KöZ Dergi 1. sayısının sunuş yazısıdır.

Yüzyılı aşkın bir süre önce belli başlı büyük devletler dünyayı kendi aralarında yeniden paylaşma kavgası içine girmişlerdi. Kimi burjuva siyasetçileri ve bunların sosyalist hareket içine sızmış olan kollarına mensup olanlar bu gergin paylaşım arayışının sahici bir savaş patlamadan çözülebileceğine dair hayaller kurmakta ve bu ham hayallerini sosyalist harekete de bulaştırmaktaydı.

Bu beyhude çabalar Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın patlak vermesini önleyemedi. Buna karşılık emperyalistlerin birbirleriyle savaşmasını önlemek için umarsızca yükseltilen barış siyaseti, sınıf mücadelesini kösteklemeye yetti. Böylece itibar gören “savaş zamanında sınıf mücadelesi sürdürülemez” fikriyatı sınıf düşmanlarının elini rahatlattı. Paylaşım kavgasına daha rahat ve daha hunharca girişmelerine fırsat verdi. İkinci Enternasyonali etkisiz ve gereksiz hale getiren bu hain sosyalistlere Bolşevikler “sosyal-şoven” ve “sosyal emperyalist” etiketini yapıştırdılar. Sosyalist hareketin en ünlü ve bilinen kesimlerinin karşısına dikilip, “marjinal” görünmekten ürkmeden, onları sosyalist hareketin dışına atmak ve emekçilerin yakasından düşmelerini sağlamak için mücadeleye giriştiler.

Oportünizm “Komünist Manifestoyu ezbere bilen” ve aynı zamanda da Bismarck ile pazarlık ederek işçi hareketinin siyasallaşmasının yolunu açmak isteyen Lassalle’dan beri Avrupa’daki sosyalist harekette kök salmıştı. Bolşevikler oportünizmin savaş koşullarında sosyalist maskeyle gizlenmiş şovenizme dönüştüğünü, sosyalizm maskesiyle emperyalistlerin siyasetini yaydığını işaret ettiler. Savaş şartlarında kendi burjuvazileriyle sözümona “geçici” bir ateşkes yapmayı vazeden hatta onların yanında yer almayı savunan sosyal şovenler, sözde barış şartlarında da aynı sınıf uzlaşmasını sürdürerek bir proleter devriminin önündeki barikatta yer alacaklarını ortaya koydular.

Bu sözümona barışsever oportünistlerin karşısında Bolşevikler burjuvazinin rakip kanatları arasındaki (ister ulusal ister uluslararası çerçevedeki) rekabetin kaçınılmaz olarak “barışçıl yöntemlerin” dışında açık çatışmaya dönüşeceğini vurguladı. Bu şartların aslında bir proleter devrimi için elverişli şartlar yaratabileceğine dikkat çekti. Bolşevikler buna dayanarak “ya savaş devrime yol açar ya devrim savaşa son verir” saptamasını öne çıkardılar. Çünkü Paris Komünü deneyiminin ve Rusya’daki 1905 Devrimi’nin dersleriyle donanmış olan Bolşevikler, savaş koşullarının siyasal iktidarın emekçiler tarafından ele geçirilmesi için -yegâne ve zorunlu bir koşul değilse de- müstesna bir fırsat yarattığının bilincindeydiler.

Günümüzde ve çoktan beri ise ilk iki büyük örneği andıran bir dünya savaşı olmadığına ve uzunca bir dönem boyunca oportünizmin egemen olduğu sosyalist hareket içinde “barış içinde birlikte yaşama” çizgisinin ağırlık kazanmasına bakarak, artık bir daha bir emperyalist paylaşım savaşı olmayacağına kanaat getirenler az değil ve giderek artmakta.

Eğer bugün önceki dünya paylaşım savaşlarının çapına benzeyen bir savaş yoksa, bu emperyalizm çağında devletin rolünün değişmesinden ve büyük devletlerin özünün ve karakterinin değişmesinden ötürü değildir. Emperyalizm çağında tekellerin sermayeye egemen olmasından ötürü belli başlı tekellerin aralarında pazarlık ederek veya uzlaşarak sorunlarını çözebilecek olmasından da değildir.

Önceki evreyi sık sık “serbest rekabetçi dönem” diye ananlar, tekellerin ortaya çıkmasının ardından bunlar arasındaki sorunların barışçıl yollardan çözülebileceği hülyasına kapılmışlardır. Uzun zaman “marksizmin papası” olarak anılan Kautsky bunların başında gelir. Bugün leninist olma iddiasında olanların pek çoğu dünyaya Kautsky’nin Bolşevikler tarafından kırılan gözlükleriyle bakmaya devam etmektedirler.

