15 Temmuz ve akabinde ilan edilen OHAL döneminde tedavüle sokulan “güvenlik soruşturması” uygulaması iktidarın kendisine muhalif kesimlerin çalışma hakkını gasp etmenin aracı olarak yoğun biçimde kullanılmaya devam ediyor.

İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı şirketlerde çalışıyorken İzmir Valiliği’nin güvenlik soruşturması gerekçe gösterilerek geçtiğimiz Ekim ayında işten çıkarılan işçiler dört ay sonra İzmir Büyükşehir Belediyesi önünde eylemli bir direniş başlattılar. Geçtiğimiz dört ay boyunca üyesi oldukları DİSK’e bağlı Genel-İş’in belediye idaresi ile yürüttüğü görüşmelerin bir sonuca varmadığını düşünen işçiler hak kayıplarının giderilmesi ve işlerine dönmek için yaklaşık bir haftadır eylemdeler.

Bu direnişin dördüncü gününde KöZ’ün arkasında duran komünistler olarak işçi arkadaşlarımızı ziyaret ettik. KESK’li ihraç kamu emekçilerinin de direnişi ziyaret ettiği bir saatte orada olduğumuz için KHK saldırılarına hedef olanlarla onun uzantısı “güvenlik soruşturması” terörüne maruz kalanların buluşmasına da tanık olduk. KESK’li ihraçlar birlikte mücadele vurgusu yaptıkları konuşmalar gerçekleştirdiler. Sonrasında biz de birçoğunu yıllardır tanıdığımız, sol, sosyalist, yurtsever kimlikleri nedeni ile işten atılan işçi arkadaşlarımızla sohbet etme, konuşma imkanı bulduk.

İşçi arkadaşlarımızla sohbet ettiğimizde bu direnişin basit, ekonomik bir mücadeleyi ifade etmediğini, karşılaştıkları sorunun son derece siyasal bir sorun olduğunu ifade ettik. OHAL uygulamaları, KHK’lar ve kayyumlarla ezilenlere emekçilere saldıranların güvenlik soruşturmaları ile bu saldırılarını sürdürdüğünü, dolayısı ile tıpkı Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin karşılarına dikilen kayyım meselesinde olduğu gibi bu sorunun da yerel bir sorun olmadığını, esas çözümünün de Cumhur İttifakı’nın gönderilmesi ile mümkün olduğunu söyledik. Güvenlik soruşturması adı verilen fişleme uygulamasını veri alıp işçileri sorgusuz sualsiz işten atan CHP’li yerel yönetimlerin bu durumu kabul etmeyerek işçileri sahiplenme imkanı varken bunu yapmamasının da yeni ve bugüne özgü olmadığını anlattık. Daha önceki KHK’larda da belediye bürokratlarının merkezi iktidarla karşı karşıya gelmemek için herhangi bir dayanışma göstermediğini, çalışanlarına sahip çıkmadığını dolayısı ile bugün İçişleri Bakanlığı’nın tüm baskılarına boyun eğerek OHAL tedbirlerinin uygulayıcısı konumuna düştüklerini söyledik. 2019 yerel seçimlerinde solun ezici çoğunluğu burjuva ittifaklar arasında tercih yapmak zorunda kalıp burjuva muhalefetine yedeklendiğinde yürüttüğümüz bağımsız devrimci aday çalışmasında söylediklerimizi hatırlattık. Kürtler’in adını anmadan, kayyumlara, KHK’lara, OHAL uygulamalarına ses çıkarmadan seçim çalışması yapanların, iktidarın “terörizm” suçlamasına maruz kalmamak için işçileri gözden çıkarmasında bir tuhaflık olmadığını söyledik. Türkeş’i rahmetle ananların, her sınır ötesi operasyonda iktidarı alkışlayanların emekçilerin uğradığı saldırılara bırakın yanıt vermek bu saldırıların faili haline geleceğini söyledik. Bu yaşananları hatırlayarak, yeniden kapımızı çaldıklarında hatırlatmak gerektiğini söyledik. Bu direnişi Millet İttifakı’nın bulanık seçim hesaplarına halel getirmemek ya da CHP’yle arayı bozmamak için sessizliğe boğmak isteyenlere karşı işçi arkadaşlarımızın taleplerini de seslerini de gücümüz oranında duyurmaya çalışacağımızı, üzerimize düşen ne varsa yapmaya hazır olduğumuzu vurguladık.

