(Aşağıdaki yazı KöZ gazetesi Temmuz 2003 sayısında yayınlanmıştır.)

1993’te Sivas’ın Madımak Oteli’nde 37 aydın ve devrimci diri diri yakıldı.

O dönemde SHP-DYP koalisyonu iktidardaydı. Saldırı gerçekleştiğinde hedef tahtasına oturtulan isim Aziz Nesin’di. Saldırıyı gerçekleştirenler de, olayın ardından ateist Aziz Nesin’i hedef aldıklarını açıklıyorlardı. Burjuva basın yayın organları bu açıklamalara da yaslanarak, Aziz Nesin’in saldırının esas hedefi olduğunu yazdı. Ancak ölenlerin çoğunlukla aleviler, aydınlar oluşu; bu saldırının sonrasında yükselen tepkilerin bu veri üzerinden biçimlenmesine neden oldu.

Anmalara hakim olan hava mağdurluktu. 2 Temmuz eylemlerinde, «katiller mecliste, Türkiye İran olmayacak» sloganları öne çıkarıldı. Saldırıya devletin yedi saat sonra müdahale etmesi, tepkilerin başlangıçta ona yönelmesine neden olduysa da, sonrasında saldırının odağının gericiler olarak tanımlanması, çözümün de bu noktada aranmasına neden oldu. Böylece meclisin arındığında iyi bir şey olabileceği bilinci yayıldı. Devletin değnekçisi kılındı aleviler. Zaman içinde temiz toplum, gericiliğe karşı mücadele, hukuk devleti istemi; söylemleri biçimlendirildi. Devrimciler de sorunu Alevilere yönelik bir saldırı olarak algıladılar ve böyle dillendirdiler. Dolayısıyla sorumluluk devletten öte gericiliğe yıkıldı. 2 Temmuz anmaları, «laiklik-gericilik, alevilik-sünnilik, şeriatçılık-kemalistlik» ikilemleri üzerine kuruldu.

Aleviler, Devletin Tokatını Yedikçe Ona Daha Çok Yaklaşıyor

2 Temmuz eylemleri devleti ürkütmedi. Bunu, devletin sonrasındaki süreçte Hizbullah’a ve diğer islami akımlara yönelik saldırılarından da anlamak mümkün. 2 Temmuz saldırısı, aynı zamanda aydın ve alevi emekçilerin hizaya çekilmesinde de etkili olmuştur. Alevilik kimliğinin Türk kimliğine dahil olduğu yönündeki propagandalar yoğunluk kazandı. Kemalizm-şeriatçılık, ilericilik-gericilik ikilemlerinden kurtulunmadığı sürece, bu propagandaların etkisinden kurtulunması mümkün olmadığı gibi, bu kesimlerin her saldırıda devlete yakınlaşması da kaçınılmazlaşıyor. Tepkilerin eksenine bunlar oturtulduğu sürece, bu tehdidin yaratıcısı devlet kurumları gözden kaçmaktadır. Her zaman aynı yoğunlukta olmasa da, bu ikilemler, Alevilerin önüne konmuş, böylece Aleviliğin burjuvazi için tehdit oluşturmaması sağlanmıştır. Bunun bir verisini de, Gazi olaylarının ortaya çıkmasına vesile olan saldırının ardından bir alevi dedenin öldürülmesine, bu kesimin önde gelenlerinden hiçbir tepki gelmeyişinden elde edebiliriz. Hatta bu olaya tepki gösterip Cemevi’nin önüne gelenleri kapı dışarı edenler de, kendilerinin devleti karşılarına alanlarla karıştırılmaması konusunda ne denli titiz olduklarının görülmesini sağlamaya çabalamışlar; bunda da başarılı olmuşlardır. En son F tipi saldırıları sırasında devleti karşısına alan devrimcilerle karıştırılmamaları gerektiğini yinelemişlerdir.