Lenin, tekelleşmeden tam tersi sonucun çıkacağını göstermiş ve bu saptaması da kanıtlanmıştır. Tekellerin hâkimiyeti ve dünyanın belli başlı burjuva diktatörlükleri tarafından paylaşılmış olması, Kautsky ve benzerlerinin vardığı sonuca varılmasını gerektirmez. Komünistlerin itibar etmesi gereken Lenin’in tespitine göre, tekellerin hâkimiyetiyle rekabet bilakis keskinleşir ve rakiplerin yok edilmesi yönündeki eğilimleri arttırır. Dünyanın belli başlı büyük güçler arasında paylaşılması tamamlanmışsa da dünyanın yeni güçler dengesine göre yeniden paylaşılması zarureti kendini dayatır. Sermayenin yoğunlaşması ve merkezileşmesi ile geçmişten devralınan ve özünde bir baskı aygıtı olma özelliği değişmiş değil, pekişmiştir. Dolayısıyla keskinleşen rekabet ve paylaşım kavgasında, belli başlı burjuva diktatörlükleri rakiplerine karşı da sınıf düşmanlarına karşı kullandıkları güçlerle, araç ve yöntemlerle müdahale etmekten kaçınamaz.

Emperyalizm çağında savaşın nasıl cereyan edeceği söz konusu olduğunda genellikle Prusya paşası von Clausewitz’in “savaş siyasetin başka araçlarla sürdürülmesidir” sözü referans alınır. Devlet, silah ve savaş tekeli de olduğuna göre siyasetin savaşın başka araçlarla yapılması olduğuna dikkat çekmek de abes olmaz. Sermaye, devlet olmadan egemen olamayacağına göre rekabetin siyasi mücadeleye ve dolayısıyla son tahlilde savaşa varması kaçınılmazdır.

Son zamanlarda savaş teknolojilerinin gelişmesi gibi sebeplerle artık öncekiler gibi bir savaşın mümkün olmadığını düşünenler az değildir. Oysa tam tersine, Hiroşima ve Nagazaki’de olanlar sermaye egemenliği koşullarında bunun mümkün ve hatta kaçınılmaz olduğuna delalet eder. O günden beri lokal düzeylerde de olsa kullanılıp sınanan ve geliştirilen yeni savaş araçları da (bilhassa da henüz kullanılmayanlar) aynı olasılığın sahici olduğunu tekrar tekrar vurgulamaktadır.

Kimi safdiller finans kapitalin böyle bir topyekûn yok oluş macerasına girmeyeceğini hayal etmeyi sürdürmektedir. Bir yandan çevrenin yok edilmesi, ekolojik dengenin bozulması, nükleer kirlenmenin artmasından şikâyet etmeyi sürdürerek bir biçimde dünyanın günden güne yaşanmaz hale geldiğini vurgulayanların ve bu gidişata barışçıl ve reformist çözümler bulma hülyasına kapılanların sayısı azalmayıp artmaktadır.

Bu tür akıl yürütmelerin hepsi bugünkü dünyayı tasavvur edebilecek kadar ileri görüşlü olmayan Kautsky’nin kalkış noktalarıyla tıpatıp aynıdır ve en az onun akıl yürütmesi kadar yanlıştır. Bu akıl yürütme burjuva diktatörlüğünün ve bekçilik ettiği finans kapital egemenliğinin barışçıl yollardan düzeltilebileceğini/sınırlanabileceğini hayal eden reformist bakış açısından ileri gelir ve emperyalistler arası paylaşım kavgasının barışçıl yollardan sürebileceği hülyası bu reformist bakış açısının ta kendisini ifade eder. Buna da Komünist Manifesto’dan beri “burjuva sosyalizmi” demek icap eder ve hâlâ bu tarif yerindedir.

Eğer bugün öncekiler gibi dünya savaşı yürümüyorsa bu durum henüz dünyanın kesin olarak iki karşıt kampa bölünmüş olmamasındandır. Muhtelif kısmi ve yerel kapışmalarda bazan bir tarafta bazan başka tarafta yer alan küçük ya da büyük güçlerin yer değiştirmesinin kafa karıştırmasındandır. Nihai bir kutuplaşmanın imkânsız olmasından değil.

Kaldı ki bize yakın bir örnek de buna delalet eder. On dokuzuncu yüzyılın sonundan itibaren önce Osmanlı İmparatorluğu’nun boyunduruğundan kurtulmak için sonra da Balkanlar’da bir hâkimiyet kavgası yolunda Osmanlı İmparatorluğu ile savaş halinde olan Bulgaristan’ı hatırlamak yeterlidir. Asıl paylaşım kavgası başladığında bu iki devlet müttefik oldular.

Tek ve değişebilen olgulara bakarak “kapitalizmin son aşaması” olan emperyalizmin temel özellikleri hakkında hüküm vermek eskiden olduğu gibi hâlâ revizyonizmin ilk adımı olur ya da bunun bir ifadesinden başka bir şey olmaz.

Belli başlı emperyalist devletler arasında bir paylaşım savaşının kaçınılmaz olduğu saptaması leninist emperyalizm tarifinin esaslı unsurlarından biridir ve Komünist Enternasyonal’in kuruluş belgelerinde de böylece yer almıştır. Bunlardan vazgeçmek için leninizm ve hatta komünizm sıfatlarından da vazgeçmek icap eder. Zaten bu tür fikirler esas itibariyle yeni bir duruma getirilen yeni izahatlar da değildir. Lenin’in sağlığında ve Komünist Enternasyonal kurulduğunda öne sürülen itiraz ve görüşlerden esaslı bir farkı ifade etmezler.

