Yeni Dünya İçin Çağrı, Avrora Kolektifi ve KöZ olarak 4 Şubat Pazar günü “Katledilişlerinin 97. Yılında Mustafa Suphi TKP’si ve Günümüzdeki Parti Sorunu” başlıklı bir panel düzenledik. Saygı duruşu ile başlayan panelde sırasıyla Çağrı, KöZ ve Avrora Kolektifi söz aldı. Konuşmacılar şu vurgularla konuşmalarını gerçekleştirdiler:

Yeni Dünya İçin Çağrı

İşçi sınıfı önderliğinde bir devrim için komünist partinin varlığı şarttır. Üsttekilerin artık yönetemez duruma geldiği, alttakiler eskisi gibi yaşamak istemediklerinde ve harekete geçtiklerinde oluşan devrimci durumda başarı için devrimci bir parti gerekir. Başka ülkelerdeki devrimin başarıya ulaşamaması, günümüzde de “Arap Baharı” olarak adlandırılan ayaklanmalardaki başarısızlığın nedeni Ekim Devrimi’ndeki gibi bir partinin olmamasıydı. Ekim Devrimi’nin her ülkede etkisi oldu. Proletarya önderliğindeki Ekim Devrimi tüm dünyayı sarstı. Türkiye’dede Kürdistan coğrafyasında TKP’nin kurulması olarak yansıdı. TKP’nin kuruluşunun tarihsel önemi; Türkiye Kürdistan’ında sosyalizm hedefini bayrağına yazan komünistlerin birliğini oluşturan ve ismini TKP olarak adlandıran bir parti oluşmasıdır. Ardından Üçüncü Enternasyonal kongreleri yapılıyor. TKP’nin önünde ulusal sorun ve sömürgeler konusunda net bir çizgi olmasına rağmen ezilen ulusların ayrılma hakkını programına yazmamıştır. Daha sonra Komintern’in eleştirileri üzerine 1926’da programına yazmıştır. Biz ulusların eşit yurttaşlık temelinde birlikte yaşamasından yanayız ama ayrılma hakkının tanınması gerekir. Bu TKP programında önemli bir yanlıştır.

TKP kurulduğunda güdük de olsa ulusal burjuvazi önderliğinde yürüyen antiemperyalist bir mücadele vardı. Ulusal bujuvazi emperyalislerle yürüttüğü görüşlemerinde yarı sömürge olmayı kabul eder, sömürge ya da işgali kabul etmez, emperyalistler de sömürge konusunda diretirler. Kemalistler emperyalistler dışında müttefik arayışına girerler. O müttefik de Sovyetler olur.  Sovyetler Birliği güdük de olsa yanı başında gelişen antiemperyalist mücadeleyi destekler. Belgelerle yayınlandı, Mustafa Suphi kurtuluş savaşına katılmak için Mustafa Kemal’le, Kazım Karabekir’le görüşmeler yapar. TKP resmi bir heyetle görüşmeye gelir, önemli yanlış şudur: Ulusal mücadele burjuvazi tarafından verilmektedir ve burjuvaziye güvenilmemesi gerekirdi, burjuvazinin sınıf düşmanı olduğunun unutulmaması ve toplu bir görüşmeye gelinmemesi gerekirdi. Bu önemli yanlış sonucu bir yenilgi almıştır. Sonrasında da TKP kemalist hareketi soldan destekleyen bir partiye dönüşmüştür. O dönem güdük de olsa yürütülen mücadeleye Sovyetler’in de Komintern’in de destek verdiğini görüyoruz belgelere baktığımızda. Komintern kemalistlerin hareketinde içeride oynadığı rol açısından değil uluslarası alanda oynadığı rol açısından bakıyor. Komintern’in Sovyetler Birliğinin yaşatılmasını merkeze koyan siyaseti yanlış değildi, ama seksiyonların bu merkezi siyaseti birebir kendi ülkelerine uygulaması sınıf mücadelesi ile çelişir. TKP’de ne yazıkki bunu yapmıştır. Komintern’in merkezi siyasetini uygulamıştır. Kemalistlerle onlarda daha geri durumda olan bujuva feodal klik arasındaki mücadeleyi devrim-karşı devrim, emperyalizme uşaklık, antiemperyalizm olarak adlandırarak kemalist harekete destek vermiştir.

