İzmir’de yaşayan bir belediye emekçisiyim. Türkiye’de ilk koronavirüs vakasının tespit edilmesini takip eden haftalarda alınan tedbirlerin parçası olarak çalıştığımız kurumda personelin dönüşümlü çalışması ve büro çalışanlarının evden yapabilecekleri işleri evden yapmasına karar verildi. Her ne kadar birçok arkadaşımız hala haftanın belirli günleri toplu ulaşım kullanarak iş yerine gitmek zorunda olsa da, içinde çalıştığımız koşulları yaşadığımız topraklardaki diğer emekçilerin koşullarıyla kıyasladığımızda işçi sınıfının görece ayrıcalıklı kesimi içerisinde olduğumuzu belirtmemiz gerekiyor.

Zira milyonlarca emekçi her gün toplu taşıma araçlarını kullanarak gittikleri işyerlerinde ‘sosyal mesafe’ye dikkat etmelerinin mümkün olmadığı koşullarda çalışmaya devam ediyor. Başta sağlık, temel tüketim maddelerin üretimi ve satışı ve lojistik sektörleri olmak üzere hayati öneme sahip sektörlerden çalışan emekçilerin ise iş yükü bırakın hafiflemeyi misliyle artmış durumda. Bu koşullar altında milyonlarca işçi ve emekçi her gün hastalık kapma ve bu kaptıkları hastalığı eve döndüklerinde ailelerine bulaştırma riskiyle hayatlarını sürdürüyor. Öte yandan işçi sınıfının daha güvencesiz koşullarda çalışan kesimlerinde bu süreçte ücretsiz izne çıkarılan, yıllık izinlerini kullanmaya zorlanan ya da işlerini kaybedenler de oldu. Hal böyleyken işçi ve emekçilerle dalga geçer gibi televizyon ekranlarından her gün “evde kal” telkinleri yapılıyor.

Türkiye’deki sol hareketler ise hükümetin bu riyakârlığını eleştirerek evde kalınabilmesi için çalışanlara ücretli izin, işsizlereyse işsizlik maaşı bağlanması gibi sendika ve meslek örgütlerinin dile getirdiği talepleri yinelemekle yetiniyor. Aslında Almanya ve Fransa gibi ülkelerde egemen sınıfların kapitalizmi kurtarmak için açıkladığı yüz milyarlarca Euro’luk paketlerin bir benzerinin burada uygulanmasını istemekten öteye gitmiyorlar. Bu tutum, hitap ettikleri emekçiler arasında salgınla ‘sosyal devlet’ tedbirlerinin alınmasıyla mücadele edilebileceği yanılgısını yayıyor. Aynı kesimler kısa bir zaman önceyse savaşla mücadelelerini ‘askerlerin Suriye’den çekilmesi’ talebi üzerinden yürütüyordu. Ölümcül salgınlar, savaşlar ve krizler döneminde bile gündeme getirmek istemedikleri devrim seçeneğinin ne zaman gündeme geleceği, “maddi koşulların” ne zaman olgunlaşacağı ise merak konusu!

Türkiye’de sol kendini iktidar alternatifi olan bir politik özne olarak değil de bir ‘baskı grubu’ olarak konumlandırırken Erdoğan kendisinden ücretli izin bekleyen emekçilere IBAN numarası yollayarak Türk burjuvazisinin Alman ve Fransız emperyalistleri benzeri bir esnekliği sağlama imkânlarından yoksun olduğunu gösteriyor. Yani işçi ve emekçilerin asgari sağlık taleplerinin karşılanması için bile toplumsal düzenin değişmesi gerektiği açık.

Bu durumda politik bir öznenin yapması gereken “evde kal” çağrılarını yinelemek, TTB’den rol çalarcasına alınması gereken sağlık tedbirlerini emekçilere anlatmak ya da devleti sokağa çıkma yasağı ilan etmeye çağırmak değil, işçilerin ve emekçilerin en ufak sorunlarının dahi bir devrim olmaksızın çözülemeyeceğini tekrarlamaktır.

İzmir’den Belediye İşçisi Bir Köz Okuru