Öte yandan önceki paylaşım savaşları gibi bir dünya savaşı olmadığından veya benzer mülahazalardan hareketle bu tarifin artık geçerli olmadığına kanaat getirenler emperyalizm çağına dair diğer saptamaların da geçersiz olduğunu açıkça ya da örtük olarak ileri sürüme eğiliminde olur. Bu revizyonizmin günümüzdeki en revaçta kalkış noktalarındandır.

Ama öncekiler gibi bir savaşın olup olamayacağını veyahut emperyalizm hakkında yirminci yüzyılın başında yapılan saptama ve tasvirlerin günümüzde ne kadar geçerli olduğunun tartışılmasının bu aşamada o kadar ehemmiyeti yoktur. Zira Lenin’in emperyalizm tahlili ve bunu tekrar ederek tezlerini ortaya koyan Komünist Enternasyonal’in “emperyalizm çağı” hakkındaki tespitleri bir teorik tahlile yahut öngörüye indirgenemez. O tespitlerde söylenen muhtelif unsurların yanısıra ve en az bunların her biri kadar esasa dair ve hepsinden önemli olan bir diğer saptama ise aslında bir hedef gösterir: Emperyalizm çağı kapitalizmin son aşamasıdır ve aynı zamanda da proleter devrimleri ve ulusal kurtuluş mücadeleleri çağıdır. Yani emperyalizm aşamasına erişmekle sermaye egemenliğinin esası ve son aşaması oluşu değişmiş değildir ve “işçi sınıfının çıkarlarını temsil etmekle başkalarından ayırt edilmesi gereken” komünistler bakımından da ücretli köleliği sona erdirmek üzere sermaye/finans kapital egemenliğine son vererek siyasal iktidarın emekçi sınıfların eline geçmesiyle tarif edilen geçiş döneminin başlatılması ve güvence altına alınması şarttır.

Emperyalizm çağının nitelik değiştirdiği hakkındaki saptamalar ya bu hedeften peşinen vazgeçmiştir yahut kaçınılmaz olarak vazgeçecektir. Lenin’in emperyalizm hakkında asıl özgün saptaması bu noktadadır; yani komünist olarak yola çıkışıyla aynıdır. Komünistler bakımından da asıl burası ayırdedici ve ehemmiyetli olandır.

Lenin’in emperyalizm hakkındaki diğer saptamaları ise şu ya da bu biçimde Hobson’dan beri, Hilferding, Rosa Luxemburg, Buharin ve başkaları tarafından da söylenmişti, hatta Marx’tan beri bunların öncüllerine işaret edilmekteydi. Lenin’in emperyalizm tarifinde özgün ve ayırdedici olan bu çağın çürüyen kapitalist sistemin son aşaması olduğu aynı zamanda dünya çapında proleter devrimleri ve ulusal kurtuluş mücadeleleri çağı olacağıdır.

Bir de en çok unutulanı şudur: Lenin, emperyalist metropollerde bu emperyalist sömürünün sağladığı aşırı karların bir kısmından oluşan kırıntılarla beslenen bir işçi aristokrasisi tabakasının işçi hareketi içerisinde yayılan burjuva siyasetinin temelinde yattığını ortaya koydu. Oportünizmin karşı devrimci rolü ve mahiyeti aynı zamanda proleter devriminin zaferi ve akıbeti bakımından esaslı bir unsur olduğu için Lenin’in emperyalizm tarifinin esaslı ve can alıcı unsurlarından biri de budur.

Hiç kuşkusuz Lenin’in ve Komünist Enternasyonal’in emperyalizm çağı hakkındaki saptamalarını irdeleyip tartışmak derinleştirip güncellemek mümkündür, hatta gerekli de olabilir. Bu doğrultudaki girişimlerin asıl mahiyeti bu sonuncu noktadaki yaklaşım ışığında anlaşılır. Leninist emperyalizm teorisini orasından burasından tartışmaya yönelik revizyonist girişimlerin oportünist mahiyeti muhtelif tahlil unsurlarını tartışma konusu etmelerinden ziyade asıl devrimci yönünü karartma girişimleriyle belli olur. Nasıl ki devrimciler için teori bir eylem kılavuzu ise oportünistlerin teorik gayretleri de bir proleter devrimini önleme hedefinin kılavuzluğu doğrultusunda şekillenir. İsabetli gibi görünen saptamalar da düpedüz yanlış olanlar kadar bu ortak ve esas amaçta buluşur.

***

Emperyalizm hakkındaki tartışmaların üzerinden bir asrı aşkın zaman geçmişken hâlâ ve yine bir büyük gericilik döneminin içindeyiz. Üstelik bir yandan Merih’te koloni kurma projelerinin hazırlandığı, daha önceki sanayi devriminden çok daha derin ve kapsamlı olduğunda neredeyse herkesin hemfikir olduğu bilgisayar çağı devriminin her alanda alt üst oluş ve değişimleri yarattığı bir çağda hüküm süren bir gericilik dönemi bu.