TKP’nin yürütmüş olduğu kemalistleri soldan destek siyaseti, sınıf uzlaşmacı olarak adlandırılan siyaset Türkiye’de sınıf hareketinin gelişmesine ve komünizm mücadelesine zararları olmuştur. Bu siyaseti kıran, kemalizmin sol olmadığını, işçilere düşman bir siyaset olduğunu, Kemalizm’in faşizm olduğunu söyleyen İbrahim Kaypakkaya olmuştur. Sol içindeki Kemalizm’in etkisini yıkmıştır. Ama günümüzde şu ya da bu siyaset içinde Kemalizm’in etkisi sürmektedir.

Devrimin gerçekleşmesi için gereken leninist partinin özellikleri şöyle olmalıdır: Leninist parti öğretisi iki kategori tanımlamıştır. Partinin merkezinde profesyonel devrimciler yer alır, profesyonel devrimciler örgütünün etrafında da üretimde yer alan işçiler yer alır. Bu partinin işleyişi demokratik merkeziyetçidir. Demokrasi yanı görüş ayrılıkları üzerine parti içerisinde ve kamuoyu önünde serbestçe tartışılmasını gerektirir. Koşullar elverdiği oranda yöneticilerin alttan seçimle gelme ilkesi uygulanır. Demokratik merkeziyetçi yanı ise partinin en üstünde kongrenin yer alması, iki kongre arasında merkez komitesinin kararlarının bağlayıcı olması, azınlığın çoğunluğa tâbi olması, alt komitelerin üst komitelere bağlı olmasıdır. İşleyiş ilkelerinin yer aldığı bir tüzük ve partinin gideceği yönü belirleyen bir program gerekir. Bu parti her türden yanlış görüşlere karşı revizyonizm, oportunizme karşı uzlaşmaz ideolojik bir mücadele ile gelişir. Bu partinin varlığı hiziplerin varlığı ile bağdaşmaz. RSDİP içerisinde Menşeviklerle birlikte yer alınmıştır. Burada iki ayrı parti yer almaktadır. 1912 yılında bu duruma son verilmiştir. RSDİP içerisinde yer alınsaydı Ekim Devrimi’nin başarıya ulaşamayacağını değerlendirmişlerdir sonrasında. Leninist partinin ayakları işçi hücrelerine dayanmak zorundadır.

Lenin’e göre, Stalin’e göre partinin yaratılması inşaa edilmesi noktasında komünist parti iki aşamadan geçmek zorundadır. “Sol Komünizm Bir Çocukluk Hastalığı” eserinde Lenin Rusya devriminin temel derslerini, uluslarası komünist hareket için genelleştirir. Genelleştirdiği noktalardan birisi partinin inşa edilmesidir. Birinci aşamada esas görev proletaryanın öncüsünün komünizme kazanılması, yani işçi sınıfının en ileri kesimlerinin partiye kazanılmasıdır. Stalin de “Rus Komünistlerin Strateji ve Taktiği” makalesinde parti aşamalarını anlatmaktadır. Birinci aşama olarak partinin yaratılması aşamasını tarif etmektedir, bu dönemde parti güçsüzdür. Esas görevi sanayi proletaryası içerisinde işçi sınıfının ileri kesimlerini partiye kazanmaktır. Partinin güçsüzlüğünden dolayı taktiği zayıftır. Partinin üzerinde yürüyeceği rotanın belirlenmesi, Marksizm’i Leninizm’i kavramış ve işçi sınıfına aktarmayı hedefleyen bir kadro yaratılması ve her şart altında işleyen bir örgüt aygıtı yaratılması gerekiyor. İkinci aşama milyonlarca olarak tabir geniş işçi kesimlerini partiye kazanmaktır görev, bu aşamada esas işi artık propaganda değil kitle eylemleri ve kitle ajitasyonu oluyor. Artık işçi sınıfının geniş kesimlerini kazandığından bir devrim için milyonlarca kitleyi kendi etrafında seferber edebilen ve örgütleyebilen bir partiye dönüşüyor. Bu dönemde stratejisi ve taktiği atılım kazanıyor.

