KöZ olarak 1 Temmuz Pazar günü İstanbul’da seçimlere dair değerlendirmemizi konu alan bir söyleşi gerçekleştirdik. Söyleşiye katılanlar söyleşiye oldukça ilgili bir şekilde, değerlendirmemize dair görüş ve sorularını bildirerek dahil oldular.

Sunumu yapan yoldaş ilk turda seçimleri ve solun politik tutumunu içeren değerlendirmemizi aktardı.

Yoldaş şunları belirtti:

Kendi değerlendirmemizi yapmadan önce seçim sonrası sol çevrelerde 25 Haziran günü nasıl bir ruh hali vardı, bu ruh haliyle nasıl bir değerlendirmeye vardılar ve bu değerlendirme aslında hangi politik tutumdan kaynaklandı ona bakmamız gerekli.

24 Haziran günü “tamam artık Erdoğan gitti bu kez,” diyenler 25 Haziran Pazartesi sabahı büyük bir umutsuzluğa kapılmış bir duruma geldi. Aslında böyle değişken ruh hali solda yeni değildi. Erken seçim kararı alındığında da büyük bir umutsuzluğa kapılmıştı sol. 16 Nisan öncesi ve sonrası da böyleydi: Büyük bir çöküş, ardından umutlu bir yükseliş. Karamsarlık ve iyimserlik arka arkaya geliyor. Bizde ise durum tamamen farklı. Politik imkan ve fırsatları gören tek siyaset biziz. Ve seçim sonuçlarına göre bu imkanların değiştiğini söylemiyoruz. Sol neden farklı bizden? Çünkü sol seçimlerle rejimin değişeceğini, reformist yollarla siyasi bir krizden kurtulunabileceğini düşünüyor. ‘Seçimlerle faşizm gelir, seçimlerle faşizmden kurtulunur’ diyor. Bizim pozisyonumuza taban tabana zıt bir yaklaşım bu. Komünist Enternasyonal’in 3. Kongresi bize işçilerin ancak bir devrimle kurtulabileceğini söylüyor. Biz bu tespiti temel alıyoruz.

Bu değişken ruh halinin ve reformist tutumların bir başka nedeni de CHP’dir. Türkiye solunun temel gövdesi esas itibari ile reformisttir. Reformizmin pratikte karşılığı ise CHP kuyrukçuluğudur. CHP ‘gümbür gümbür’ geliyorsa sol umutla bağlanıyor. CHP hiçbir şey yapmıyorsa sol ‘bu seçimler bize yaramaz’ deyip kendi kendisine kumda oynamayı seçiyor. CHP eğer hamle yaparsa, Meral Akşener’e barajı aştırıp, Gül gibi sağcı bir aday çıkarmayarak İnce’yi aday gösterip, sandıklara sahip çıkacağız derse sol da canlanıp ‘bu kez tamam’ diyor. CHP hileli oylarının peşine düşmek yerine sonucu kabullenince de 25 Haziran’da CHP’ye yönelik sitemkar söylemler başlıyor. Biz CHP’yi AKP gibi burjuva bir parti olarak tanımladık ve sürekli ‘CHP’nin kuyruğuna takılmamak gerek, CHP’den medet ummamak gerek’ dedik. ‘Türkiye’deki sorun devrim ve karşı devrim sorunudur’ dedik. Restorasyon ile Erdoğan’dan kurtulmayı hedefleyenlere ‘bağımsız emekçi muhalefetini örmek lazım’ dedik.

Neden komünistler olarak solun önününde tarihî fırsatlar var ve bu tarihî fırsatlar artmıştır dedik? Bunun iki dayanağı vardır:

Düzen cephesine baktığımızda, emekçiler cephesinden baktığımızda farklı şeyler görürüz. Biz yıllardır ‘rejim krizi var’ diyoruz.