Komünist Manifesto, Macellan’ın Ümit Burnu’nu aşmasıyla artık Dünya tarihinin başladığını ilan etmişti. Bugün son korona salgınıyla birlikte açıkça görüldüğü gibi artık dünyada 8 milyar insanın birbirleriyle temas içinde, aynı gündemi aynı anda yaşıyor. Aynı zamanda dünyanın egemenlerinin nasıl yönetemediğini ve yönetilenlerin de artık eskisi gibi yönetilmek istemediğini de çıplak bir biçimde görüyoruz.

Öte yandan önceki paylaşım kavgaları arifesinde olduğu gibi dünyanın belli başlı emperyalist merkezler arasında yeniden paylaşılması yönündeki yerel ve kısmi çabalar her vesileyle kendini gösteriyor. Her ne kadar öncekilere benzer bir dünya savaşı sürüyor olmasa da bu yeniden paylaşım uğruna dünyanın her yanı kan, ter ve gözyaşıyla durmaksızın sulanıyor. Bu kez emperyalist devletler finans kapitalin yoğunlaşmış bulunduğu merkezlerin bu kavganın dışında kalmasına özen gösteriyor.

Önceki paylaşım savaşları ancak belli başlı emperyalist metropollerin kolonilerinin halklarını savaşın içine çekmekle kalmışken, bugünkü paylaşım kavgasının etkisi altına almadığı bir karış dünya parçası, bir avuç insan topluluğu yok. Çünkü bugün kapitalist sanayinin ulaşmadığı finans kapitalin etkisi altında olmayan bir karış toprak parçası da yok. Geçen yüzyılın başında emperyalizm çağının bir özelliği olarak sermaye ihracının emtia ihracından fazla önem kazandığına işaret ediliyordu. Sermaye deyince de bir para miktarının değil, kapitalist üretim ilişkilerinin ihracını anlamak gerektiğine göre, bugün kapitalist üretim ilişkilerinin hüküm sürmediği bir karış toprak yok. Dolayısıyla sermayenin “özel ve temel ürünü olan” ücretli emek olarak anılan ücretli köleliğin olmadığı bir karış toprak yok.

Bu itibarla emperyalizm çağının şafağında söylenenlerin hepsi misliyle ve hâlâ geçerli. O zaman ipuçları görülen eğilimlerin hepsi ve daha fazlası çoktan olgunlaşmış ve çürümeye bir hayli yüz tutmuş durumda.

Yine de bütün alametler aşikâr olduğu halde emperyalizm çağının şafağında işaret edilen ve 1917 Ekim Devrimi’yle gerçekleşen çözüm yolunun artık geçerli olmadığını düşünüp vaz etme eğiliminde olanların sayısı artıyor. Hatta marksizmden çok daha eski bir akım olan anarşizmin türlü çeşitleri yeniden boy gösterirken Komünist Manifesto’yla ilan edilen, Ekim Devrimi ile sağlanan çözüm yolunun eski ve geçmişte kaldığına dair düşünce ve tasarılar inadına artıyor.

Bu aykırılığın nedeni bu gerici ütopyaların daha inandırıcı ve cazip olması değil. Komünist devrim fikrini tavizsiz savunup, zaferin yolunu geçmişteki başarılı örneklerin deneyimlerinden çıkartılan derslerle güçlü bir biçimde dile getirip savunanların eksikliğindendir. Modası geçmiş gerici reform projelerini savunanların sesi bu nedenle daha fazla çıkmaktadır. Kendi göbeklerini kendileri kesmeye kalkışanların durmaksızın artması bundandır.

Bu arayışları peşine takmak isteyen muhtelif gerici reform girişimlerinin ortak amacı sermaye düzenini ve onun bekçisi burjuva diktatörlüklerini yıkmak yerine onlarla bir arada yaşamaktır. Bu da oldum olası bir proleter devriminin önüne dikilen başlıca barikattır. Ama bu durum bile sermaye düzeninin varlığını sürdürmek için kendi içinden ve kendi başına bir çözüm üretemediğine delalet eder. Tam da bu koşullarda vaktiyle burjuva sosyalistleri denenlerin peydah olmasına şaşmamak gerekir.

Buna şaşmamak gerekir zira önceden olduğu gibi yine sosyalistlerin ve işçi hareketinin içinde bu kavganın dışında kalıp, gericilik dönemini ferah bir yerden izlemek isteyenler belirir. Bunun koşulunun sosyalistlerle işçi hareketini paylaşım kavgasının esas kamplarından birine yahut diğerine taraf etmek olduğu birçok kez ağır bedeller ödenerek görüldü. Bu meşum misyonu başarıyla yerine getirebilenler paylaşım kavgasının kurtlar sofrasından düşen kırıntılarla ödüllendirilecek, beceremeyenler mönüye dâhil olacak.

