“Kaypakkaya ve Kemalizm: Programatik Kopuş Neden Gerçekleşmedi?” başlığını taşıyan mayıs ayı söyleşimiz 19 kişinin katılımıyla gerçekleştirildi. Kaypakkaya’yı sanal ortamda değil bir siyasi tartışma toplantısıyla andık.

Konuşmacı söyleşiye 71-72 Kopuşu’nun niteliğiyle ve bu kopuşun bir “ilişki kesme” durumu olarak farklı bir nitelikte olduğunu, bambaşka bir düzlemde ele alınması gerektiği tarifiyle başladı. 71-72 Kopuşu’nun, Denizlerin kopuşu olarak değil, THKO’nun kuruluşuyla gerçekleşen; legalizmden, reformizmden, Türk ordusuna savaş açarak politik olarak kemalizmden ve öncü savaşı fikriyle kuyrukçuluktan kopuş olduğunu tarif ettikten sonra, konuşmacı söyleşinin merkezinde ele alınacak Kaypakkaya’nın yüzünü Mustafa Suphilerin TKP’sine dönerek, onların gerisinde kalsa da, bir komünist parti yaratma iradesini göstermesiyle ayrı bir öneme sahip olduğunu belirtti. Kaypakkaya’yı diğer devrimcilerden ayıranın bu politik irade olduğu ve çizgisinin gerisine düşülmemesi gerektiğini vurguladı.

Yüzünü Mustafa Suphilerin TKP’sine dönerek bir komünist parti kurma iradesini gösteren Kaypakkaya’nın, kendisini çerçeveleyen revizyonizmin sınırlarını zorlamış ancak kıramadığını vurgulayan konuşmacı, kopuş sonrası bağlanılacak bir komünist odağın önemine işaret etti ve Kaypakkaya TKP-ML’sinin komünist bir programa bağlanamadığını, Komünist Enternasyonal’in çizgisiyle bağdaşmadığını belirtti. Konuşmanın devamında şunlar konuşuldu:

Ulusal sorun, devrim stratejisi, Kemalizm ve faşizm konularında tespitleri bulunan Kaypakkaya’nın ve TKP-ML’nin Kemalizmden kopamayışı, Kemalizmin temel varsayımı olan 1919-1923 arasında bir kurtuluş savaşının verilmiş olduğu söylemini kabul etmesindedir; Kemalistlerin yanında olmadığını belirtse de, siyasi anlamıyla Kemalistleri devrimci atfetmenin Kaypakkaya’nın paradoksunu göstermektedir. Burjuva devriminin Osmanlı’da 1908 yılında yaşandığı ve bu tarihten itibaren Osmanlı’nın bir parlamenter monarşi olduğu gerçeği göz önünde bulundurulduğunda, Kemalistlerin bir devrim yapmadığı ortadadır.

Burada Kaypakkaya’nın tezleri üstüne sorulacak ana soru, fiili işgal durumunda ulusal kurtuluş mücadelesi verilip verilemeyeceği, ve bu noktada devrim ittifaklarının ne hal alacağı. İttifaka burjuvazi dahil edilmeli mi tartışmalarına aydınlatıcı cevap 5. Kongrede sınıf uzlaşmacı çizginin hakim olduğu Enternasyonal’in ilk dört kongresinde bulunabilir. Komünist Enternasyonal’in 2. kongresinde tartışılan ulusal sorun konusunda bir milli kurtuluş cephesinde burjuva ve devrimcilerin ittifakının mümkün değildir, sosyoekonomik gelişmişlik düzeyine göre devrim stratejisi değişmez. Orak çekiç birliğini, işçi köylü ittifakını her yerde savunmak gerekir, devrim stratejisi her yerde aynıdır. Kaypakkaya’nın kopuşu Kemalizme karşı konumlanmış olsa da, Kemalizmi Kemalizm yapan temel evrensel sorunlarla hesaplaşmadığı ve 5. Kongre kararlarına saplandığı için komünist bir kopuş olarak değerlendirilemez. Gerçekleşecek komünist kopuşun ilk dört kongreyi referans alan, kopuşu komünist programa bağlayarak Komünist Enternasyonal’i yeniden kurma iradesini gösteren bir kopuş olması gerekir. Bu kopuşu komünist programa bağlama mücadelemizden ötürü 71-72 Kopuşu’na bir tek bizim sahip çıktığımızı savunuyoruz.

Dinleyicilerden biri şu yorumlarda bulundu:

  • Kapitalizmin farklı gelişmesi, sömürge yarı sömürge farklı devrim stratejileri gerektirir. Proletaryanın olmadığı yerde nasıl bir proleter devrim olacak. Kurulan yeni bir Cumhuriyet’tir, kopuş var Osmanlı’dan. Türkiye Cumhuriyeti ile Osmanlı Devleti aynıysa niye sınırlar aynı değil. Güdük antiemperyalist mücadele veriliyor o dönemde. Daha savaş sürerken emperyalistler yorulmuştur burada hala direniş var masayaa oturur anlaşırlar. Kapitalist kalkınma yolu diye belirtir Mustafa Kemal meclis açılışında; emperyalistler çekilir, yunanlılarla Ege’deki işgalle ilgili savaş vardır. Bu bir milli kurtuluş savaşıdır. Kemalizmin fazişmdir. İşçiler, Kürtler, Aleviler üzerinde katliam var. Bu netlikte söyleyen hiçbir önderlik yoktur o dönemde Kaypakkaya dışında.