Kriz kavramına da bakmak lazım. Biz ekonomik kriz değil siyasi krizden bahsediyoruz. Ekonomik krizden bahseden sol kriz olacak ve kitleleler devletin yüzünü görecekler ve ayaklanacaklar beklentisi taşıyor. Böylelikle sol kendi üzerindeki yükü atmış oluyor.  Bizim böyle ekonomik krizden kaynaklı bir ayaklanma tespitimiz olmadı. Bizim bahsettiğimiz siyasi kriz ise bunun tersi anlama gelir. Siyasi kriz devrimcilere sorumluluğunu hatırlatır. Çünkü siyasi kriz demek solun siyasi iktidarı alması demektir aslında. Siyasi kriz tespiti yapanlar ‘siyasi kriz var, biz de iktidara talibiz’ demelidir. Bu yüzden kimse siyasi krizden bahsetmez, kademeli bir şekilde yükselen faşizmden bahseder.

12 Eylül rejim krizini şöyle tanımlamıştık: Devletin, yani Amerika’nın yaptığı reformcu düzenlemelerle, Kürtlerin ayaklanmaları ile bu rejim zaten kaygan bir zemindeydi. 28 Şubat sürecinden sonra yapılan reformlar ve 2007’den 2010’a  kadar giden süreçte yapılan reformlarla ordunun devlet yönetimindeki yerinin değiştiğini, %10 barajı işlemediği için artık 12 Eylül rejiminin işlemediğini, bir devlet aklının kalmadığını tespit ettik. Karşımıza çıkan her sorun 12 Eylül rejiminin işlemediğini gösteriyor, değişmesi gerektiğini gösteriyor ama değişemiyor. Daha somut olarak kendini; Tayyip Erdoğan’ın siyasi istikbalinde düğümlenmiştir 12 Eylül rejim krizi. Gittikçe zayıflayan, güç kaybeden ama rejimi kuranlar tarafından da bir türlü gönderilemeyen Erdoğan var.

Bu rejimin krizi derinleşti mi diye baktığımızda söyleyebiliriz ki, evet, derinleşti.

Tayyip Erdoğan MHP’nin siyasi ihtiraslarına teslim olmuş durumdadır. 16 Nisan’da ülke koalisyonlarla yönetilen bir duruma geldi. Eskiden hükümetler koalisyonşa kurulurdu, artık tüm devlet bürokrasisi bir koalisyon ile yönetiliyor. Valiler atanıyor, valiler kolaylıkla görevden alınıyor. Eskiden böyle durumlar gerçekleşir miydi? Bürokrasiye kolay kolay dokunulmazdı.

Ayrıca herkes ‘Erdoğan pis işlerini Bahçeli’ye yaptırıyor’ derken biz ‘cumhur ittifakı çatladı’ dedik. Erken seçim kararı da Bahçeli’nin Erdoğan’a attığı kazıktır dedik. Bahçeli’nin ittifak umrunda değil, Erdoğan ittifaka mahkum dedik. Bedelli askerlik, af tartışmaları da bunu gösterdi. Seçim akşamı da ortak bir açıklama yapmadılar. Erdoğan Bahçeli’nin açıklama yapmasını bekledi. Ve Bahçeli ‘biz denetleyici gücüz’ dedi. Bunlar bize Erdoğan’ın eskiye göre daha zor bir süreçte olduğunu gösteriyor.

Biz seçimler oy değildir demiştik. Asıl mesele meclisteki sandalye sayısıdır demiştik. Şimdi de aynı açıdan bakmak lazım. Erdoğan parlamentonun kontrolünü kaybetmiştir. Vekil transfer etmeyle çözülecek bir durum değildir bu. Daha önce Bahçeli’nin desteğine ihtiyacı varken şimdi Bahçeli’nin onayına ihtiyacı olacaktır. Bir yandan da ‘AKP zayıfladı, Erdoğan çok kelle alacak’ denmektedir. Aslında tam tersi olacak. Erdoğan’ın partili cumhurbaşkanlığı işine yaramayan bir şey olacak, Erdoğan her şeyden sorumlu olacak ve partisi içindeki denetimi azalacak demiştik. Öyle de olacak.