Emperyalist paylaşım kavgaları kızıştığında, gericilik (sosyal emperyalizm yahut sosyal şovenizm kılığında) sosyalistlerin saflarına da bulaşır; gittikçe daha da yayılır. Bu koşullarda, paylaşım kavgasının odak noktalarından biri olan yaşadığımız topraklarda, tasfiyecilik rüzgârları bir kez daha ve çok daha güçlü bir biçimde, rotalarını menşevizm yönünde tayin etmiş olanların yelkenlerini şişiriyor.

Böylesi gericilik dönemlerinde kâh bu kabuk değişimini gerekçelendirmek, kâh bu güçlü akıntıya kapılmamak kaygısıyla yine teorik incilerle süslenmiş özeleştiriler, yeni teori arayışları boy verecek. Oysa “akıntıya karşı” yüzmek tam da bu dönemlerde gösterilmesi gereken devrimci cüretin gereğidir. Komünistler, gericilik dönemlerinde teori sorunlarını bu tutumun rehberliğinde ele almalıdırlar.

Teoriye olan ilginin artması ve yeni teorilerin icat edilmesi yönündeki gayretler gericilik dönemlerinin başlıca özelliklerinden biridir. Yükseliş dönemlerinde kitlelerin kalabalığı arasına karışarak oportünist kimliklerini saklamayı beceren kaşarlanmış oportünistler “kitleler evlerine çekilince” bu niteliklerini örtemez hale gelir. İşte bu gibilerin şaşmaz alışkanlığıdır yeni dönem tespitleri ve yeni teori icatları.

Öte yandan, bolşevik önderliğin yaratılması yolundaki sorumluluklarından kaçarak, kitle kuyrukçuluğu yolundan oportünistlerin değirmenine su taşıyanlar da bir önceki evrenin olumsuz bir biçimde kapanmasındaki siyasal sorumluluklarını örtbas etme maksadıyla benzer bir can simidine sarılırlar. Yükseliş dönemlerinde kitlelerin kuyruğunda birbirleriyle yarışırken teori sorunlarını bir lüks gibi görüp, bunu gönül rahatlığıyla liberal aydınlara havale edenler; bu hareketliliğin azalmasıyla asıl eksikliğin siyasal önderlik görevlerinin yerine getirilemeyişi olduğunu örtbas edebilmek için, daha önce başkalarına havale edilmiş olan teorik görevlerin savsaklanmış olduğunu saptayıp, bu görevleri bizzat üstlenmek suretiyle bir kez daha siyasal sorumluluklarından yan çizme eğiliminde olurlar. Şaşmamak lazım.

Öte yandan gericilik dönemlerinde devrimci eleştirinin yerine, karmaşık ayrıntılarda yitip giden kısır tartışmaları koyarak elde kalan kadroları avutmayı umanların tek ümidi bir an evvel o kriz denen sihirli değneğin devrimci dalgayı yükseltmesini beklemektir. Böylece yeniden aynı noktaya gelmek üzere, aynı kısır döngünün sarmalına kendilerini terk edebileceklerdir. Devrimci dalga yükselsin, sokaklar kalabalıklaşsın ki, gerçek zaaflarını bin bir teorik cambazlıkla örtme zahmetinden kurtulsun tüm oportünistler…

KöZ Dergi Hangi İhtiyaca Yanıt Olacak?

Elinizdeki ilk sayı ve bunu izleyecek olanlar içinden geçtiğimiz bu  gericilik döneminde en çok sevdikleri oyuncaktan mahrum etmek ve oyunlarını bozmak maksadıyla yayınlanıyor. Bilgi/teori tekelinin kendi ellerinde bulunduğu iddiasıyla ortaya çıkıp, gericilik dönemini teorik cambazlıklarla atlatma hevesinde olanların hevesini kursaklarında bırakmak için, devrimci teorinin oportünistlerin tekelinde olmadığını ve bilhassa devrimci teorinin devrimci bir siyasal mücadelenin dışında/kenarında kalarak ve bir devrimci örgüt olmaksızın ortaya konup geliştirilemeyeceğinin farkında ve bilincinde olarak yayınlanıyor.

Yanlış anlaşılmasın. KöZ Dergi’de yayınlananlar yeni fikirler hatta mutlaka yeni yazılar da olmayacak. Aksine daha önce, 22 yıldır KöZ Gazetesi’nde yayınlanmış, komünistlerin siyasal faaliyetin içinde kendilerine bir yer açmak ve bu doğrultuda istikrarlı bir biçimde yol alırken ortaya koyduğu görüşleri yeniden ve derli toplu biçimde ortaya koymakla başlayacak. Böylece gazetenin sınırlı sayfalarından daha ferah ve daha derinlemesine ele alınmış makalelerle bir bakıma gazeteyi de bu yükten kurtarırken, gazetenin sınırlı sayfalarına hapsolmayan bir yayın alanı açıp bu alandan yararlanacak. Tarihe dair ve güncel konuları daha geniş çerçevede ele almanın ve muhtelif polemikleri sayfa kısıtlamasına takılmadan sonuna kadar götürmenin imkânlarını yaratacak.