 

Diğer dinleyicilerde gelen sorular şunlardı:

  • Pratik, ideolojik ve programatik kopuşu ayrı ayrı tanımlayabilir miyiz?
  • Neden Denizlerin, Mahirlerin, İbrahimlerin ardıllarını tasfiyeci olarak görüyoruz da kendilerini tasfiyeci olarak görmüyoruz?
  • Kemalizm nedir ve Kemalizmden programatik kopuş ne anlama gelmektedir?
  • Neden 71-72 Kopuşu olarak ele alıyoruz bu kopuşu?
  • Komünist Enternasyonal Kuvay-ı Milliye’nin hareketi nasıl görmüştür?
  • Kaypakkaya’nın yüzünü Mustafa Suphi TKP’sine çevirmesi ne anlama gelmektedir?

 

Söyleşi yorumlar ve soruların ardından şöyle devam etti: 

Konuşmacı: Ama Türk ordusuyla savaştığınız zaman, yani benim babam beni Kemalist yetiştirdi deseniz de, biz anayasayı yeniden yapmak istiyoruz dediğiniz zaman da sizin aslında politik olarak Kemalizmle bir bağınız yok. Yani yaptığınız hareketin. Aa ama o öyle dedi denmez. Tersinden de Murat Belge diyelim ki, istediği eleştiriyi getirsin Kemalizme dair, Türkiye’deki korporatizm yapısını anlatsın, Kemalizmin bütün kirli çamaşırlarını döksün İdris Küçükömer. Bunlar da Türk devletine karşı, ordusuna karşı, kurumlarına karşı bir tutum almadıkları zaman da aslında politik olarak bunların hakimiyetini kabul etmiş olurlar ve lafta kalan aslında bir yere de bağlanmayan bir tutum olur, kopuş da olmaz. 

Pratik kopuş meselesini Bolşevikler üzerinden ele aldığımızda, Plehanov’un programı Menşeviklerin de programıydı, Bolşeviklerin de programıydı. Bolşevikler Ekim Devrimi’ni Plehanov’un programıyla yaptılar. Kendi pratiklerinden sonra bu pratiğin eleştirel değerlendirmesiyle oturup dediler ki “aa aslında biz şimdi şöyle yapmalıyız böyle yapmalıyız”, şeklinde baktılar. Pratik kopuş elbette programatik kopuşun ön şartı. Yani devrimci pratikten bağımsız bir program çalışması da olmaz o yüzden. Bir tutum almadan politik olarak konumlanmadan olmaz. Bu şu anlama gelmiyor demek için bu ayrımı yapıyoruz: Siz pratik olarak bir şey yaptığınız zaman, her zaman bunun bilincinde olarak, neye oturduğunu, nereye gittiğini düşünerek yapmıyorsunuz. Bunu programatik olarak ifade edemiyorsunuz. Bir temelini kuramıyorsunuz. Şimdi bu ayrım bunun için olmuş. Türkiye’de Kemalizm konusunda Deniz’lerin söylemine bakılarak İbrahim Kaypakkaya’dan ayrı bir yerde durduğu söyleniyor. Şimdi böyle olduğu zaman ikisinin pratikleri arasında da bir fark olması lazım. Ben onu anlatmaya çalıştım. Yani İbrahim Kaypakkaya’nın savunduğu, çizdiği, parti, program anlayışı ne olursa olsun, hareket tarzı fokocudur yani. TKP/ML 40 sene kongresini toplayamamış durumda. Yeni topladı. Programı yok. Siz programı olmayan bir partiyle harekete geçirip silahlı eylemlere başladığınız zaman ve bunları da kızıl siyasi iktidarlar kurmak için değil Nurhak’taki muhbirleri cezalandırmak için niye yapıyorsunuz yani bunun sizin programınızla ne alakası var? Ve bunu yaptıktan sonra da zaten öbürleri nasıl ortadan kalkıyorsa siz de kalkıyorsunuz. Şimdi oturup TKP/ML’nin ayrı, Deniz’lerden bağımsız bir politik varlığı vardı, farklı bir hareket çizgisi vardı denir mi? O sonrasında olmuştur. Yani ne kadar olmuştur onu anlatacağım ama 72 yılında böyle bir fark yok. Kendi bağımsız çizgisinde hareket edemeyen, bir anlamıyla eleştirdiği akımların rüzgarında savrulan bir harekettir TKP/ML hareketi, kendi yapmak istediği şeyleri yapamamıştır. Kötü de olmamıştır yani, doğru yapmıştır. Çünkü yapmak istedikleri şeyler daha doğru değildi. Mahir Çayan için de aynısı geçerlidir. Yani Kızıldere’ye bir partiyi kuracağız, kongresini toplayacağız, fabrikalara yerleşeceğiz, Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi diyen birisinin Kızıldere’de ne işi var? Bu programla hiç alakası olmayan bir pratik bu. Şimdi bunu koymamız lazım. Burada bir pratik kopuş var. Mahir’lerin, İbrahim’lerin devrimci pratik yürüttükleri, yaptıkları işlerin, savundukları programatik çizgiyle hiçbir alakası yok. Tamamen Deniz’lerin çizgisiyle aynı çizgideler. Bunu net koymamız lazım 71-72 yılında yaşanan olaylara baktığımız zaman. Kendilerinin de böyle bir iddiası yok. Evet PASS böyle verilir, evet kızıl siyasi iktidarların kurulması böyle başlar diye bir tespiti de yok Kaypakkaya’nın zaten. Onlar da bunu kabul ediyorlar. Yapılması gereken bir iş olarak görüyorlar çünkü. Şimdi bu Rojava Devrimi, isimlere takılıyor muyuz?