Rejimin krizinin birinci ayağı Erdoğan’ın zayıflaması idi. Ve bu durum artık aşikar. İkinci ayağı da Erdoğan’ın gönderilmiyor olmasıdır. Amerikancı muhalefetin bunu yapamadığını görmüş olduk. Operasyonel araçlar gitti: Hürriyet gazetesi, CNN ellerinden gitti. Habertürk de kapatılacak. Bir diğer yandan da herkesi kesen ortak bir aday çıkarılamadı. Erdoğan’a karşı en ufak muhalefet imkanını değerlendiremeyen bir Amerikancı muhalefet var. Sonuçlar ve seçim süreci hileli seçim oldu diyenleri daha fazla körüklemesi gerekirken Amerikancı muhalefet bunu hiçbir şekilde yapmadı. 16 Nisan’ın bile gerisine düştü. Erdoğan karşıtlığı da gittikçe muğlaklaşıyor. ‘Beni al onu alma’ diyen bir İyi Parti var ortada.

Birinci ayakla tek başına kriz olmaz. Bu krizi devrimci yolda ilerletebilecek bir halk dinamiğinin olması gerekiyor. Herkes MHP AKP ye 1 Kasım’da verdiği oyları geri aldı kazandı diyor ama bu seçimlerde HDP’nin 7 Haziran başarısına yaklaşan bir sonucu vardır. HDP’nin seçimden 4. ve 5. çıkan partilere kıyasla çok fazla vekili var. Kürt partisi diye nitelendiriliyordu ama parlamentoya ondan fazla Kürt ulusal hareketinden sayılmayacak vekil girdi. HDP’ye çok bağlı olmayan kesimler girdi meclise. Bunlar bağımsız sol bir muhalefete olan ihtiyacı gösteriyor. Burdaki en büyük yanlış şu olacak: HDP’nin seçim başarısı HDP’nin değil CHP’den aldığınız emanet oylarla geçti aman CHP’yi ürkütmeyelim diyecek bir tarzda konuşacaklar. Bizim bunun tersini söylememiz lazım. Bu %12; 7 Haziran’daki HDP oylarıdır. CHP’ye kaptırdığı oyların bir kısmını geri almış, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde HDP, CHP’yi desteklemiş ve İnce’ye oy vermiştir.

HDP bilinçli olarak CHP ve Erdoğan’a vuran bir seçim çalışması yürütmedi. Ketıl muhabbeti vs. gibi apolitik söylemlerle seçim çalışması yürütüldü. Akşener ise daha muhalif bir hat örerek CHP’den oy aldı. CHP’de değil de sosyalist bir partinin kitlesi olması gereken kesimler HDP’ye oy vermedi. Sebebi HDP’nin yanlış pratiğidir. Tüm bu apolitik seçim çalışmasına rağmen emekçiler HDP’ye oy verdi. Bu, Erdoğan’ı geriletmeye duyulan ve emekçilerin ana muhalefet gereksiniminden kaynaklı bir ihtiyacın sonucudur. Bu dinamiğin bir diğer göstergesi de seçimlere rekor düzeyde katılım oranıdır. Geçersiz oyların sayısı onca karmaşıklığa rağmen çok az, bilinçli bir kitle var. Oyunun boşa gitmemesi için oy kullanmış kitle tepki oyu yok hiç; AKP’ye kızıp Saadet partisine oy vermemiş insanlar. Bir diğer gösterge de kazara ortaya çıkmış İnce’ye gösterilen itibardır; mitingler çok kalabalık ve coşkulu geçmiştir. Aynı şekilde HDP’nin barajı aşması da HDP’nin kendi dişiyle tırnağı ile kazandığı bir başarı değil. Kitlelerin bu muhalefete ihtiyacı olduğu için kitlelerin iteklemesi ile HDP meclise girdi.

Bütün bunlar fırsatları  gösteriyor. kitleler daha ne yapsın, biz komünistler ne yapmalıdır demek lazım.