KöZ yola çıkarken öncelikle pratik siyasal mücadeleden kopmadan Komünist Manifesto’dan Komünist Enternasyonal’in temel belgelerinin kılavuzluğunda bir siyasal çizgiyi somutlaştırmak üzere hareket etti. Bugünün sorunlarına devrimci çözüm yollarının yeni icatlar arayışı içinde değil, sınıf mücadelesinin sınanmış/denenmiş derslerinin ışığında bulunabileceğini 20 yıllık pratik politik mücadelesi içinde gösterdi. Böylelikle de yaşadığımız topraklardaki sol hareket içinde kendine istikrarlı ve tutarlı bir yer açtı.

KöZ Dergi bu birikim üzerinde aynı çizgiyi daha geniş ölçekte ele alıp serdeden ve referans aldığımız tez ve saptamaları daha geniş çerçeveleriyle ele alacak. Aslında bu içerik de ilk kez bu yayında ele alınacak değil. Zira KöZ gazetesinde yer almayan bu anlamdaki daha geniş bir çerçeve yıllardır düzenli olarak yapılan söyleşiler paneller ve başka etkinliklerde açımlanarak da ele alınmıştır. Şimdi KöZ Dergi bu içeriği daha geniş bir kesime ulaştırmak için bir araç olacak. Aynı zamanda da bu canlı faaliyetlere katılmamış onları birebir izlememiş yeni militanlara da yeni bir donanım sağlayacak.

Öte yandan KöZ Dergi böyle ele alındığında adeta içe dönük bir araç gibi anlaşılabilir. Öyle olmayacak. Zira böyle bir yayının bir amacı da oportünizme karşı mücadelede yeni bir cephenin açılmasıdır. Kuşkusuz komünistlerin amacı ve yöntemi oportünistlere gerçekleri gösterip, onları doğru yola çekmek değil. Onların etkisi altında bulunan sözümona “bilinçsiz kadrolara” akıl fikir ihsan edip, onların tutsak oldukları yanılsamalardan birdenbire kurtulmalarını sağlamak da değil. Bu süreçte, teori sorunlarıyla pusulasız bir gayret içinde boğuşmakta olan orta yolculara servis sunmak da (her ne kadar bizim yayınlarımızdan yararlanacak olanlar olsa bile) bizim asli hedeflerimiz arasında değil.

Teorik doğruların pedagojik bir dille anlatılmasının devrimci partiyi yaratma kavgasının ilk adımı olmadığını biliyoruz. Gericilik dönemlerinde devrimci mevzilerin teorik doğruların propagandasıyla değil, ancak devrimci bir hatta yürütülecek siyasal mücadeleyle kazanılıp korunabileceğinin de farkındayız. Ama eski mevzileri koruyup, yenilerini kazanmak için mücadele ederken, kendi korunaklı kovuklarına gizlenen oportünistlerin “işte biz de ideolojik mücadele veriyoruz” diye derin teorisyen edalarına bürünmesine de izin vermeyeceğiz. KöZ Dergi’yi yayınlarken başlıca amaçlarımızdan biri de budur.

Bununla birlikte, bu derginin “pedagojik”, eğitime dönük bir amacının olduğu tamamen yanlış değildir. Ama söz konusu olan, genel olarak devrimcileri aydınlatmak, onların eğitimine katkıda bulunmak değildir. Kuşkusuz bu dergide yer alacak olan yazılar, zaten devrimci bir önderlik boşluğunun farkında olan ve bu boşluğun var olan örgütlerin büyümesi yahut birbirleriyle birleşmesi yoluyla giderilemeyeceğinin bilincine varıp; siyasal bakımdan mevcut (oportünist yahut melez, orta yolcu) çizgilerden kopmuş, kendi örgütsel zeminlerini yaratmaya koyulmuş (yahut bunun arayışı içinde olan) kadrolara dönük olarak bir eğitimsel amaç da gütmektedir. Mevcut örgütlerin militanları açısından ise, en fazla bu yöndeki eğilimleri kışkırtmayı ve ivmelendirmeyi ümit etmektedir.

İstisnalar bir yana, kimsenin teorik doğrular nedeniyle devrimci olup, buna göre bulundukları örgütleri seçmediği açıktır; bulundukları yerden bu nedenle kopmayacakları da besbellidir. Ama böyle bir kopuşu zaten yapmış olanların, teorik cambazlıklar karşısında devrimci teoriyi kuşanmaya ihtiyaç duyduklarının da farkındayız. Hem bu yüzden hem de gerek oportünistlerden gerekse de orta yolculardan kopmuş (yahut kopma eğilimindeki) devrimcilerin ayrım çizgilerini kalınlaştırabilmelerine yardımcı olmak gerekir.

KöZ gazetesi ve bu politik kimlikle 22 yıldır sürdürdüğümüz siyasal mücadele içinde bu mücadele çizgisinin teorik/politik temellerini ve kılavuzumuz olan referanslarımızı döne döne işaret ettik. Şimdi KöZ Dergi ile de bunları daha geniş bir ölçekte ele almayı ve daha geniş bir alana ulaştırmayı ödevlerimiz arasında görüyoruz.