Bir diğer dinleyici şunları söyledi: 

  • Yani burada şunu söylüyorum, burada düşünce önemli. Bütün bu insanların hepsi aynı yerde değiller. Aynı potada eritiyorsunuz hepsini. Bugün düzenin yegane partisi, yaltakçısı CHP’nin sonuna kadar sahip çıktığı Deniz Gezmiş ile bugün bir İbrahim Kaypakkaya’yı aynı yere koyamayız. Bu söylemlerle koyuyoruz. Az oportünist çok oportünist olmaz hepsi oportünist ise oportünisttir diye bakış açısıyla olmaz. Burada o yüzden düşünce önemli. Kürt ulusunun mücadelesini o dönemde söylemiş tek farklı kişi oysa orada adı o yüzden önemli. Düşünceye önem verin demek istedim.

 

Konuşmacı: Anlıyorum tabii ki ama bu çok tehlikeli bir ölçüt, mesela Abdullah Öcalan’ı nereye koyacağız böyle baktığınız zaman? CHP’lilerin tutumu üzerinden bakarsak. Biz burada şunun için bir arada değiliz. Zaten CHP’nin, CHP’yi geçtim, ÖDP’sinden diğer bir dizi tatlı su sosyalistinin Kaypakkaya’nın adını duyunca koşar adım kaçtıkları zaten bir vaka. Ama bizim derdimiz aslında İbrahim şöyleydi diye onu anmak değil ki, onu yad etmek değil ki, onun politik farkı CHPliler onun adını duyunca kaçıyorlar mı kaçmıyolar mı diye çizilemez. Bu Kaypakkaya’nın devrimciliğinin ölçütünü bu almaz. Bu bir vaka. Mahir Çayan da ayrı. Amerikalı askerleri serbest bırakmakla öldürmek farklı şeyler yani. Bunlar bizim politik çizgilerimiz. İbrahim Kaypakkaya kimdi? Yani siz otuz yıldır buradasınız, yirmi yıl, o iki buçuk senede yaptı. Şöyle olsaydı eğer, biz bunları yaptık, o da bunu yaptı ne kadar az yapmış. Biz burada Kaypakkaya’nın performansını değerlendirmiyoruz. Yani bu son derece abes bir tartışma olurdu. Bunu aşalım. Burada onu şahıs olarak da değerlendirmiyoruz. Biz TKP/ML’yi değerlendiriyoruz birincisi, ikincisi TKP/ML’nin programatik temelini değerlendiriyoruz. Ve bu kişilere dair bir tartışma değil. İşte Rojava Devrimi var şu var bu var dediğimiz zaman da, biz Proudhon hakkında konuşmamız lazım. Yani Rojava’da niye şuan devrim yok, çünkü Rojava’da şuan Proudhonculuk var. HDP neyi savunuyor? HDP niye reformist dediğimiz zaman Proudhon’un görüşlerini anlatacağız, biz burada Proudhon ne yaptı, ne etti, kimi yazdı, önemli birisi miydi, bunları değerlendirmiyoruz. Proudhon’un savundukları nerede duruyor diye bakıyoruz. Bunu ayırt etmek lazım. Şimdi Kemalizm meselesinde Kemalizme özgü bir problem, Türkiye’ye özgü bir problem olarak tartışmak tehlikeli. Kemalizm şöyledir diye bir tanım vermek de problemli, biz Kemalizm dediğimiz zaman, emperyalizm, kapitalizm, bir devlet sistemi, bonapartizm gibi bir şeyi kastetmiyoruz, burada Kemalizmden koptular derken Türkiye’de biz Kemalistiz diyen akımlar var veya biz Kemalistiz demeden bu çizgide devam eden politik akımlardan bahsediyoruz. Bunlardan, yani sınıf uzlaşmacısı, devletin kurumlarına saygı duyan akımlara kemalist diyoruz biz, ve orduyu merkeze alarak bunları yapmaya çalışan, bunların temel kalkış noktası Mustafa Kemal’in devrimci olduğu, bir burjuva devrimcisi olduğu, küçük burjuva devrimcisi olduğu ve Türkiye’de anti-emperyalist bir kurtuluş savaşının verildiği tezleridir. Bir kurtuluş savaşı