Alevi Kurumlarının Rolüne Genel Bir Bakış

Başka dinsel kurumların üstlendiği rolü, Alevilerin kurumları da üstlendi. Geçmiş geleneklerini yaşatmak, sürdürmek arzusu anlaşılır bir durumdur. Cemaat hukukun geçerli olduğu dönemde sorunlarını bir araya gelerek paylaşan, dayanışma ilişkilerini diri tutan, sorunlarını bu topluluklar içinde çözen Alevilerin, bu geleneklerine duydukları özlemler, işi para toplamaya döken dedeler furyasının geçerli olduğu kapitalizm sürecinde farklı bir karşılık bulmaya başlamıştır. Cemiyet yaşamı, bu inanışın kendini belirli sembollerle ifade edebilmesine indirgenir kıldı. Maraş Çorum saldırılarının ardından, uslu durmaları karşılığında Alevilere, belirli kurumlar aracılığıyla inançlarını ifade edebilme hakkı verildi. Alevilerin kimliklerinin içeriği, geçmişlerinden koparıldı, hafızaları boşaltıldı. Cem evleri gibi kurumlar, bu durumun oluşmasında etkin rol üstlendiler. Din kurumsallaştırılarak, içeriğinden uzaklaştırıldı.

Uzun bir süredir, Alevi ileri gelenleri meydana çıkmaya, çıkarılmaya başlandı. Belirli kurumlar yaratıldı, bu türden girişimler hız kazandı. Temiz toplum, hukuk devleti istemleri bu kurumlar aracılığıyla dillendirilirken, alevi emekçiler, belirli partilere bu kurumların da yardımıyla peşkeş çekilmeye başladı. Sınıf ayrımlarının da kaybolmasını sağlayan Alevi kimliği; canlar tanımıyla bu cemaatlere akınca, devletle Alevilerin yollarının birleştirilmesinde, yakınlaştırılmasında kullanılır oldu. Bırakalım mülklerinin paylaşılmasını, ne lokmalarına, ne de hırkalarına kimseyi dokundurtmayacak olan Hüseyin Kocadağ’lar, Haydar Veziroğlu’lar; varoşlarda yaşayan, onların işçileri olan kesimlerle bir kefene koyuluverilmiş oldu, sınıf ayrımları bu tür kurumlar sayesinde muğlaklaştırıldı. Bu kişiler, bunların önünü çektikleri kurumlar yemlendirildi, saldırılar, bu girişimler vesilesiyle daha da yoğunlaştı. Devrimciler de temiz toplum vb. söylemlerin önünde durmayınca, emekçi olan Alevilerin hareket alanları, bu tür girişimler sayesinde daraltıldı, sınırları belirlendi. Maraş ve Çorum olayları sonrasında devrimcilere akan bu damar, bu tür kurumların da sayesinde kesildi.

Gericilik Karşıtlığı, Kürt Kimliğinin Silinmesi

Gericiliğe karşı saldırı adı altında Dersim’de Koçgiri’de hayata geçirilen saldırıları biliyoruz. Kürtlere yönelik saldırılarını, gericiliği bastırma adı altında yoğunlaştıran devlet, Alevi kimliğini öne çıkararak, bu kesimin etnik kimliğini bilinçli olarak reddetmesini de sağlıyor. Bu durum devletin çok işine yarıyor. Elbette Maraş ve Çorum saldırıları, bu kimliğin böyle benimsenmesinde önemli bir rol üstlenmiştir. Alevilik, Kürt kimliğine alternatif bir biçime büründürüldü. Alevilik kimliğinin ana ekseni de laiklik olarak biçimlendirildi, tıpkı sınıf ayrımlarının üzerini örten bir içeriğe büründürülmesi gibi, Kürt kimliği de bu sayede ötelendi.

2 Temmuz anmalarında, saldırının hesabının sorulacağı söyleniyor. Çorum ve Maraş’ın hesabı sorulmadı. Bu saldırıların eksenini ve kendi pozisyonlarını bu biçimde tanımladıkları sürece de, Alevi emekçiler özgürleşmeyecek, saldırıların hesabı da sorulamayacak. Madımak’ta ölenleri anmak ve öldürülmelerine öfke beslemek gerekiyor ama anmaları da biçimlendiren bu özden uzaklaşılmadıkça Aleviler, devletin yedek gücü, sopası olmaktan kurtulamayacak, saldırılardan nasiplerine düşenleri almaya öyle ya da böyle devam edecekler. Özgürleşmek için, Herkese Mülk Ola Kimseye Olmaya, şiarını benimsemek gerekiyor. Böyle bir dünyaya ulaşmak için temiz meclis isteminden, hukuk devleti arzularından, kurtulmak gerekiyor.

Bütün saldırıların tek sorumlusu burjuvazidir, bu saldırıların hesabı ondan sorulacaktır. Bunun yolu da Gazi Ayaklanması’nda kendini belli eden yoldan geçmektedir.