1 Mayıslar Tasfiyeciliğin Serüvenini Anlamak Açısından Yol Göstericidir

Yaşadığımız topraklarda 1 Mayıslar tasfiyeciliğin izlediği yol ve onunla paralel meydana gelen siyasi gelişmeler çerçevesinde şekillenmiştir. 1977 1 Mayısı bir katliam olarak anılageldi ancak DİSK bürokratları ve ardındaki revizyonistlerin, on binlerce devrimciyi ve işçiyi 1 Mayıs’ın dışında tutmaya yeltenmesinden bahsedilmedi. 1996 1 Mayısında resmî kürsünün, sendika bürokratlarının ve reformistlerin elinden küçük bir devrimci grup tarafından zaptedilmesi de hem Gazi Ayaklanması’nın etkisini ve hem de bu sayede tasfiyeci dalganın kırıldığını sembolik olarak gösterir. Bu dalga esas itibariyle 1998 1 Mayısına kadar etkisini göstermiştir. Öcalan’ın rehin alınmasını takiben gerçekleşen 2000 1 Mayısında sendika bürokratları ve reformistler kürsüde bayram etti, bunun ardından 1 Mayıslar parçalı ve yerel girişim ve yer yer çatışmalarla hep “Taksim’e çıkma” motivasyonunun gölgesinde gelişti. Taksim’de yeniden bir 1 Mayıs mitinginin yapılması bu kez “çözüm sürecinin” gölgesinde hükümetin icazet vermesiyle 2010 yılında sağlandı. Reformistlerin saadeti iki yıl sürdü, 2012 1 Mayısı, Taksim’de reformistlerin ve sendika bürokratlarının denetimindeki son miting oldu. 2013 yılında 1 Mayıs yine Taksim’de protokol töreni ve yerellerde ve Taksim’e çıkan yollardaki kısmi girişim ve çatışmalarla adeta alışılagelmiş bir mecrada geliştikten hemen sonra patlak veren sol hareketin muhtelif bileşenlerinin hepsinin gölgesinde kaldığı Gezi Ayaklanması bir ay müddetle de olsa Taksim’in nasıl zaptedilebileceğini gösterdi. Taksim hedefli 1 Mayıs eylemleri de adeta sendika bürokratlarının ve reformist partilerin Kazancı Yokuşu’na çelenk bırakmasına paralel toplu gözaltılarla sonuçlanan sembolik merasimlere indirgenmiş oldu. 2021 1 Mayısı da bu geleneğin sürdüğüne şehadet etti.

Hükümetin Aczi Herkes Tarafından Daha İyi Görülüyor

2021 1 Mayısındaki tabloyu anlamak için evvela bir yıl öncesini hatırlamak önemli. 2021 Newrozunda görülebileceği gibi kitlesel bir katılımı devletin baskı organlarıyla durdurması imkân dâhilinde değildi. Öte yandan gerek 8 Mart’ta, gerek Boğaziçi eylemlerinde, gerek İstanbul Sözleşmesi nedeniyle yapılan eylemlerde de görüldü ki polisin tutumu önleyici olmaktan ziyade gözaltılar vb. saldırılarla toplananları güç bela dağıtabilecek bir seviyedeydi. Bunlar iki şeyi birden gösterdi.

Birincisi, her ne kadar yükselen faşizm tezleri sürse ve soyut bağlamda faşizm tahlilleri yapılmaya devam edilse de hükümetin saldırganlığının ve baskılarının esasen ciddi bir kalkışmayı önleyebilecek kabiliyette olmadığı herkes tarafından fark edilmektedir. Giderek ağırlaşan rejim krizi ve özellikle de bunun Cumhur İttifakı’nın uluslararası plandaki kuşatılmışlığı ve başarısızlıkla sonuçlanan kimi hamleleri nedeniyle iktidardaki Erdoğan’ın MHP desteği ile dahi kitlelerin öfkesinin artmasına ve geri düşme eğiliminin ivmelenmesine engel olamayışı giderek belirginleşmektedir. İkincisi çeşitli tasfiyeci bahanelerle hükümetin zayıflığının üzerinin örtülmesi, kitlelere ve devrimcilere “evlerinde oturmanın” salık verilmesi gittikçe zor hâle gelmektedir. Üstelik 2020 1 Mayısından beri bu engelleyici tutuma teslim olmayan KöZ’ün de aralarında bulunduğu kimi çevrelerin girişim ve etkinlikleri de bir yıl önceki tutumun tekrarlanmasını imkânsız hale getirmiştir. 1 Mayıs öncesinde gelişen muhtelif eylem ve etkinliklerde görülebileceği ve bilhassa Boğaziçi Üniversitesinde bir kayyıma karşı değil doğrudan doğruya Erdoğan’ın siyasi iradesine başkaldıran eylemde olduğu gibi ne salgın ne de bir başka bahaneyle 2021 1 Mayısının bir yıl önceki gibi eylemsizlikle geçiştirilmesinin olanağı yoktu.