Seçim sürecinin başlamasıyla KöZ olarak nasıl hareket ettik diye bakacak olursak, şunları söyleyebiliriz:

Ocak ayında Haziran ve çevresinin yaptığı çağrı oldu ve biz bu çağrıyla ilintili toplantılara dahil olduk. Bu toplantılarda Demirtaş’ın aday olmasını önerdik. Kabul edilmedi kesinlikle. CHP ile HDP anlaşacak sağcı bir aday belirleyecekler bizde buradan dökülenleri toplarız diye baktılar. HDP dahil kimse neden Demirtaş’ı ilk andan itibaren aday göstermedi? Çünkü o durumda CHP Demirtaş ile yarışacak sol bir aday gösteremez ve CHP deki sol kanat da HDP ye gelirdi. CHP parçalanmış olurdu. HDP’nin asla istemediği şey ise CHP’nin parçalanmasıdır.

Bu seçim sürecinde bizim istediğimiz şey olmuş gibi görünebilir. Ne demiştik birleşik sol blok kurulsun, Demirtaş aday olsun demiştik.

Demirtaş aday oldu, solcular da HDP listesinden meclise girdi diye bizim sol blok önerimiz, Demirtaş önerimiz gerçekleşti demek çok yanlış olur.

Tam tersine hiçbir şekilde olmadı. Solu da CHP’nin kuyruğuna takan bir çalışma yapıldı. Sol ortak bir deklerasyon yayınlamadı. Demirtaş değil İnce çalışması yapıldı resmen. Bağımsız muhalefet hattı örülmedi. İkinci tur olmadı, sol da İnce’yi desteklemekten kurtuldu mu diyeceğiz? Hayır. 2. tur 9 ay sonrasına ertelendi. Yerel seçimlerde İstanbul’u Erdoğan’ın elinden alalım diyerek CHP adayını destekleyecek sol. Bu yüzden de onlara göre HDP CHP’yi mecliste zora sokacak hiçbir adım atmamalı. Süleyman Soylu açıklamalarından da anlaşılacağı gibi AKP, HDP’ye vurarak CHP’yi HDP üzerinden açmaya çalışacak. Daha sert bir Erdoğan olacak karşımızda, birilerinin dediği gibi çözüm süreci yeniden başlayacak ümitleri saçmalıktır.

Biz seçimlere HDP seçimleri kazansın diye katılmadık, Türkiye’ye devrim gerekiyor diye katıldık. Reformist çözümler tükendi diyerek katıldık. HDP bunları yapamaz demek için katıldık. HDP reformcu bir partidir demek için katıldık. Türkiye solundaki hiçbir odak bu fırsatları kullanamaz. CHP’ye karşı tutum alamayan, sokağı hareketlendirmekten kaçınan bir HDP ile karşı karşıyayız. Dolayısı ile devrimci iddaları olan herkesin HDP’den ve onun çevresindeki reformist odaklardan kopması gereklidir demek için katıldık.

Tur konuşmanın ardından 2. tur soru ve görüş bildirme ile başladı.

Sorular şu şekilde idi:

  • Bir tarafta Avrupa Birliği var bir tarafta Şengay beşlisi var. AKP bunlardan hangisini tercih edecek.
  • Ayrıca AKP’nin Arkasında hangi sermaye grubu var?
  • Seçimlerde hile yapılmış mıdır? MHP’nin oyları arttı sonuçta.
  • Tayyip Erdoğan seçimle gider mi?
  • AKP’nin arkasındaki güçler kimlerdir, bunlara karşı nasıl mücadele edeceğiz?
  • Aday belirleme yöntemi hakkında ne düşünüyorsunuz? Komünistlerin başka partilerden aday göstermesi doğru mu?
  • Komünistlerin bu süreçte görevi nedir?
  • Başkanlık sistemi geldi, rejim değişikliği gerçekleşmiş midir? Sistem AKP’ye rol verdi.

Soruların ardından cevaplara geçildi.