KöZ

Komünistlerin Birliği için mücadele edenler adına sizleri selamlıyorum.

Bu paneli ilginç bir ortamda düzenliyoruz. Mustafa Suphi TKP’sine ilişkin artan bir ilgi var, kitaplar çıkıyor, belgeler yayınlanıyor. 80’lerin sonu 90’ların başından itibaren giderek hızlanan süreç arttı. Bu aslında SBKP revizyonizminin çöküşüyle ilgili. SBKP revizyonizmi çöktükten sonra; Türkiye’deki TKP bir kambur olarak, Mustafa Suphi ile anılan bir kambur olarak ortadan kalktıktan sonra Türkiye’de sosyalistlerin, devrimcilerin de ilgisi arttı. Bu bir yanıyla sevindirici, çünkü konu hakkında konuşmayı mümkün kılıyor. Bir yandan da tehlikeli, çünkü yayınlanan yazılara baktığınız zaman bir belgeselci, arşivci, romancı havasında, adeta bağlamdan kopmuş, somut tarihsel olgular hakkında didişen, bir şey kanıtlamaya çalışan problemler zinciri içerisinde yazılıyor bu yazılar. Politik bir kaygısı yok. Herkes arşivlerde unutulmuş şeyleri açığa çıkarmaya çalışıyor ama gün yüzünde olan, apaçık, daha başından beri hiçbir arşivci gayrete ihtiyaç duyulmadan görülebilecek olan şeyler hakkında kimse konuşmuyor. Dolayısıyla Türkiye’deki Mustafa Suphi ilgisi esas siyasi sorunun üstünü örten bir merak olduğu için temkinle yaklaşılması gerekir. Biz Komünistlerin Birliği’ni savunanlar olarak, KöZ olarak Mustafa Suphi TKP’si ile neden ilgileniyoruz? Çünkü biz Türkiye’de komünist bir partinin olmadığını, yaratmak gerektiğini savunuyoruz. Gazetemizin logosunun altında da işçilerin birliğinden önce komünistlerin birliği yazıyor. İşçilerin Sovyerlerde birliğini sağlayabilmek, öyle bir devrimi muzaffer kılabilmek için Türkiye’de ve dünyada komünist partilerin bulunması gerektiğini savunuyoruz. Öncelikli görevin böylesi bir partinin yaratılması olduğunu söylüyoruz. Normalde burada biraz daha ihtiyatlı konuşacaktım. Çünkü öyle bir parti yok dediğimiz zaman küçümseyici bir hava oluşmasını istemeyiz. Kendisine örgütsel mevzi yaratmış bir dizi sosyalist devrimci var. Türkiye’de parti yok iddiası örgütsel mevzileri yok saymak, küçümsemek anlamına gelmez. Ama parti bir örgütsel mevzinin ötesinde başka bir şey. Biz bir partiyi yaratmak istiyoruz. Mustafa Suphi TKP’si ile ilgilendiğimiz zaman da “Mustafa Kemal mi öldürdü, Erzurum’a niye geldiler, Temkinli mi davranmalıydı, Maria’nın rolü neydi?” sorularıyla ilgilenmiyoruz. Biz başka bir soru soruyoruz: Komünist partiyi yaratırken Mustafa Suphi TKP’sinden neler öğrenebiliriz? Kuruluş sürecinden, faaliyetinden ve sonrasında tasfiye edilişinden neler öğrenebiliriz? Bize göre dört nokta önemli. Birincisi parti sorunun en önemli ve öncelikli konusu program sorunu olmasa da, program sorunuyla yakından ilişkili. Türkiye’de komünist parti yok dediğimiz zaman aslında komünist bir programa sahip parti yok diyoruz. Mustafa Suphi TKP’sinin programı Komintern tarafından onaylanmış bir programı var. Hatta Komintern’in ilk dört kongresinin onayladığı ilk dört programdan biri. Bu programın kıymeti bizce bayrağında sosyalizm yazması değil. Osmanlı Sosyalist Fırkası da var, İştirakçı Hilmi’nin Fırkası da var. Sosyalizm zaten Osmanlı’ya 1908’lerden itibaren girmiş. Bu program başka bir nedenden ötürü kıymetli. Bayrağına amele ve rençberler şurası yazmış, yani işçi köylü sovyetleri yazmış. Devrimci iktidar formu olarak Sovyetleri benimsemiş. Bu programı kıymetli kılan asıl noktalardan birincisi bu.