2020’nin Hesabını Veremeyenler 2021’de Kekemelikten Kurtulamazlar

1 Mayıs bu koşullar altında yaklaşılırken “1 Mayıs’ta Taksim’e, 1 Mayıs yasaklanamaz, kitlesel 1 Mayıs” sloganları da sık sık duyulmaya başlandı. Bir ölçüde bu sloganlarda söylenenler de hayata geçirilmeye çalışıldı. Kitleleri meydanlara toplamak, 1 Mayıs’ı kitleselleştirmek gibi iddialar gerçek dışı kalsa da pek çok akım kendi sınırlı güçleriyle sokağa çıktı, pankartlarını açtı, sloganlarını attı, polisle karşı karşıya geldi.

Öte yandan bu yıl “sendikaların işbirlikçi tutumu” da dem vurulan konulardan bir tanesiydi. Kitlesel 1 Mayıs’ı savunan akımların çoğunluğu kendilerini sendika konfederasyonlarının karşısına konumlandırdılar. Kendi devrimci tutumlarını sendikalardan ayırt ettiklerini vurguladılar.

Söylenenler soyut bir düzlemde yanlış olmasa da hiçbiri sembolik adımlar olmanın ötesine geçmemiştir. Zira kitlesel 1 Mayıs çağrısı yapmak için, sendikaları hedef tahtasına oturtmadan önce esas yapılması gereken kitlesel 1 Mayıs’ın tertibi için sorumluluk almaktır. Newroz’dan güç alarak, sendikalara bırakmadan 1 Mayıs mitingi için tertibin ve başvurunun yapılmasıdır. Bunlar olmadan yapılan tüm çağrılar ve eleştiriler boşa düşmüştür. Daha önemlisi “işbirlikçi sendika bürokratları” denile denile bu işbirlikçilerin siyasi çizgisine ve planına teslim olunmuştur.

“1 Mayıs sendikacıların, işçilerin bayramıdır” bahanesine sığınmadan 1 Mayıs’ın enternasyonalist özüne sadık kalmak için şovenizme ve sosyal şovenizme karşı mücadele gereğini ve TC’nin Kürdistan’ın muhtelif parçalarındaki işgalci varlığına son verme gereğine yani 1 Mayıs’ın şovenizme karşı muhtevasına işaret eden bir tek KöZ olmuştur. Millet İttifakı’nın seçim zaferine kilitlenmiş kuyrukçu bir politikaya teslim olmayan bir duruş ortaya koymuştur. KöZ’ün bu konudaki tutumu devrimci bir akımın asgari olarak olarak takınması gereken bir tutum olmakla birlikte yeterli değildir, olması da mümkün değildir. Kitlesel 1 Mayıs için tüm imkânları değerlendirebilecek, önceki yıllardaki hataların özeleştirisini yapacak ve 1 Mayıs’ı sendika bürokratlarının elinden alıp siyasi muhtevasına uygun şekilde karşılayacak siyasi özne devrimci bir partidir. Sadece 1 Mayıs’ın özüne ve tarihine sadık kalmanın değil 1 Mayıs’ta devrimci siyasal mücadeleyi ve hedefini işaret etmenin de gereği de budur.