‘Ne yapmalı’ kitabında Lenin ekonomizm diye bir eğilim tarif ediyor. Ekonomizm ekonomi ile ilgilenmek değildir. İşçiler sosyalizim mücadelesi verir. Sistemin çarlık rejiminden burjuva demokrasisine dönmesi bizi ilgilendirmez. Otokrasinin siyasi gerilimleri bizi ilgilendirmez. Hepsi halka düşmandır. Emekçiler ‘Onlar kendi aralarında kavgalarını versinler, biz sınıf mücadelesini mücadelemizi veriyoruz’ der. Bu tespitlere baktığımızda  KöZ de Türkiye solunun hepsine ekonomistsiniz diyor.

Türkiye solunun kafası çok karışık. Genel ezber: Amerika var, uzantısı ordu var, sermaye var, Amerika’nın partileri var. Bu partiler kendi aralarında kavga eder. Amerika bu partilerden birini kullanır sıkıştı mı değiştirir. Ve burada Amerikaya karşı kimse bir şey yapamaz. Aynı genelgeçer görüşe göre Türkiye de aynı zamanda Amerika’nın koçbaşıdır, piyonudur, bizi egemenler arasındaki bu kavga ilgilendirmez derler.

Aslına bakılırsa bu tespitlerin hiçbirisi Türkiye’de olmuyor. Amerika Türkiye’de 17-25 Aralık operasyou yapıyor, operasyondan sonuç çıkmıyor; Rıza Sarraf yargılanıyor bir şey çıkmıyor, Kılıçdaroğlu’nu CHP’nin başkanı yapıyor işe yaramıyor, Abdullah Gül’ü cumhurbaşkanı adayı yapmak istiyor yapamıyor.

Türkiye solunun kafası çok karışık. 15 Temmuz oluyor Fetullah Gülen Amerikancı, ordu Amerikancı, Erdoğan Amerikancı. Amerikancıların Amerikancıları alt etmeye çalıştığı bir şey çıkıyor ortaya. Kafalar çok karışık. 17-25 aralıktan önce solculara sorsaydık Erdoğan’ın ipini çektiler derdi klasik bir solcu. Bu görüşler statik dünya görüşüne dayanıyor. Emperyalizm diye bir olgu var. Bu sistem dünyayı yönetiyor. Böyle statik bir durum yok. Dünyada birbiri ile rekabet içinde olan farklı sermaye grupları var. Ülkelerin kendi içinde birbiri ile rekabet eden sermaye grupları var. Bu sermeye grupları savaş çıkarır. Şu anki durumda ise Amerika iktisaden ve siyasi olarak zayıflıyor. Bu yüzden de Türkiye’de Venezüela’da ABD ye kafa tutan kesimler çıkıyor. Türkiye’nin Suriye politikası ile Amerika’nın Suriye politikası birbirine taban tabana zıt. Baktığınız zaman en büyük anti Amerikancı Tayyip Erdoğan. Bütün bunların söylediği şey şu: sermaye eşitsiz bir şekilde büyüyor ve Emperyalistler arasındaki rekabet kızışıyor. Bütün bunların sonucunda savaş çıkacak. Bu savaşlar çıktığında biz devrimciler ne yapacağız. En sarsıcı savaş da Türkiye’de olacak. Devrimci dinamiğin en yüksek olduğu yer. Kürdistan sorunu var, Orta Doğu’nun göbeğinde ve de devrimci dinamiği, devrimci kadro sayısı en çok Türkiye’de. Biz devrimciler bu savaş çıktığında ne yapacağız.

Türkiye’de Amerika ne derse olmuyor. Erdoğan’ı indiremiyor. Devrimsiz biz çözüm istiyor Amerika. AKP parçalansın. CHP ile koalisyon yapsın HDP de onları arkadan ittirsin. Bu olmayacak birşey. Amerika 2009’da Erdoğandan vaz geçti. Gandi Kemal de bunun adıdır. Neden vazgeçti çünkü Kürt sorununu ABD’nin istediği şekilde tasfiye edemedi Erdoğan. Amerika onun Kürdistan sorununu Kürt sorununa bağlayıp, PKK’yi tasfiye etmesini istiyordu. Ama Erdoğan’ın yaptığı her reform hareketi Erdoğan’ı zayıflattı. Başarılı olamadı. Erdoğan kendini korumak istediği için gittikçe işin içinden çıkılamaz hale geldi. Amerika Erdoğan’dan vazgeçince Erdoğan Putinci olmadı. Erdoğan ruhen Amerikancı birisi. Aktif unsur burada Amerika.

