Merhaba, bugüne kadar elinden geldiğince reel karşılığı olan faaliyetlerin içinde olmaya çalışan, dezavantajlı kesimlerle yan yana durmanın çok önemli olduğunu düşünen ve İzmir’de yaşayan bir turizm işçisiyim. İzmir merkezinde Turizm Bakanlığı’na bağlı yıldızlı bir otelde sekiz buçuk yıldır çalışan ve bunları yazdığım gün dahi çalışan bir okurunuzum, çalışmış olduğum otel diğer şehir otellerine nispeten müşteri portföyü geniş ve ticari olarak sürekli doluluk sağlayan bir işyeri, aynı işverenin ikinci bir oteli ve binin üzerinde çalışanı olan her yıl kapasitesini büyüten başka bir fabrikası var. Çalıştığım otel özellikle yazın, yüksek oranda yabancı turist ve fuar müşterisi ağırlıyordu. Corona Virüs vakalarının Avrupa’da görülmeye başlamasından sonra yapılmış olan rezervasyonların yüzde yüze yakını iptal oldu. Virüsün Türkiye’de resmi olarak görüldüğü açıklandıktan sonra da yurtiçinden gelen müşteriler plan değişiklerine gitmek zorunda kaldı ve her iki otelin de müşteri sayısı bir anda %10’lara düştü. İzmir genelinin de böyle olduğu ve otellerin çoğunun işçi çıkarma ve/veya ‘kısa çalışma uygulaması’na gittiği bilgisine sahibim.

Birebir şahit olduğum iki küçük örnek, konuyu kavramanıza yardımcı olacaktır:

Yurtdışından gelen herkesin karantinaya alındığının söylendiği günlerde patronum yurtdışına çıktı ve birkaç gün sonra geri döndüğünde hiçbir tedbir uygulanmadan ‘işinin’ başına geçti, ertesi gün kendisine SOLUNUM CİHAZI aldırtıp evine göndertti. Yoksul insanların evde makarna biriktirmeye çalıştığı günlerde imkanlarını o insanlar üzerinden sağlayan patron evine ne olur ne olmaz diye binlerce lira verip solunum cihazı aldı ve her fırsatta müdürleri aracılığıyla ‘hepimiz bir aileyiz, aynı gemideyiz’ ajitasyonu yaptırdı.

Bir diğer örnek ise; piyasada dezenfektan ve kolonyanın zor bulunduğu günlerde, otelde personel ve müşterilerin kullanması için alınmış olan beş litrelik kolonya bidonunun otel müdürü sayesinde hiç düşünmeden yine patronun evine gönderildiği.

Dünya çapında pandemi olarak açıklanmış bir salgın hastalık varken, gerek içinde bulunduğum turizm sektörü ve gerekse diğer bütün işkollarında çalışan emekçilerin hem kendilerini hem aile ve yakınlarını korumak, sağlık konusundaki kaygılarını azaltmak adına işyerine gitmemek/çalışmamak gibi bir talebi var. İşe gitmedikleri zaman maaş ve yevmiyelerini alamayacağını bilen milyonlarca insan bu taleplerine karşın yine de her sabah şehirlerin çeperlerinden işyerlerine istemeyerek de olsa akın ediyorlar. Yani hem sağlıklarını salgından korumak hem de hayatlarını idame etmek zorunda insanlar birikmiş sermayeleri olmadığı için bu iki şıktan birini tercih etmek zorunda kalıyorlar. Milyonlarca insan şu an güvencesiz kaldı ve nasıl geçineceğini düşünmekte.

Bahsettiğim taleplerinin gerçekleşmesinin mevcut iktidarın OHAL ve SOKAĞA ÇIKMA YASAĞI uygulaması ilan ederek sağlanabileceğini düşünen çok kişi var ama devlet ve mevcut iktidar halka ‘kendi önlemlerini almasını’ tavsiye etmekten öteye gitmiyor. Bulduğu her fırsatta, her maaş bordrosunda, yapılan her alışverişte VERGİ tahsil eden ve bu vergileri şimdi içinde bulunduğumuz gibi durumlarda halk için harcaması gereken devlet, bırakın yoksullara destek çıkmayı resmen halka IBAN vererek tekrar para istemektedir.

Sosyal medya da dahil bir çok ortamda Avrupa ülkeleri ile Türkiye’nin aldığı tedbirler ve krizi yönetme yöntemleri daha çok kıyaslanmaya başladı. Türkiye’de çalışıp Türkiye devletinin insanlara karşı değer vermeyen tutumunu yeni yeni görmeye başlayan kişilerin sayısı azımsanmayacak kadar fazla. Benim işyerimdeki örneklerin benzerlerini her zaman yaşamaktayız, sadece bu salgın vesilesiyle daha görünür oldu. Patronların kendilerini özel alanlarına kapatıp işçileri çalışmak için öne sürmeleri kabul edilemez, bunu artık en apolitik kesimler dahi görüp dillendirmektedir.

İnsanlık tarihi boyunca salgın hastalık, doğal afet vs. yaşanmıştır, elbette bundan sonra da yaşanacaktır. Aslolan bizlerin ne yapacağı. Bu gibi durumlarda belediyeler, odalar, sendikalar laf olsun diye DAYANIŞMA çağrıları yaparlar, birbirlerine destek mesajları, güzellemeler gönderip dururlar ama bunların çoğu zaman işsiz kalan, sıkıntı çeken insanlara temas bile etmediğini hepimiz biliyoruz. Maalesef iktidarlarda görmeye alışık olduğumuz vurdumduymazlık ve reklamcılık faaliyetleri bizim sandığımız kurumlara da sirayet etmiş. Sokağa çıkma yasağının adeta kutsanacak bir hale geldiği bugünlerde evlerde bilgisayar başından biz çalışmak zorunda kalanlara evde kalma tavsiyesi verenlere virüs, salgın ve sermaye belalarından kurtulmak için tam da bu zamanlarda sokağa çıkılması gerektiğini (sağlığımızı tehlikeye sokmayacak basit tedbirleri alarak) anlatmamız gerek. Tam da bu zamanda dışarı çıkıp sıkıntı yaşayan insanların yanında olmamız gerek. Elbette korkuluyor ama bu korkunun bizi esir almasının önüne geçmek gerekiyor.

Rojava’da çatışmalar sürerken, ölüm tehlikesi varken yardıma giden insanlara ‘gitmeyin, tehlike var’ demediysek bugün de insanlara ‘sakın sokağa çıkmayın’ deme hakkına sahip olmadığımızı düşünüyorum.

Kendi dayanışma ağlarımızı yeniden kurmalıyız. Ama bununla yetinmemeliyiz. Asıl bizi bu koşullara mahkum eden iktidarın karşısına politik bir faaliyetle dikilebilirsek o zaman sermayeyi elinde tutan insanların oturdukları yerden yedek solunum cihazı veya yüzlerce Korona virüs testi satın alıp denize sıfır yalısının önünde spor yapıp insanlarla dalga geçen asalaklardan kurtulabiliriz ve bizleri tehlikenin içinde bırakmalarını engelleyebiliriz.

DAYANIŞMAYLA!

İzmir’den Turizm Rmekçisi Bir KöZ Okuru