önderidir bu akımlara göre Mustafa Kemal. Kemalizm derken kastettiğimiz şeyler bunlar. Ve bu Türkiye’ye özgü bir sorun değil, muhtelif her ülkede benzer problemler var. BAAS daha farklı bir problem mi? Yani kendisini bir şekilde anti emperyalist olarak tanımlayan, burjuva devlet aygıtının içerisine, Cemal Nasır diyelim ki, bu soruların hepsi aynı çerçevede alınabilecek sorunlar. Bağlamı Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı, onun yarattığı ayrı farklılıklar var ama, bu çerçevede ele almalıyız. Bu yüzden Mustafa Kemal’in somut yaptıkları üzerinden de olgusal tartışabiliriz, yani nereye düştüğünü, ama daha kıymetli olan programatik ve evrensel olan kısmı bunu soyut tartışmak. O da ulusal herhangi bir fiili işgal durumunda, karşı devrimci burjuva akımlarla taktik icabı, bir arada hareket edilir mi? Soru bu. Biz bunlarla ortak bir mücadele yürütmeyiz, taktik icabı da dediğiniz zaman sekter mi olursunuz sol komünist mi olursunuz olmaz mısınız meselesini tartışıyoruz. Konuyu Kaypakkaya şunu mu dedi bunu mu dedi tartışmasından çıkarmaya çalışıyor bu konuşma zaten. İbrahim Kaypakkaya bunu zaten yapamazdı deniyor çünkü. Başka bir engel var deniyor çünkü. Kaypakkaya’nın kişisel meziyetleriyle alakası olmayan başka bir teorik engel var. Türkiye’nin siyasi iklimine hakim olan bir başka revizyonist etki. Başka bir revizyonizmden koparken, başka bir revizyonizmden kuşatılmış olduğu için onun sınırlarına gelse de ondan kopamıyor deniyor. Evet ömrü uzun olsaydı, bana kalırsa kopardı. Dolayısıyla, bizim burada, ben bu koşulları beğenmiyorum böyle değil öyle mücadele verilsin diye bir pozisyonumuz yok. Tersine Komünist Enternasyonel’in ilk 4 kongresinden -başka bir şey bilmiyorsunuz diyorsunuz ya- bize atfettiğiniz eleştiriler ilk 4 kongrede eleştiriliyor zaten. Biz bunları biliyorsak, sol komünizmle burada hesaplaşılıyor zaten esas olarak. Daha da önemlisi bu somut sorun bağlamında “ulusal mesele” diyelim ki, tam da ulusal dinamiğin ayrı bir dinamik olduğu teşhis ediliyor, o yüzden ulusal sorunda ulusal devrimci akımlar vardır diye bir tespit konuyor. Ve bunlarla birlikte mücadele edilir, bunlar desteklenir deniyor. Burada benim söylediklerim, ulusal devrimci akımlar desteklenmez değil, tartıştığımız şey, ulusal bir iddiayla yola çıkan karşı devrimci akımlar desteklenir mi. Bu netlikle, karşı devrimci akımlar taktik icabı desteklenir dediğiniz zaman, yeni bir şey söylemiş oluyorsunuz. Lenin meselesine dair, SSCB’nin Türkiye devletini desteklemesi ile, Komünist Enternasyonel’in Mustafa Kemal’i desteklemesi arasında bir fark var. Komintern belgelerinde, Komünist Enternasyonel’in açıktan desteklediğini bulamazsınız. Sovyetler Birliği Alman devletiyle anlaşma yaptığı gibi Türk devletiyle de yapmıştır. İngilizlerle de yapmıştır. Devletlerin bunu yapmasından daha doğal bir şey olamaz. Ama Komintern’in ilk 4 kongresinde ne kemalist devrim ifadesi vardır, ne bir anti emperyalist mücadelenin önderi saptamasını bulursunuz, ne de bir burjuva devrimcisi saptamasını bulursunuz. Bunların hiçbiri yoktur. 5. Kongre’nin revizyonu tam da budur.