Bu yayında yer alacak olan yazı ve dosyaların kapalı devre bir eğitim malzemesi olarak değil, herkesin ulaşabileceği bir biçimde yayınlanmasının nedenlerinden biri de budur.

KöZ Dergi’nin bu biçimde yayınlanmasının bir diğer nedeni ise, devrimci teorinin biricik eylem kılavuzu ve devrimci faaliyetin bir gereği olduğunu gösterip aynı zarureti aynı bakış açısıyla benimseyenlerle buluşmanın yolunu açmaktır.

Yeni teorilerin peşinde pusulasız bir arayışın giderek yaygınlaştığı ve yeni icatların her köşeden fışkırdığı, acemilerle kibirli amatörlerin kol gezdiği koşullarda, teorik faaliyeti siyasal faaliyetten kopmadan ve yirminci yüzyılın başlarında Komünist Enternasyonal’de ortaya konan esaslara sadık kalıp onları referans alarak sürdürmek çetin bir iştir. Çünkü hem teorik üretimin gerektirdiği bir asgari serbestliğe ihtiyaç gösterir; hem de devrimcilerin “sesli düşünme” modasına kapılıp, rasgele ve desteksiz bir biçimde fikir jimnastiği heveslilerinin fanteziler dünyasına açılan kapılara sürüklenmesine engel olmayı gerektirir.

Bir yandan da KöZ Dergi liberallerin, oportünistlerin yıpratma gayretlerine karşı devrimci teoriyi korumak üzere muhafazakâr bir çizgide kalmalıdır. Yenilik meraklıları karşısında, ortodoks, tutucu olmaktan çekinmeyip; doktrinerler karşısında da daima “hayatın yeşili”ne dikkat çeken bir tutum benimsenmelidir. Hayatın yeşilinden kasıt ise bir edebi vurgu değil somut siyasal mücadeledir.

Bu nedenledir ki, devrimci bir programın köşe taşlarını oluşturmak anlamında teorik faaliyeti bu şakülün doğrultusunda yürütmek kolay değildir. Çünkü bu, siyasal tabloyu kenardan gözleyerek ve başkalarının yaptıklarını değerlendirip eleştirerek yapılacak bir iş değildir. Devrimci teorinin pusulasından mahrum olarak yürütülen faaliyetlerin eleştirisinden olduğu kadar bilhassa onu eylem kılavuzu edinenlerin deneyimlerinin irdelenmesinden beslenir.

Eğer Marx’ın dediği gibi “eleştirinin silahı silahların eleştirisinin yerini tutamaz” ise, bu teorik faaliyet muhakkak somut ve canlı, örgütlü ve örgütle yürütülen bir siyasal faaliyet deneyiminin düzeltici müdahalelerine ihtiyaç gösterir. Nitekim KöZ’ün bugüne kadar yürüttüğü politik faaliyete tabi olan yayın faaliyeti bunun zeminini yeteri kadar sağlamıştır.

KöZ Dergi bu yüzden hem yenilik heveslilerinin hem de donuk doktrinerlerin eleştirilerinden çok siyasal mücadelenin açığa çıkardığı gerçeklerin düzeltici müdahalesine ihtiyaç duymaktadır; esas olarak bu tür eleştiri ve katkılarla beslenecektir. KöZ gazetesi de bu sayede münhasıran bu eleştiri ve katkıların artmasına daha fazla hizmet edecektir.

Nihayet, kastedilen teorik faaliyet esas olarak Komünist Enternasyonal’in ilk dört kongresinin çizgisinde ifade bulan teorinin yeniden üretimi ve yayılması olarak anlaşılmalıdır. Bu teorinin yenilenmeye değil, yeniden üretilmeye ihtiyacı vardır. Çünkü hem doktrinerler hem de yenilik meraklıları tarafından çoktan beri kitaplık raflarına terkedilmiş durumdadır.

Yenilik meraklıları bunu düşünceye ket vuran bir dogmatizm olarak küçümsemektedirler. Ama bu küçümseyişin o düzeyi aşan bir teorik üretkenliğe hayat vermiş olmadığı da besbellidir. Besbelli olan bir diğer husus da bu tür yenilikçi itirazların teoriden ziyade proleter devrimci siyasal çizgiye ilişkin olmalarıdır. Bu türden itirazlar ekseri devrimci marksizmin teorik çerçevesine sahici eleştirel katkılar sunmakta da değildirler. Daha ziyade, bunların halihazırda geçerli olmadığını ve yeni şeyler söylemek lazım olduğunu öne sürme maksadındadırlar. Yani revizyonizmin oldum olası bilinen itirazlarından farklı değildirler. Bu tür itirazların asıl hedefi Komünist Enternasyonal’in siyasal çizgisi, proleter devrimi hedefi ve bu çizginin gerektirdiği örgütsel duruştur. Bu yüzden teorik bir içerik de bir değer de taşımamaktadır

Öte yandan doktriner olan oportünistler ise lafta Komünist Enternasyonal çizgisine bağlılık iddiası taşımakla birlikte, bu çizginin ardında yatan söz konusu tezlerin her satırında ifade bulan teorik çerçeveden kaçma konusunda adeta yenilik heveslileri ile yarış halindedirler. Nitekim Komünist Enternasyonal’i referans almak yerine kendi doktrinlerini oluşturup vaz ederler. Tam tersini söylüyormuş gibi yapıp revizyonistlerle buluşurlar.