Avrupa Birliği Sorusuna gelirsek. Avrupa Birliği diye bir şey olmadı olmayacak. Kalmadı da zaten. İngiltere çıktı. Türkiye’de Avrupa Birliği’ne girmeyi savunan parti kaldı mı? Amerika’nın Türkiye’yi AB’ye itmeye mecali yok.

Ulusal savaşlarla kurulmuş, silahla kurulmuş ülkeler referandumla birleşemezler uluslar üstü bişey çıkamaz. Bu, reformist bir bakış açısıdır.

Şangay Beşlisine girmesi diye de bir şey yok. 12 eylül rejimini reformla yıkamazsınız dediğimiz bir yerde 1945’de sağlam bir şekilde kurulmuş Atlantik ittifakından asla çıkamazsınız. Çıkması için baasçı bir devrim olmalı Türkiye’de.

AKP’nin arkasında herhangi bir sermaye grubu yok. Önce iktisaden güçlenip sonra siyasi iktidarı alınır deniyor. oysa bu Kautskici bakışdır. Marksist bakış önce devlet iktidarını alıp sonra sınıfı var edebilirsiniz diyor. Önce siyasi özne darbe yapar, buna elverişli bir zümre kendini var eder. Erdoğan kendine bir burjuva yaratmak istiyor ama bunu yapabilmek için yeni bir rejim yaratması lazım. Erdoğan’ın açmazı da bu. Parmak indir kaldırla rejim değişmez. Devletin anayasasını geçersiz kılarak değişir. Bunu da Erdoğan yapamaz, yapamadı zaten. Elinde devrim yapacak enstrumanı yok. AKP ile bu yapılamaz. 15 Temmuz’dan çıktık. Osmanlı ocakları 16 Temmuz’da neredeydi. Türkiye’de faşist çetelerin kol attığı yerde Newroz ve 1 Mayıs mı kutlanır? ‘Erdoğan faşist’ diyorlar. Erdoğan’ın gizli komplo örgütleyecek teşkilatı var mı? ‘Yok ama kuracak’ diyorlar. AKP gibi bir kitle partisi içinden komplo partisi çıkmaz. HDP’den devrimci parti çıkmadığı gibi AKP’den de komplo partisi çıkmaz. Faşizm de bir karşı devrim sorunudur. Partisiz karşı devrim yapılmaz. MHP’nin çekirdek kadrosundan yahut Doğu Perinçek’in partisinden çıkabilir ama AKP’den çıkmaz.

Erdoğan’ın dramı reformizmin dramıdır. Yüzde elli almışsınız ama rejim değiştiremiyor, %10’luk partinin peşinden koşuyorsunuz. MHP’nin onayına ihtiyaç duyuyorsunuz. Solda aynı şekilde reformist yollarla devrim yapamayacaktır.

Rejim değişti mi sorusuna bakacak olursak.

12 Eylül rejiminin temel dayanakları değişmedi ama rejim çok büyük krizler içerisinde. Reformlar yapılıyor sürekli. Enternasyonal’in 3. Kongresi ne diyor: reformlar asla emekçilerin faydasına olmayacaktır. Bir sürü reform oldu sonuç ne? Baskı arttı, katliamlar arttı. 12 Eylül merkeziyetçiliği arttı, Anayasa Mahkemesi gibi temel dayanakları yerinde. Başkanlığın gelmesiyle bu değişmiyor. Anayasa ihtiyacı devam ediyor.