İkincisi –burada Çağrı’ya katılmıyorum, ulusların kendi kaderini tayin hakkını tanımadığı için eleştiriyoruz deniyor- programın yedinci maddesi şöyle diyor: “Önce biz ezen ulusların imtiyazını ilga edeceğiz, hür milletlerin Sovyet Cumhuriyetleri olarak yaşamasını isteriz”, dedikten sonra yedinci maddede: “Amele ve rençber sınıfları da tamamen ayrı  ve müstakil yaşamak cereyanlarına kapılmış olan milletlerin arasında kanlı kavgalar çıkmamasına mahal vermemek için bu gibi meselelerin ‘plebisit’ usulüyle umumi oya müraacat haline delalet eder.” deniyor.Aslında eksik bulabilirsiniz, tamamen ulusların kendi kaderini yazmamış diyebilirsiniz, şekilsel olarak daha güzel ifade edilebilir ama söylediği şey bir ulusal ayrılık hareketi olduğu zaman orada sandığı koyarız, Bolşeviklerin Finlandiya’da, Ukrayna’da yaptığı gibi sorarız, demiş oluyor. Burada eleştirmenin yanlış olacağını hatta tersini söylemek gerektiğini düşünüyoruz. Türkiye’de bugün kendine devrimci, komünist diyen bir dizi örgüt ve partinin programından daha ileri olduğunu söylemek gerekir.