Bu sayı ve onu takip edecek olanlar, öncelikle ve ısrarla Komünist Enternasyonal’in ortaya koyduğu bu çizgiyi ifade eden temel tez ve kararlarda ortaya konmuş bulunan ve revizyonistler tarafından unutturulmak istenen devrimci teorinin yeniden rehber edinilmesini sağlamayı amaçlamaktadır. Çünkü KöZ Dergi Ekim Devrimi’yle sınanmış devrimci eylem kılavuzu olmadan devrimci hareket olamayacağının bilinciyle yayınlanacak.

Öte yandan KöZ Dergi temel referanslarını aynı kaynaktan aldıklarını ve aynı referanslar doğrultusunda hareket ettiklerini iddia eden oportünistlerle de bir hesaplaşmayı önüne koymaktadır. Bu bakımdan daha önce bu doğrultuda atılmış adımlarla nerede buluşup nerede ayrıştığını belirterek ilerleyen bir yol izlemeyi hedeflemektedir.

KöZ Dergi, tıpkı KöZ Gazetesi gibi, arkasında duran komünistlerin kendi eylemlerini de bu referanslarla irdeleyip, bu faaliyeti aynı referansların mihengine vurarak irdeleyenlerle ortak hedef doğrultusunda buluşmasına katkı sağlamak için yayınlanacak.

Bu Sayıda Neler Var?

KöZ Dergi’nin ilk sayısında ortaya konulan görüşler hatta yazılar ilk kez söylenmiş veya yeni keşfedilmiş değildir. 22 yıldır KöZ Gazetesi’nde yayınlanmış ve Aralık 1999 yılında basılmış, baskısı tükenmiş olan “‘Sosyalist Devrim’cilerle ‘Demokratik Devrim’ciler Nerede Buluşur? Proleter Devrimciler Onlardan Nasıl Ayrılır?” kitabımızda yer almış yazılardır. Bu gözle okunmalıdır.

Yola çıkarken doğru fikirlerin ancak doğru bir siyasal/örgütsel duruşla bütünleştiği takdirde var olan mevzilerin korunmasına ve yenilerinin kazanılmasına hizmet edebileceğinin bilinciyle hareket ettik ve önce bu referanslar ışığında bir siyasal mücadele yürüterek KöZ’e solun siyasi tablosunda bir yer açmasına öncelik verdik. Bu gerçeğin bilincinde olarak görüşlerimizi savunurken her türden oportünist örgüt ve siyaset anlayışıyla aramızdaki mesafeyi korumaya ve ayrım çizgilerini pratik politik mücadele düzleminde kalınlaştırmaya özen gösterme kararlılığıyla hareket ettik.

Bu nedenle KöZ Dergi’de yer alacak olan yazıların hiçbirinin siyasal mücadeleden ve onun dayattığı örgütsel/politik sorumluluklardan bağımsız olarak düşünülmemesi gerektiği bir iddia değil bir vakıadır. O nedenle de kimse KöZ Dergi’yi farklı amaçlarla kullanmaya yeltenemez.

Siyasal sorunların çözülmesi siyasal mücadeleyle ve o mücadelenin araçlarıyla olur. Teorik/ideolojik müdahalelerin buna olsa olsa dolaylı bir katkısı olabilir; ama bu dolaylı katkının olabilmesi için bile, bu dolayımı sağlayacak olan örgütsel/politik halkanın belirleyici bir önemi vardır.

Yayınlayıp arkasında duranlar açısından KöZ Dergi esas olarak devrimci önderlik eksikliğini duyan ve bu sorunun çözülmesi için örgütsel politik sorumluluk üstlenen militanların böyle bir önderliğe aday komünist partinin bolşevik çizgide yaratılması doğrultusunda eğitilmesi, donanması için anlamlıdır. KöZ Dergi’de yer alan yazılarda ele alınan yahut tartışma konusu edilen anlayışların siyaseten alt edilmesini sağlayacak olan da bu dergide yer alan yazı ve görüşler değil, esas olarak bu siyasal güç ve bu gücün yaratılması doğrultusundaki pratik/politik faaliyettir.

KöZ Dergi bu pratik politik faaliyetin bir yan ürünüdür ve bu faaliyeti yürüten militanlar için bir donanım olacaktır. KöZ Dergi’yi yayınlayıp arkasında durma iddiasında olanların muradı budur.

KöZ Dergi’yi okurken ve kullanırken akıldan çıkartılmaması gereken de şudur: Devrimci teori ancak devrimci bir siyasal mücadelenin sorumluluğunu üstlenenlerin elinde silaha dönüşecektir.

Bolşevizm Kazanacak!