Meclis önemsiz diyenler bunu HDP’yi desteklememek için diyorlar. CHP’yi desteklemek için diyorlar. Meclis önemsiz olur mu? Önümüzdeki dönemde hiç olmadığı kadar meclis önem kazanacak. HDP devrimci parti olsaydı önünde çok fazla imkan çıkacaktı.

Meral Akşener ile anlaşır mı Erdoğan?

Meral Akşener, Amerikancı muhalefete ait. Daha yumuşak bir siyaset izlemek ister haliyle. Böyle bir ortaklık Erdoğan yumuşayacak anlamına gelir. Erdoğan’ın çözüm sürecinde yaptığı her türlü yumuşama Erdoğan’ın zararına oldu. İyi parti ile anlaşıp yumuşama hareketi yapması kendisine zarardır. Erdoğan MHP siyasi çizgisine mecburdur. Türkiye’de herhangi bir yumuşama olamaz.

Seçimler ve hile meselesine gelirsek. Hile yapılmadı demeyeceğiz ama hile konusunu öne çıkaranların hangi politik ihtiyaçla bunu söylediklerine bakmak lazım. Özellikle Birgün gazetesi çevresi bunu vurgulamaktalar.

Referandumla kıyasladığımız zaman Erdoğan’ın oyu düşmüş. Doğu illerinde düşmüş, İzmir Ankara İstanbul’da Erdoğan’ın oyları artmış. MHP’nin oyları artmış ama çok az bir miktarda artmış durumdadır. MHP’nin eski oyları iyi partiye gitmiş ama 1 Kasım’da MHP yerine AKP’ye oy verenler bu seçimde oylarını tekrar MHP’ye vermiş.

Herkes seçimde hile yapıldı, seçimlerin sonucu belliydi diyor ama kimse seçim öncesi açık boykot çalışması yapmadı. Yahut kimse yayınlarında seçimlerin sonucu belli boykot edelim diye yazı yazmadı. Bu süreç boyunca Erdoğan’ın devlet üzerindeki hakimiyeti azalıyorsa Erdoğan’ın ülke çapında bunu yapması daha zor olurdu. Ancak her seçim sonucunda Erdoğan daha kötü durumda. Bugün hile yapıldı diyenler, boykot yapılmalı diyenler, bunu bugün birşey yapmayalım diye söylüyorlar. Sırf CHP’ye yönelmek için yapıyorlar bunu. Bugün hile diyenler yerel seçimlerde CHP’yi destekleyecekler, özellikle Birgün çevresi. Çünkü aksi bir tutum ‘HDP’yi bağımsız bir siyasi hat yürütmeye çağıran, biz buradan yürürüz, Erdoğan zaten zayıfladı, HDP’nin varlığı da doğru hareket edildiği oranda Erdoğan’ı çıkmaza sokacaktır’ demek olur. Bunu dememek için ‘hile yapıldı biz bir şey yapamayız’ diyorlar.

Erdoğan seçimle gitmez derken Erdoğan’ın egemenliğinde faşist bir iktidar var bu yüzden de gitmez demek için söylemiyoruz. Bunu seçim sonuçlarında birşey değişmez demek için de söylemiyoruz. Amerika Türkiye’de reform yaparak krizi aşamaz Erdoğan’ı gönderemez demek istiyoruz. Reformist proje iflasa uğramıştır, başarılı olamayacaktır. 12 Eylül rejimi seçimle  değişmez diyoruz. Bu krizden ancak devrimle kurtuluruz diyoruz. Kurucu meclisi kurarak yeni bir rejim kurmalıyız diyoruz.

KöZ’ün seçim çalışmasının farkı nedir? Seçimler araç mı amaç mıdır?