1 Mayıs Arifesinde Yeniden Canlanan “Üçüncü Yol” Söylemleri

Bu teslimiyetçi çizgiyi örtbas etmek üzere ve güya ayrı bir çizgiyi ifade etme görüntüsü sağlamak için dile getirilen “üçüncü yol” tarifi de, özellikle Selahattin Demirtaş’ın açıklamaları ardından yeniden gündeme girdi. 2019 yerel seçimlerinden beri açık şekilde Millet İttifakı’nın bir bileşene olmasa/olamasa bile, parçası olan HDP’nin içinde veya yörüngesinde kalarak onunla beraber hareket eden solun geri kalan kesimleri de bu söyleme dört elle sarıldı. HDP’nin ve daha önce solun pek çok kesiminin sık sık önüne koyduğu “üçüncü yol” çizgisinin mucidi elbette Türkiye’deki tasfiyeciler değildir. Çar ile liberal demokrasi kanadının yanı sıra “tarafsız” bir “üçüncü yol” çizgisi tarif eden, onların kavgasına karışmadan kendi tabanlarını örgütleyeceğini iddia eden ve bunun devrimci tutum olduğunu savunan Menşevikler bunun en iyi örneklerinden biridir.

Bu tutum çoğunluk tarafından burjuvazinin dalaşan kamplarına yedeklenmeyen tarafsız bir tutum olarak alkışlanır. Aynı madalyonun iki tarafı olarak görülen bu gerici kamplar “birbirlerini yerken” onların kavgasına kulak asmadan, onların dayattığı gündemler ile oyalanmadan “asıl kavga”nın ön plana çıkarılacağı söylenir. “Üçüncü yol” tabiri her zaman kullanılmasa da bu safsataya tutunanlar genellikle “örgütlenme, tabana inme, işçilere gitme, faşizme/otokrasiye/diktatörlüğe karşı mücadele etme” gibi kağıt üzerinde yanlış olmayan ancak siyasi muhtevası ve kapsamı belirsiz kavramları ön plana çıkarmalarıyla da kendilerini belli ederler.

1 Mayıs arifesinde de özellikle Birleşik Mücadele Güçleri (BMG) tarafından yükseltilen “faşizme karşı mücadele” tutumu da buna örnektir. TC ordusunun her gün Kürdistan’da –amacına ulaşamıyor olsa da- operasyonlara imza attığı, HDP’nin ve vekillerinin yine saldırı altında olduğu, hem Cumhur İttifakı’nı geriletebilecek hem de Millet İttifakı’nın 2023 hayallerine çomak sokacak asıl tutumun HDP ile saf tutmak olduğu koşullar altında “üçüncü yol” bu meseleleri gündem etmektense kendilerine göre asıl büyük sorun olarak tarif ettikleri faşizm konusunu gündem ederek Newroz’a ve 1 Mayıs’a çıkmıştır. Çoktandır parlamenter yollarla çözülemeyeceği anlaşılmış Erdoğan sorunuyla devrimci bir hatta güç biriktirerek ve kadrolar kazanarak mücadele etmeyi hedef olarak belirlemiştir.

Oysa burada asıl yapılan bir yandan “HDP’nin içinde kalmaya devam ederek devrimci tutum takınmak mümkün” safsatasını yaymak diğer yandan siyaseti iş bölümüyle HDP’ye, onun üzerinden de Millet İttifakı’na havale etmektir. Seçimler, saldırılar, Erdoğan, Cumhur İttifakı gibi somut siyasi karşılığı olan konularda konuşma (veya konuşmama) inisiyatifi HDP’de kalırken doğrudan siyasi gündemin konusu olmayan meseleler “üçüncü yolun” kapsamına girmektedir.

Bağımsız Siyaset Yapabilmenin Birinci Koşulu Oportünistlerden Bağımsız Bir Örgüttür

Bu eleştirilerden yola çıkarak Türkiye’de BMG veya “üçüncü yol” çizgisini benimsemiş başka bir odağın bağımsız siyaset yürütebileceği, ancak bunu tercih etmediği anlaşılabilir. Oysa bu eleştiri örgütsel bağımsızlığını kazanmayanların siyasi olarak da bağımsız bir hatta kalamayacaklarını ifade eder. Önümüzde sadece devrim ve karşı devrim seçenekleri var iken devrimci pozisyonu savunabilmek için öncelikle oportünizmden sadece fikren değil örgütsel olarak da kopmuş olmak gerekir. Karşı devrimle mücadelenin olmazsa olmaz ilk koşulu budur.