Üçüncüsü ilke ve esaslarda aslında Türkiye’deki sol hareketlerin, devrimci hareketlerin çoğundan daha ileri bir saptamada bulunuyor ve Türkiye Cumhuriyeti’ni bir burjuva diktatörlüğü olarak tarif ediyor. Sol hareketlerin, devrimci hareketlerin çoğunluğu Türkiye’de faşist diktatörlük olduğunu söylüyor veya oligarşik rejim diyor, muhtelif rejim tanımlamaları var. Aslında hepsi açısından da  Türkiye’de faşizmin ne zaman geldiği çok problemli konu.Mustafa Kemal’in bir burjuva devrimcisi olduğu söyleniyor, 1908 kastediliyor burada. Bu da aslında programatik olarak ileri bir pozisyon. İkinci bir noktaya geliyoruz. Tespitiniz doğru da olabilir, faşist diktatörlük ya da burjuva demokrasisi demiş olabilirsiniz ama bu tespitin kendisinin başka bir anlamda da önemi var. İkinci olarak Kemalizm’e karşı tutum. Mustafa Suphi ne yapmak istiyordu anlamak için gidip belgelere bakmamıza gerek yok. Herhangi bir hareketin devlete karşı tutumunu anlamak için miting izni almak için devletle valilikle yapılan yazışmalara baksak, devletle görüşüyorlar, işbirliği yapıyorlar demek doğru olur mu? Bizim bu örgütlerin programlarına bakmamız lazım. Kongre kararlarına bakmamız lazım. Özel yazışmalara bakarsak, sizi destekliyoruz diye yazıldığı da görülebilir, taktik de yapılabilir, bunlar politikanın kendisi zaten. Bu tartışmaya girersek çıkamayız, tersine de belgeler göstermek mümkün olur. Asıl önemli olan apaçık ortada olan şeylere bakmak, programına, tespitlerine, kongre kararlarına bakmak. Burjuva demokrasisi tespiti niçin önemli? Çünkü zaten kurulmuş bir burjuva rejim var. Biz bunu tahsis etmek istemiyoruz, biz Sovyet Cumhuriyetleri kuracağız diyor. Bu olay Sevr Türkiye’sinde gerçekleşiyor. 10 Ağustos’tan bir ay sonra 10 Eylül’de gerçekleşen bir kongrenin programı bu. Sevr’i kabul etmediği için Türkiye Cumhuriyeti ilhakçı bir devlet. Savaşta kazanmadığı yerleri burjuva hukuku içerisinde ilhak etmiş bir devlet. O sınırlar yok, o zaman yok Mustafa Suphi TKP’sinde. Bu sınırlar içerisinde bir Sovyet Cumhuriyeti kurmaya geliyor. Böyle bir programa sahip olan bir hareketin Mustafa Kemal’i desteklemesi mümkün değil siyaseten. Aksi taktirde siyaseti saflık derekesine indirip, Mustafa Suphi Mustafa Kemal’e kanmıştı, Mustafa Kemal de kendisini desteklemeye gelenleri öldürttü diyen bir açıklama yapıyor olacağız. Mustafa Kemal de Mustafa Suphi’nin kendisine karşı mücadele etmeye geldiğini biliyordu, bu yüzden öldürttü.