Komintern reformist partiler ile burjuva partiler arasında ayrım koyuyor. KöZ seçimlerde HDP ile işbirliği yapmadı. HDP reformist bir partidir buna rağmen meclise girmelidir diyoruz. HDP halkı yanlış yöne götürüyor diyoruz. Biz bunları söylüyoruz lakin halk ve sosyalistler HDP ye inanıyor. HDP’nin vaatlerini ciddiye alan ciddi kesimler var. Yeni anayasaya ihtiyaç var diyorlar ama nasıl yapılacağı konusu muğlak. seçimle mi yapacağız, Meclis’te mi yapacağız sorusunun cevabı yok. Oysa yeni anayasa ancak var olan anayasayı ilga ederek olur. Erdoğan’a karşı mücadele edeceğiz diyorlar. İnce’ye oy isteyerek Erdoğan’a karşı mücadele edemezsiniz. ‘Güçlü değiliz Erdoğan’a karşı mücadele edemiyoruz’ diyorlar. Güçlendiniz yapmanız gerekeni yapın diyeceğiz. Meclisi AKP’ye dar etme fırsatınız var yapın. Yapmayacaklarını biliyoruz. Reformist partilerin içyüzünü göstermek sadece yazı ile olmayacaktır. Kitleler sözlere bakmaz pratiğe bakar, bir şeyi öğrenmek için. Solcular da öyle aslında. Yanlış olanı pratikte göstermeniz gerekir.

Bizim bir yoldaşımız HDP listesinden aday oldu evet. Nasıl aday olduğuna bakmak lazım. Yoldaşımız bulunduğu bölgede sevilen ve saygı gören birisi. Halk toplantısı yapsan kim aday olsun diye Yalçın Yanık derler. tam da bizim tarif ettiğimiz bir aday aslında. Biz bu adayın seçim çalışmasını yönlendirdik. “Ben bir komünistim.” diye söze başladı, “ben meclisi kilitlemek üzere gireceğim” dedi. “Bu meclis bir anayasa yapamaz kurucu bir anayasa lazım” dedi. Bunları kabul edecek kim olursa olsun o kişinin seçim çalışmasını yönlendirirdik. HDP’nin seçim çalışmasında neyi öne çıkardığımıza bakalım. HDP’den çok HDP’lilik yaptık. ‘tek sol seçenek HDP’ dedik. ‘İnce’ye oy yok bütün oylar Demirtaş’a’ dedik. HDP meclise daha güçlü girmeli dedik. ‘Seni başkan yaptırmayacağız’ dedik. Bütün bunların sonucunda HDP ‘çok sert değil mi yoldaşlar…’ diye kibarca uyardı.

CHP çalışması yaptılar resmen.

Bizim ayırt edici noktamız güncel siyasete dair her söylediğimiz şeyin doğru çıkması değildir. Tabii ki doğru çıkmasının sebebi referanslarımızdır, lakin tespitlerimiz yanlış da çıkabilirdi. Bizim ayırt edici noktamız kurmak istediğimiz parti ve bu partinin referanslarıdır. Biz bunu bu zamana kadar yeterli şekilde anlatmadık. Komünistler olarak 20 yıldır parti mücadelesi yürüten bir platformun partiyi hala kuramamış olmasını neye bağlayacağız? Başarısız mıyız? Öncelikle devrimci bir çıkış henüz mevcut değil. Bulundukları örgütlenmelerden ayrılanlar daha devrimci bir örgüt yaratmak için ayrılmıyorlar. Bir şey yapmamak için ayrılıyorlar. HDP’nin içinde Denizler gibi İbolar gibi birileri çıkıp bize hiç uğramasalar, biz bu kesimlere ulaşamamış olursak o zaman başarısız olduk demeliyiz. Fakat bunun arkasına sığınarak da kendi hatalarımızı görmezlikten gelmemeliyiz. Biz kapsamlı bir muhasebe verdik. Kendimizi yeterince anlatmıyor, propaganda etmiyoruz dedik. Yayınlarımızı kullanmıyoruz dedik. Yayın demek yaygın dağıtım demek ama biz çok kısıtlı bir biçimde yayın dağıttık bu zamana kadar. İlk defa bu seçimlerde kendi propagandamızı daha görünür bir şekilde yayınlarımızı kullanarak yaptık.

soruların yanıtlanmasının ardından söyleşimizi sonlandırdık.