkları belirginleştimek lazım. Biz devrimci partiyi yaratmadan bu konuda somut bir çağrı yapmadan her tür mücadele girişiminin gevezelik olacağını, karşılıksız kalacağını savunuyoruz.
Yaptıklarımızın önemi yok mudur sorusuna gelelim. Ajitasonu arttırmak ya da Korona günlerinde dahi bu eylemlere devam etmeyi vurgulayan çizgi, devrimci partiyi kurma hedefini merkezine almıyor. Önemi yoktur derken kastedilen de budur. Bizim odağımız başka türlü bir propagandadır. Bunu unutup ajitasyona, eylemlere katılabilmeye çok anlam yükleme bizi parti olmadan parti gibi davranma eleştirisi yaptığımız diğer akımlarla yarışma noktasına çeker. Bu tuzağa düşersek siyaseti onlar gibi anlayan alelade bir yapıya dönüşürüz. Bizim özgünlüğümüz öncelikle devrimci parti yaratma mücadelesini odak almaktır. Elbette biz söylediklerimizi eyleme geçirmeye uğraşacağız ancak merkezinde daima devrimci parti vurgusu ve onun propagandası yer alacak.
Bizim için seçimleri beklemeyeceğiz kampanyası 1 Mayıs ile sonlanabilir. Ancak hükümete karşı kitlesel seferberlik çizgisi 1 Mayıs ile sonlanabilecek bir çizgi değil. Her seferinde karşımıza yeni mesele çıkacak ve her meseleyi bu çizgiyi daha vurgulu bir şekilde ifade etmenin vesilesi yapacağız. Seçimleri Beklemeyeceğiz Kampanya’sı bunun bir parçasıydı. Bizim mücadelemiz bu günle veya bir kampanyayla sonlanamaz. Bizim projemiz bundan çok daha ileri ve büyük. Biz devrimci partiyi yaratmadan hiç bir sorunun çözülemeyeceğini savunuyoruz ve bunu her durumda öncelikle dile getireceğiz.
İstanbul’dan Komünistler