Şefik Hüsnü TKP’sini Türkiye’de herkes neden lanetliyor? Çünkü oportunist, devletle uzlaşan, sınıf işbirlikçisi. Ama sadece programa kriter olsaydı, siyasi kararlar, tutumlar, açıklamalar, eylem çizgisi kriter olmasaydı, Mustafa Suphi TKP’sinin programı ile çok bir fark olmazdı. Doğu Perinçek’İn savunamayacağı bir program Şefik Hüsnü TKP’sinin programı. Ama Şefik Hüsnü TKP’sinin programı neden işbirlikçi ve sınıf uzlaşmacı? Çünkü anti-emperyalist olarak gördüğü Mustafa Kemal’i destekleme kararı alıyor. Bu karar alındıktan sonra bizim şunu da sormamız lazım. Türkiye solu açısından önemli bir çelişki ortaya çıkıyor, kimsenin üzerine konuşmak istemediği bir çelişki. Herkes Şefik Hüsnü TKP’sini yerden yere vuruyor. Bu parti Komünist Enternasyonal üyesiydi, buraya düzenli olarak rapor sunuyordu. Yaptıkları kimi taktik hatalar ya da eksikler olduğu türünden eleştiriler olduğu söylense de onaylanıyor. Komünist Enternasyonal’in beşinci kongresinden itibaren buna nasıl tahammül ediliyor. Sadece tahammül etmekle kalmıyor, Çin komünistlerine de bunu öneriyor. Çan Kay Şek’i destekleyin diyor. Bunun güncelliği de aslında Suriye meselesini tartıştığımızda ortaya çıkıyor. Bugün mesela Suriye’de Kürtler işgale karşı Esad rejimini mi desteklemeliydi? Demokratik Suriye’yi inşa etmek için Esad’ın yanında mı yer almalı? Bu sorunun yanıtı Mustafa Suphi TKP’sinde hayır iken, Şefik Hüsnü TKP’si evet diyor. Maalesef Komünist Enternasyonal bunu onaylıyor ve çizgi haline geliyor. Şefik Hüsnü TKP’sini model alırsanız başka bir parti modeli geliştirmiş olursunuz. Oportunizmle birarada yaşayan, hain dediklerinizle aynı parti içinde yer almayı kabul eden bir anlayış olur. Leninst partiye ilişkin Çağrı’nın verdiği örnekle, çekirdeğinde profesyonel devrimcilerin bulunduğu, onun çevresinde de işçilerin olduğu ikili bir parti yapısı koydu. Doğrudur, Lenin’in “Bir Adım İleri İki Adım Geri” kitabındaki metnini böyle de okuyabilirsiniz. Ama aslında bu Troçki’nin de parti anlayışıdır, Menşevik parti anlayışıdır. Lenin kendi parti anlayışını o kitapta netleştirmemiştir. Bugün yaratacağımız partinin RSDİP gibi bir parti olmasını ister miyiz? Menşevik olarak gördüklerimiz, oportünist olarak gördüklerimizle aynı çatı altında bir çatı partisi mi kurmak isteriz? “Proletaryanın Örgütten Başka Silahı Yoktur.” şiarı aslında sonradan siyaseten Lenin’in ve Komünist Enternasyonal’in hiçbir siyasi görüşü ile bağdaşmaz. Çünkü partiyi bir işçi partisi gibi gören, Menşevikleri de partiyi bırakıp kaçmakla eleştiren bir anlayış var. Çünkü taktik ve örgütlenme sorunları oportünistlerden ayrılmayı gerektirmez, diyor. Biz Lenin’in sonraki eserlerine baktığımızda böyle ikili bir üye tipine sahip olan, oportünistlerle aynı partide yer alan değil, her üyesinin profesyonel meslekten devrimciler olduğu, üyelerinin özelliklerinden ziyade aynı nitelikte örgütlerden oluşan tek tipten bir partiden bahsetmektedir. Komintern’in dördüncü kongresindeki örgütlenme konusundaki tezlere baktığınızda böyle bir parti anlayışını görürsünüz. Biz böyle bir partiyi nasıl yaratmak gerektiğini savunuyoruz. Türkiye’de herkes sağlam bir örgüt kurup, programatik bir çalışma yaparak doğrusal büyümeci bir anlayışla giderek güçlenip, sınıfa hakim olacak bir parti kuracaklarını savunuyor. Biz böyle bir şey savunmuyoruz. Doğru olmadığını da düşünüyoruz. Lenin’in modelinin de böyle olmadığını savunuyoruz. Leninist partinin böyle inşa edilmeyeceğini düşünüyoruz. Mustafa Suphi TKP’si de zaten böyle inşa edilmemiştir. Iskra modeline baktığımızda, bir programatik temel üzerinde bir parti kuruluş kongresi örgütleme çağrısı vardır muhtelif devrimci yapılara. Bu yapıların buluşacağı bir zemin tarif ediliyor, ilkeler tarif ediliyor ve “Gelin bu ilkeler çerçevesinde bu partiyi birlikte kuralım.” deniyor, “Bizim partiye katılın.” denmiyor. Aksi solun geri kalan kısmına kapalı doktriner ve imkansız bir proje. Biz de Türkiye’de partinin böyle kurulması gerektiğini savunuyoruz. Bu ilke referanslar ışığında bir parti kongresini toplamak üzere aynı platformda buluşma çağrısı yapıyoruz. Komünistlerin birliğini sağlamak istiyoruz.