Üstelik Türkiye’nin nesnel koşulları “üçüncü yol”u iyiden iyiye imkânsız hâle getirmektedir. Neredeyse her konunun politikleştiği koşullarda siyasete dokunmayan bir “üçüncü yol” bulmak da zorlaşmaktadır. HDP’nin içinde kalarak, HDP’yi içeriden eleştirerek devrimci söylemlerinde devam etmek isteyenlerin de alanı gittikçe daralmaktadır. Kendini bu yola sokanlar kaçınılmaz şekilde siyasi bağlamın dışında kalan ve önemini yitiren bir sona mahkûm olmaktadır. Türkiye’nin nesnel koşulları da devrimcileri bağımsız siyasete iterken reformist örgütler içinde devrimcilik yapmakta ısrar edenleri siyaset sahnesinden silmektedir.

Rosa Luxemburg bu konunun belki de en çok bilinen ancak en az ders çıkarılan örneğidir. Doğruları söylemekten bir gün bile vazgeçmemiş ancak doğruları yanlış örgütte söylemesi sadece kendi sonunu değil Alman Devrimi’nin de yenilgisini hazırlayacak yolun taşlarını döşemiştir. Bu yenilgiden doğru dersleri çıkaran Deniz Gezmiş ve yoldaşları ise ilk devrimci eylemlerini TİP’ten koparak ve bağımsız bir örgüt kurarak gerçekleştirmişlerdir. Bugün de ihtiyaç duyulan öncelikli devrimci eylem oportünist, reformist yapılardan kopmak; ardından siyasi doğruları söylemektir. Yanlış örgütte hiçbir politik doğrunun hayata geçirilemeyeceği kesindir.

Bağımsız Devrimci Siyaset İçin Devrimci Parti

Cumhur İttifakı’nı seçimler yoluyla devirmeyi hayal edenlerin, kadınların ezilmesine emperyalist patentli reformlarla ve bu reformlara bekçilik etmekle kendilerini sınırlayanların, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkının asgari koşulunun ayrı devlet kurma hakkı olduğundan söz etmemeyi marifet sayanların birbirleriyle yarıştığı koşullarda bu mükellefiyetlerin hatırlatılması karşısında en sinik tepki “yani bütün bunları siz mi yapacaksınız?” sorusu olmaktadır.

KöZ’ün arkasında duran komünistlerin cevabı ise yalın ve açıktır: Tasfiyeciliğe karşı mücadele etmek için de, bağımsız siyaset yapabilmek için de Komünist Enternasyonal’in ilkelerine bağlı Bolşeviklerinki gibi bir devrimci parti gerekir. Bu partiyi kurmak için bu referanslara bağlı komünistlerin birliği gerekir. KöZ bu partinin kurulmasını stratejik hedefi ve öncelikli ödevi olarak benimseyen komünistleri temsil etmekte ve aynı referanslarla aynı hedefe varma iddiasını taşıyan ve aynı referanslara sadık komünistlere örgütlenip birleşme ödevini hatırlatmaktadır. Bu birliğin kırmızı çizgilerini oluşturan referansları hatırlatmakta ve birlik zeminiyle ortak propaganda araçlarını sunmaktadır.

Bırakalım oportünistler Amerikancı muhalefetin kuyruğunda kısmi iyileştirmeler ve ferahlamalar uğruna emekçileri ve ezilenleri avutup kendi inisiyatifsizliklerini ve bağımsız bir siyaset takip etme konusundaki kabızlıklarını örtbas etmeye çalışsınlar. Sanki asıl siyasal mücadele Cumhur İttifakı ile Millet İttifakı arasında cereyan ediyormuş gibi sözümona bir “üçüncü yol” açma iddiasıyla emekçilerin ve ezilenlerin ufkunu düzen sınırlarına hapsetmeye gayret etsinler. Komünistler emekçiler ve ezilenler için tek yolun Bolşeviklerin gösterdiği devrim yolu olduğunu ve bu yolda en önemli ve tayin edici eksiğin Bolşeviklerinki gibi bir devrimci parti olduğunu vurgulamaya devam edecekler.

“Üçüncü Yol” Masallarına Kanmayalım.

Emekçiler ve Ezilenler için Tek Yol Devrim!

Devrim için Devrimci Parti!

Parti için Komünistlerin Birliği!