İşçi arkadaşlar ise konuşmalarında işten çıkarılmalarına gerekçe gösterilen “güvenlik soruşturmaları”nın hiçbir meşruluğu olmadığını, belediye şirketlerinin çıkış verirken güvenlik soruşturmasına esas olan dosyaları gizlilik gerekçesi ile kendilerine göstermekten bile itina ettiklerini, bu belgelere ancak mahkeme sürecinde ulaştıklarını ifade ettiler. Haklarında herhangi bir hüküm bulunmayan yahut yargılansa bile yargılaması devam eden arkadaşlarının mevcut yasaların bile çiğnenerek sudan gerekçelerle, katıldıkları basın açıklamaları, demokratik kitle örgütü faaliyetleri kanıt diye sunularak fişlendiğini, bu yüzden çalışma haklarının gasp edildiğini söylediler. Salgın döneminde işten çıkarmalar kağıt üzerinde durdurulduğu için iş yerinde hırsızlık, ahlaksızlık gibi başlıkları kapsayan ve haklı fesih gerekçesi için patronların kullandığı “Kod-29” ile kendilerine çıkış verilmesinin de ayrıca bir aşağılama taşıdığını ifade ettiler. CHP’nin kendi genelgelerinde dahi Anayasa Mahkemesi tarafından iptal kararı verilen “güvenlik soruşturmaları”nın gayri meşru görüldüğünü, buna rağmen iktidarın baskısıyla hareket eden belediyenin karşı koyabilecekken karşı koymadan kendilerini işten attığını anlattılar. Aynı sorunun yaşandığı kimi belediyelerde yerel yönetimlerin bu maddenin hukuksuzluğunu kabul etmeyerek çalışanlarını işten çıkarmadıklarını, yani farklı örneklerin olduğunu da aktardılar.

Üyesi oldukları sendikanın direnişlerinde onlara destek olup olmadığını sorduğumuzda aldığımız yanıt da ibret vericiydi. DİSK’e bağlı Genel-İş’in üyesi olan ve sendikalarının önlükleri ile direnişte bulunan işçiler, sendikalarının da şubelerinin de bu direnişe destek vermediğini bilakis şubelerinin bu direnişe karşı olduğunu açık biçimde belirttiğini anlattılar. Binlerce üyesi olan İzmir’deki Genel-İş şubeleri eyleme destek vermedikleri gibi işçilerle herhangi bir dayanışma içinde de değildi. Bu direniş belli ki onların desteğiyle değil, onlara rağmen gerçekleşiyordu.

Bu durum da yeni ve özgün değildi. DİSK bürokrasisi gerek en büyük işvereni ile “durduk yere” kötü olmamak, gerekse kendi varlık sebebi olarak gördüğü CHP’nin ana muhalefet partisi olarak itibarını sarsmamak konusundaki kaygılarından ötürü pek çok örnekte hakkını almak isteyen işçileri yalnızlaştıran, bu tür direnişler karşısında ölü taklidi yapan bir pratik hattı yıllardır izliyor. Dolayısı ile DİSK bu direnişle ilgili, daha önce de benzer örneklerde karşılaştığımız üzere, işçilerin hak arayışlarını dört aydır sürdüren değil, bunu pörsütüp belirsiz bir geleceğe, CHP’li bürokratlarla müzakerelere ve onların insafına bırakan, eylemli bir biçim almasının önüne geçen bir rol oynamakta.

Elbette ne belediye idarecilerinin ne de DİSK yöneticilerinin tutumlarının kendi kişisel fenalıklarından, kötü niyetlerinden kaynaklanmadığını vurgulamak lazım. Bu durum esas olarak hükümete karşı kitlesel ve eylemli bir seferberliği değil, kazasız belasız seçimleri bekleyip AKP’yi parlamenter yollarla göndermenin hayalini kuranların, burjuva siyasal bir kavrayışa sahip olanların yaklaşımlarının, hakim burjuva siyasetinin ürünü. Bu yaklaşımı solun kendi tutumları ile, sızlanarak verdiği destekle besleyip büyüttüğünü de eklemek gerek.

Bugün çalışma hakkı ve iş güvencesi mücadelesi politik bir mücadele ile birlikte yürütülmeden ilerletilemeyecek, sendikal değil siyasal bir mücadelenin konusu olmuştur. Burjuva muhalefetin peşinden kopmadan tutarlı bir biçimde bu temel haklar konusundaki mücadeleler dahi tutarlı biçimde verilemez.

Biz KöZ’ün arkasında duran komünistler olarak söylenmesi tercih edilmeyen bu siyasal gerçekleri tok biçimde söylemeye, bu direnişteki arkadaşlarımızın taleplerini de gücümüz oranında somut ve eylemli bir biçimde sahiplenmeye, seslerini ulaştığımız her yere taşımaya çalışacağız.

Özgürlük Savaşan İşçilerle Gelecek!

Kayyumlara, KHK’lara, Güvenlik Soruşturmalarına Karşı Eylemli Dayanışma!

İzmir’den Komünistler