Kaypakkaya birincisi böyle bir soru işareti kullanmıyor “Kemalist Devrim” dedikten sonra. Şimdi okuyalım, çok net bir şekilde Kemalist devrimden bahsediyor Kaypakkaya. Özetleyelim diyor. 10 diyor, 10 madde sıralıyor. Kurtuluş Savaşını takip eden yıllarda devrimin baş düşmanı Kemalist iktidardı diyor. O dönemden sonra da komünist harekete yeni bir görev biçiyor. O dönem de komünist hareketin görevi, hakim durumunu kaybeden eski komprador burjuvaziye ve toprak ağaları kliğine karşı, kemalistlerle ittifak değil, bu toprak ağaları ve komprador burjuvazinin başka bir kliğini temsil eden Kemalist iktidarı devirmek, yerine işçi sınıfı önderliğinde ve işçi-köylü temel ittifakına dayanan demokratik halk diktatörlüğünü kurmaktır diyor. Bu “Kurtuluş Savaşı”ndan sonra olan bir şey, sırasında olan bir şey bulamazsın. Kapitalizmin eşitsiz olarak geliştiğini reddeden yok, kapitalizm her yerde aynı gelişir diye bir saptama yok, sorun şu, kapitalizmin dünya çapında eşitsiz gelişmesi dünyanın farklı yerlerinde, farklı devrim stratejilerini gerektirir mi emperyalizm ve proleter devrimler çağında gerektirmez mi? Yani bir devrim stratejisi bir ulusun kendi ulusal sınırları içerisindeki kapitalist düzendeki gelişmişlik düzeyine bakarak mı formüle edilir? Emperyalizm çağında, proleteryanın ve ezilen ulusların kurtuluş mücadelelerinin başladığı bir çağda, böyle bir yerde, hepsi zaten sovyet ittifakı temelinde bir sovyet iktidarı olarak mı gerçekleşir? Çünkü öyle olsaydı, Kırgızistan, Moğolistan vs içerisinde ilk 4 kongre esnasında Polonya’dakinden farklı taktiklerin formüle edilmesi gerekir. Bizim sormamız gereken soru şu: Sömürge karşıtı hareketler, 4. kongreden sonra fark etmedi, çıkmadı ortaya, neden 5. kongrede ilk 4 kongrede söylenmeyen bir şey söyleniyor? Karşı devrimcilerle birleşik cephe kurabilirsiniz saptaması neden yapılıyor? Bunu fark etmemişler miydi, Hindistan kaynamıyor muydu? Çin kaynamıyor muydu? Bakü Doğu Halkları Kurultayı’nı topluyorsunuz, niye Bakü Doğu Halkları Kurultayı’nda böylesine bu o kadar önemli bir taktikti de niye kimsenin aklına gelmemişti? Biz diyoruz ki bu bir eksiklik değil, bir revizyon var. Ve bu revizyonun mucidi de ne Stalin ne de SBKP içindeki başka birisi, bunun etkisi Avrupa’dan gelen, “birleşik cephe” taktiğiyle, sosyal demokratlarla uzlaşmayı savunan akımların etkisidir diyoruz o ayrı bir konu. 

Sorun şurada düğümleniyor. Biz 5. 6. 7. kongreleri de biliyoruz. Sorun bunların arasında bir farklılığın olması. Yani karşı devrimcilerle, Kuomintang’da buluşur musunuz buluşmaz mısınız? Mustafa Kemal’le “kurtuluş savaşı” içinde buluşur musunuz buluşmaz mısınız? Soru bu kadar net. 

Komünistlerin Birliği’nin arkasında duranların görüşleri bunlar. Nereden geldiğimizden ziyade nerede buluştuğumuz önemlidir ve nasıl iddiamızın olduğu. Tersi, bizim platformumuza haksızlık etmek olur, hiç anlamamak olur. 