Avrora Kolektifi

Mustafa Suphi TKP’si bağlamında parti meselesini ele alıyoruz, parti nasıl inşa edilecek? Burada şunu dikkate almak lazım. Tarihsel TKP, yani 10 Eylül’de kurulan TKP Üçüncü Enternasyonal oluşumu içerisinde yer alıyor. Doğu Halkları Kurultayı’nın gücünü arkasına alarak ortaya çıkıyor. Komintern kuruluş belgelerine baktığımız zaman Lenin Komintern’in ayırt edici yönünün Sovyetlere dayanması olduğunu vurguluyor. Bir bakıma Sovyet devleti ile Komintern’in özdeşleştiğini söylüyor. TKP ile ilgili önemli noktalara dayandı arkadaşlar. Benim onlara ekleyebileceğim şunlar: TKP’nin oluşumunda Mustafa Suphi’nin çok ciddi bir biçimde rolü olduğunu görüyoruz. Kızıl Ordu’da doğrudan savaşıyor karşı devrimci gruplara karşı. Ciddi bireysel bir önemi var Mustafa Suphi’nin. Mustafa Suphi ve arkadaşları bir kongreyle Komintern çizgisine uygun bir program ortaya koyuyorlar.  Farklı Anadolu şehirlerinden gelen savaş esirlerini birleştirip, ciddi örgütsel faaliyetler yapıp Anadolu’daki savaşa aktarmayı önüne koyuyor. Mustafa Suphi ve arkadaşları abartılmış figürler değil. Komintern’in, Sovyetlerin ve Bolşevik Partinin desteğini arkasına alması bu birliği çok kolaylaştırıyor. Ulusal sorun konusunda Komintern’in tanıdığı ulusların kendi kaderini tayin hakkını Türkiye’de uygulamakta zorlanıyorlar, federasyonu tartışıyorlar. Bu tür tartışmaların hızla çözülmesinde de Komintern’in çizgisi belirleyici oluyor. Programında yer alıp almaması tartışılabilir ama kararlarında bu yer alıyor. Mustafa Suphi’yi keskin devrimcilik adına Mustafa Kemal’e destek vermekle suçlayanlar var. Ama belgelere baktığımızda bu suçlamaların doğru olmadığını görüyoruz. Parti kurulmadan öncede kuruluşunda da sadece ulusal kurtuluşun yetmeyeceğini, paşaların önderliğinde bir hareket olduğunu, işçilerin köylülerin kendi güçleriyle ancak kurtuluşlarını sağlayabileceğini söylüyor. Kemalizm’e körü körüne bir güven olmadığını görüyoruz. Pratik çabalarına baktığımızda Kurtuluş Savaşı’na bağımsız bir güç olarak katılıp, Anadolu’daki hareketin ulusal kurtuluşla kalmaması için çaba gösterdiğini görüyoruz. Türkiye’de komünist partinin kurulmasında neleri örnek alabiliriz. Ciddi farklar var bunu görmek lazım. Bu dönemde Komintern yok, Sovyet devleti yok. O dönemde Ekim Devrimi’nin ciddi bir etkisi vardı. Bugün arkamızda böyle bir şey yok. Bu nedenle Bolşevik Parti’nin tarihsel olarak nasıl ortaya çıktığı bizim için klasik örnek olmalıdır.1903-1917 arasındaki pratiğe bakmak gerekir. İki aşamalı parti anlayışı var, önce işçi sınıfının ileri kesimleri örgütleniyor.

Panelin ikinci turunda katılımcılar soru ve görüşlerini bildirdiler. KöZ’e dönük bir çok soru geldi: Komünistlerin birliğinin nasıl sağlanacağı, KöZ’ün kendi dışındakileri komünist görmezken hangi komünistleri birleştireceği, KöZ’ün nicelik olarak ve pratik faaliyetlerine bakıldığında başka siyasi akımların gerisinde olmadığı ama hala neden parti olmadığı sorularının yanı sıra Mustafa Suphi TKP’sinin kadın sorunu, 21 Koşul, Afrin’deki savaş ve bu savaşa karşı tutum konularında konuşmacıların görüşleri soruldu.

Konuşmacılar ikinci turda gelen soruları yanıtladılar. KöZ olarak parti eksikliği derken Türkiye’de parti olmadığını değil, komünist bir programa sahip bir partinin olmadığını savunduğumuzu ve bu partiyi yaratmak, parti kongresini toplamak üzere sola yaptığımız çağrıyı anlatmamıza vesile olan bir panel oldu.

İstanbul’dan Komünistler