THKO’nun kendi çizgisiyle sürüklenmişlerdir diğerleri dediğimiz zaman ve iyi de olmuştur diyoruz, devrimci dayanışma bunu gerektirir diyoruz bunu kastediyoruz. THKO’ya iltimas geçmekten ziyade, biz ısrarlı bir şekilde şunu anlatmaya çalışıyoruz, bugün Kaypakkaya’yı Deniz’lerden ayrı bir yere koymaya çalışanlar, pratik politik faaliyetten bağımsız, ideolojik olarak da komünistlik yapılabileceğini savunanlardır. Bu çok tehlikeli liberalizme varır diyoruz. Yoksa biz Deniz’lerin söyledikleri doğruydu, programları doğruydu demiyoruz. Ama ideolojik olarak kendi başına bir mücadele verilmez, politik mücadeleden bağımsız bunu tasarlayamayız demiş oluyoruz, bunu unutamayız demiş oluyoruz. İkincisi de deminden beri anlattığım çerçevede artık tekrar etmeye gerek duymuyorum, bu programın kendisi sınırlı bir program. Çünkü 28 programıyla sınırlanmış ve 25 kongresinin kararlarıyla kuşatılmış. Yani Stalin’in Kemalist Devrim diye konuştuğu ve soru işareti kullanmadığı bir yerde İbrahim Kaypakkaya bunu söyleyemez, söylemesi için çok daha ciddi bir hesaplaşmaya girmesi lazım. Mao’nun Kemalist Devrim dediği bir yerde, Kaypakkaya hayır canım ben demiyorum diyemez. Önce Mao’ya neden bu yanlış onu söylemesi lazım. Bunu diyememiştir. Diyememesinin sebebi de böyle bir vakit yok ortada. Şimdi şu da tuhaf bir şey oluyor, “Kaypakkaya’nın 4 yıllık bir süresi vardı sizin 20 yıllık bir süreniz var.” Bu kesinlikle doğru değil. Bunu dediğiniz zaman, teorik mücadeleyi güdük amatörcesine görmüş; ulusal bir temelde ve dünya sınıf mücadelelerinden bağımsız, kitap okuyarak edinilen bir birikim olarak görmüş oluruz. KöZ’ün yarattığı birikim ne ki, sıfır. Biz bugün bunları savunuyorsak, Komintern’e yaslanarak savunuyoruz. Biz daha çok daha uzun Babeuf’ten 1917’ye kadar geçen 150 küsür senelik birikimi savunuyoruz. İbrahim’de bunu yapamadıysa onun problemi de, o birikime ulaşamadığı için yapamamış olması. Bizim zamanımız olduğu için değil, biz o belgeleri esas aldığımız için bunu yapabiliyoruz. Kendi çabamızla yeni bir program yazmadık. Elbette bunu somutladık, daha köşeli bir hale getirdik bazı şeyleri, bu konuda komünist bir programın köşe taşlarını somutlama iddiamız var ama bugün tartıştığımız konular bunlarla ilgili değil. Esaslarla ilgili bir şey. Ve sorun Kaypakkaya’nın bu esaslara erişiminin olmaması. Böyle bir politik akım yok. Şu yanlıştır bu doğrudur diyen bir akım yok. Bu noktada da ulusal sorunda şurada burada, Kıvılcımlı İle Mihri Belli İle farkları üzerinden biz Kaypakkaya’nın büyüklüğünü ölçemeyiz, bu yerel, taşralı, komünistlere yakışmayan bir tutum olur. Biz İbrahim Kaypakkaya bir katkı yapmışsa doğru mu yanlış mıyı uluslararası komünist hareketin referanslarıyla ölçmek zorundayız. Yani Komintern’in belgeleri ve Mustafa Suphi TKP’sinin kararları. Bunun ilerisinde bir yere gitmiş midir? 

“Diyeceksiniz ki TKP/ML programı Mustafa Suphi’nin programından daha ileridir”, o zaman olur. “Bulgar Komünist Partisi’nin programından daha ileridir”, o da olur. Ama değil. Ulusal soruna bakışı da, Kıvılcımlı’ya göre ileri olabilir ama Kaypakkaya -o da ayrı bir tartışma konusu ama madem ki açıldı- şunu savunur; her zaman Kürtlerin bağımsızlığını da savunmak zorunda da değiliz, olur ki diyor, Kürt meselesinde Türkiye devriminin temposu ilerler, orası yavaş olur, o zaman ayrılmayı savunmayız der. Bağımsız bir Kürdistan Komünist Partisi’nin kurulmasını savunmaz. Parça parça bakar. Komintern’in kararlarındaysa, emperyalizm ve ulusal sorun, yani bu 2. Kongre kararında, orak çekiç, dünyanın bütün ezilen halkları birleşin -bu dinamik vardır- bu yoksa bile bunu yaratın, bu temelde örgütlenin, bağımsızlık mücadelesini temel alın der. Yani Kaypakkaya’nın tezi, zaman zaman “kendi kaderini tayin hakkı” konusunda, yani kullanmayabiliriz devrim için, bu doğrultudaki mücadele dereyi görmeden paçaları sıvamayalım der. Bu 2. kongre kararlarının gerisindedir. 1910 yılındaki sosyal demokratların tespitlerine göre ileridedir ama 2. Kongreye göre geridedir. 2. Kongre’nin önemi bu, buna göre ölçüyoruz çünkü. Sonrasında, 71-72 meselesinde niye onlara tasfiyeci diyoruz da, Deniz’lere demiyoruz. Bence konuşurken onlara yakışır ciddiyette konuşmamız gerekiyor Denizlerden İbrahimlerden bahsederken, ikincisi, şöyle bir arayışı görmemiz gerekiyor, yani karşımızda biz ne yapacağız sorusunu soran devrimciler var o döneme baktığınız zaman. 

Kaypakkaya 1970 yılında Proleter Devrimci Aydınlık dergisine yazı yazıyor ve diyor ki, öbürleri küçük burjuva devrimcisidir, bizim sınıf içinde örgütlenmemiz lazım diyor. Mesela şu da ilginç, bakıyorsunuz İbrahim Kaypakkaya’nın eserlerini okuduğunuz zaman genelde bunun yeni basımlarını okuyorsunuz, işte seçme yazılar diye bir şey. Niye İbrahim Kaypakkaya’nın toplu eserleri yok mesela hiç düşündük mü? Niye kimse basmaz? Madem bir tane Kaypakkaya var, başla 68’den beri yoldaşlar Kaypakkaya okuyalım diyelim. “Ben Kemalistim” dediği yazılar da var. Yani sırf ben Kemalistim diyen Deniz Gezmiş mi? Demiş, sonra da demiş, üstelik Hüseyin İnan Türkiye Devriminin Yolu’nu yazdığı sırada hala Perinçek’le yoldaş olarak hareket ediyor Kaypakkaya. Yani 1971 yılının Aralık ayına geldiğimiz zaman, Türkiye Devriminin Yolu daha önce yazılıyor, orada bunu unutmamamız gerekiyor. 1972 Mart’ında hala görüşmeye gidiliyor. 

Şimdi bunu unutmamamız gerekiyor. Sadece KöZ’ün arkasında duran komünistlerin Kaypakkaya’ya göre zamanı çok değil, Kaypakkaya’nın da Deniz’lere göre daha fazla zamanı var eğer zamandan bahsediyorsak. Bir ve tek anlayışı olan devrimcilerden bahsetmiyoruz biz. Bir arayışı olan devrimcilerden bahsediyoruz. Ve devrim nerede olacak sorusunu soruyor. Bizim bugün savunduğumuz görüşleri, o zaman savunan bir odak olduğu zaman, bizim oraya gideceğini varsaymamız gerekiyor. Yani zaten onlar gerillacı olmak istiyordu diye bir şey olur mu? Yani TİP’te yazıyorlar, Mihri Belli İle hareket ediyorlar, öyle olmuyor, böyle olmuyor ve devrime doğru gitmek istiyorlar. Gerillacılık yapılır diye bir sabit fikirleri yok. Bütün 71 kopuşunu gerçekleştirenler, esas itibariyle devrimci, sahici kaygıları vardır. Onlara sahici devrimci bir yanıt geldiğinde oraya gideceklerinden şüphe duymamak lazım. 

Şimdi niye ardıllarına tasfiyeci diyoruz, öbürlerine demiyoruz bu önemli bir soru. Şu yüzden, 73’ten sonra devrim kitlelerin eseri olacaktır diye bir saptama yapılıyor. Bu aslında biz Kaypakkaya’dan vazgeçtik demek. Bizim Çayan’dan Deniz’den vazgeçtik demek. Devrimi kitleler yapmaz arkadaşlar. Devrimi devrimciler yapar. Elbette bunlar kitlelerin güç dengesinden ama devrim devrimcilerin örgütlediği, silahlı bir ayaklanmayla, hücüm harekatıyla gerçekleşir. Ekim Devrimi kitlesel bir seferberlik değildi, bir fesat örgütlenmesiydi, bir askeri darbeydi. Bizim kurmak istediğimiz parti de böyle bir şey. Bunu yapabilecek bir parti. Tek marifeti bu olmayacak ama böyle bir partinin olması lazım. 

Deniz’ler Mahir’ler İbrahim’ler devrimi devrimcilerin yapacağını biliyordu. Sonraki takipçileri ya onlara gençlik önderi dediler, ya küçük burjuva devrimcisi halk kahramanı dediler, ya da daha orta yolcu bir tutumla zamanla yanlıştı diye geri çekildiler. O yüzden tasfiyecilik başladı, oysa bizim şunu söylememiz gerekir, hükümete saldırı için nesnel devrimci bir durum vardı 12 Mart öncesinde, sonrasında yaşananlar da bunu gösteriyor. Sorun böyle bir siyasi donanıma sahip olan bir partinin olmaması. Yani kitlelerin evlerinde oturduğu bir durumu tarif edersek 71’de, bunlara maceracı dersek, 74’te niye birden herkesin ayaklandığını anlayamayız. Sanki birdenbire bir buçuk senede devrimciler ilmek ilmek kuyu kazarak şu anda Türkiye’li sosyalistlerin yaptığı gibi, yüzlerce binlerce işçiyi mi kazandı? Nasıl oluyor da 73’te hiçbir şey yok da 74’te birdenbire bir rüzgar gibi büyüdü? Bu zaten varolan bir şey 68’lerden itibaren ve çok basit bir politik sorun var. Demirel’i kim götürecek diye bir soru var. Böyle bir devrimci durumda, devrimci bir eylemi kitle eylemleriyle birleştirecek bir parti olmadığı için bu olmuyor; Komintern’in ilke ve esaslarına göre. 

Onların hükümete yönelik bir saldırıya cüret etmeleri yanlıştı demek çok apolitik bir bakış. Durumu yanlış okumak bir kere. Tıpkı Mustafa Suphi’ye gelmemesi gerekirdi demek gibi bir durum. Türkiye nasıl 1920’de bir devrimci durum içerisinde ise, bir devrim olabilecek bir durumdaysa, devrimle karşı devrimin çarpıştığı bir durumdaysa, 70’ler de öyle. Bunu unutmamamız lazım. İşte tasfiyeciler bunlar yoktu diyorlar ve en önemli mirası, devrimi, devrimci partinin bizzat bilfiil yürüteceği bir ayaklanma olduğu gerçeğini örttükleri için onlar tasfiyeciler. Tasfiyecilik 12 Eylül sonrasında başlamadı 74’ten sonra “Öncü Savaşı” eleştirisi ile başladı diyoruz o yüzden biz.

PDA meselesi önemli. Esas itibariyle TİP’ten kopuş dersek, Deniz’ler evet oradan ayrıldı dedik, ama diğerlerini atlamış ve Hikmet Kıvılcımlı’ya bir paye vermiş oluruz. Doğu Perinçek’e, Mihri Belli’ye bir paye vermiş oluruz. Ki aslında herkes Deniz Gezmiş’in babasına yazdığı mektuba bakıyor, Kaypakkaya’nın da savunması bir övgü olarak görülüyor, ki övülen yeri doğrudur, ama orada da yanlış bir politik içerik var. Kendi siyasi geçmişini anlatıyor 12 Mart’tan önce, “Aydınlık Sosyalist dergi de önemli ve iyi işler yaptı” diyor. Yani ben oportünistlerleydim, ama oportünistler de yanlış, çok yanlışları vardı ama faydalı oldu diyor. Ben yanlış yaptım demiyor, benim hiç burada işim yoktu demiyor. Daha küçük bir siyasi kabahat değil yani. En azından bizim kabul edebileceğimiz bir pozisyon değil. Bizim genel olarak çünkü tartıştığımız şey ne? Yine Enternasyonel’e geri döneceğiz. 1914 yılında Lenin yeni bir Enternasyonel kuralım diyor, herkes sen uçuyorsun diyor. Evet kurmak lazım ama sırası değil diyor. Önce şunu yapalım, bunu yapalım diyen, yalpalayan merkezci unsurlar var. Lenin diyor ki bu merkezciler de en az diğerleri kadar tehlikelidir. Yani Mihri Belli Türkiye devrimci hareketine Behice Boran’dan daha çok zarar vermiştir. Kıvılcımlı daha çok zarar vermiştir. Devrimcileri oyalamıştır çünkü. TİP zaten belli. Aybar, Boran “bizim zaten ne olduğumuz belli, siz de zaten CIA solcususunuz” diyorlar, bu kısım net. Ama asıl bu merkezcilerden kopuş önemli ve Kaypakkaya buradan geç kopmuştur. Mahir Çayan geç kopmuştur. Onu örnek almamalıyız. Aydınlık Sosyalist Dergi zorunlu bir merhale değildi. Kıvılcımlı görüşülmesi gereken bir unsur değildi. Direkt bağların kesilmesi gerekiyor. Biz o yüzden TİP’ten değil Aydınlık’tan koptukları için devrimcilerdir dememiz lazım. Bir tek Deniz’ler TİP’ten kopmayı başarabilmiştir. Geri kalan herkes Aydınlık bataklığına takılmıştır dememiz lazım. Bu tespit önemli. Yani burada THKO’lu olduğumuz için söylemiyoruz bunu. Burada başka bir tespit var. Oportünistlerle aynı parti içinde asla buluşmamak gerekiyor. Doğu Perinçek’le görüşme yapmak, yani Troçki’nin tutumuna benziyor o yüzden. Bu kitabı yazıyorsunuz siz, üç tane metni yazıyorsunuz, hala şafak içerisindesiniz. Bunun olmaması gerekiyor. Lenin’in pratiği bize derhal oradan ayrılmanız gerek diyor. Zaten oportünistsiniz siz arkadaşlar demek, Maocu, iki çizgi anlayışına uygun bir örgütlenme anlayışına gider. Madem bunları yazdın, yazıyı basmadan gidip biz ayrıldık, bunlar Kemalizm’i savunuyor, şu yüzden ayrıldık demek lazım. Kongre toplayalım, burada bunu tartışalım, bu olsun, herkese ulaştıralım dememek lazım. Çünkü zaten pratiğin gibi de gösterdiği gibi sizi öldürmeye çalışırlar yani. Oportünistler tartışarak değişmez. Bu THKO’luları çok beğendiğimiz için değil, hiçbir zaman oportünistlerle aynı zeminde kalmamak gerektiğini düşündüğümüz için bunları söylüyoruz, iltimas geçmek için değil. 

THKO’yu öne çıkarmamız legalizm ve kemalizmden kopuşu anlatmak için değil, merkezcilikten, orta yolculuktan da kopuşun önemli olduğunu söylemek için, önemli. Maalesef THKP ve TKP/ML kurucuları böyle bir merkezci uğraktan geçmek zorunda kalmışlardır ve bunun özeleştirisini de vermemişlerdir. Bunu bir zorunluluk olarak, adeta yaşanması gereken bir durum gibi tarif etmişlerdir. Buna karşı durmak gerekiyor. 

Soru soran herkese teşekkür ediyorum. Çok konu birikmiştir diye düşünüyorum tartışacak. Siyasi tartışmaların yürütüldüğü, kafamızda siyasi sorular ve yanıtların olduğu bir konuşma olduğunu düşünüyorum. Bunda da sizin sorularınız ve yorumlarınız, eleştirilerinizin katkısı olduğunu düşünüyorum. 

Onların yolundan yürüyeceğiz, 71-72 Kopuşu’nu sonuna vardıracağız. Bu topraklarda devrimci partiyi, dünyada da Komünist Enternasyonel’i yeniden kuracağız.

 

İstanbul’dan Komünistler