İşçi sınıfının aldığı yenilgilerden sonra, kabahati devrimcilerin işçiler arasındaki etkisinin azlığında ya da işçi sınıfının bilinç düzeyinin düşüklüğünde bulmak, solda yaygın bir tutum. Bu tespitlere kaçınılmaz olarak kitlelere yönelme çağrıları, işçi sınıfına ne kadar çok ezildiğini anlatmaya yönelik çalışmalar, soyut örgütlenme ve sosyalizm propagandası eşlik eder. Kuşkusuz bunların hiçbiri tek başlarına ele alındıklarında yanlış yahut gereksiz değil. Ancak bu faaliyetler komünist bir partinin varlık amacı olan, işçi sınıfına siyaset taşıma, yani günün siyasi durumunu bir proleter devrim için istismar edecek siyaseti üretme rolünü ikame ederse, “kör bir doktrinerliğe” düşülmesi kaçınılmaz.

Lenin, 1905 devriminin en hareketli günleri sırasında kalem aldığı (ve bitiremediği) yazısında tam da bu yanılgıya düşenlerden bahsediyor. “İşçi sınıfına yönelip, onu eğitmeden devrimci demokratik diktatörlükten bahsetmeyelim” diyenlere pedagojiyle politikayı karıştırmamalarını, işçi sınıfını eğitmenin, siyasetin yerini tutamayacağını söylüyor. Bu hatırlatmanın 2021 Türkiye’sinde de  güncel olduğunu düşünüyoruz. Bugünün acil siyasi sorunu Erdoğan’ın akıbeti sorunudur—bugün de, tıpkı 1905 Rusya’sı gibi günün siyasi sorununu hakim sınıf içi bir kavgadan ibaret gören, bu kavganın bağımsız bir aktörü olmadan işçi sınıfını örgütleyeceğini iddia edenler mevcut. Bu kesimlerin devam eden rejim krizinin ezilenlerin lehine çözülmesi için nasıl müdahale edileceği konusunda hiçbir planları yok. Ya genel geçer kapitalizm eleştirisi / sosyalizm övgüsüyle avunuyorlar, ya da taktik diye emekçilerin önüne Amerikancı muhalefetin terkisinde Millet ittifakı’na oy toplamayı çıkarıyorlar. Her halükarda varacakları nokta ise siyaseti düzen içi güçlere havale edip, kendilerine burjuvazinin şu ya da bu kampına soldan muhalefet rolü biçmek oluyor, olacak. 

Ancak 1905 Rusya’sı ile 2021 Türkiye’si arasında esaslı bir fark da mevcut. Bugün işçi sınıfının içinde kök salıp onu eğitecek, ama bununla yetinmeyip bir proleter devrime giden yolda önderlik edebilecek, bu doğrultuda taktikler geliştirip uygulayabilecek bir parti yok. KöZ’ün arkasında duranlar tam da böyle bir parti için, “hem ilkokul, hem lise hem de üniversite olan bu büyük okul” için mücadele ediyor.


Pedagoji ile Siyasetin Karıştırılması Üzerine

Kapitalistlerle veya hükümetle savaşlarda işçilerin her yenilgisinde, karamsarlığa kapılan ve işçi sınıfı hareketinin büyük ve yüce amaçlarından bahseden her şeyi küçümseyerek reddeden, kitleler üzerindeki etkimizin yetersiz derecesine işaret eden pek çok sosyal demokratımız var. Diyorlar ki “Böyle amaçlar doğrultusunda çabalamak için etimiz ne budumuz ne? Kitlelerin ruh halini bile gerçekten bilmediğimiz, onlarla kaynaşamadığımız ve emekçi kitleleri harekete geçiremediğimiz zaman, sosyal-demokrasinin devrimin öncüsü rolünden bahsetmek anlamsızdır!”. Sosyal demokratların geçen 1 Mayıs’ta yaşadıkları yenilgiler, bu ruh halini önemli ölçüde yoğunlaştırdı. Doğal olarak, Menşevikler ya da yeni İskristler, bu açığı “Kitlelere!” sloganını yeniden yükseltmek için kullandılar—geçici devrimci hükümetten, devrimci-demokratik diktatörlükten bahsedenlere cevap verircesine.

Kabul edilmelidir ki, bu karamsarlıkta ve yeni İskra’nın aceleci yazarlarının bundan çıkardığı sonuçlarda, sosyal-demokrat harekete büyük zarar verebilecek çok tehlikeli bir özellik vardır. Elbette özeleştiri canlı ve enerjik her parti için hayati derecede önemlidir. Kendini beğenmiş iyimserlikten daha iğrenç bir şey yoktur. Kitleler üzerindeki etkimizi derinleştirmenin ve genişletmenin sürekli zorunluluğuna, katı Marksist propaganda ve ajitasyonumuza, işçi sınıfının ekonomik mücadelesiyle giderek yakınlaşan bağımıza dikkat çekme dürtüsünden daha doğal birşey yoktur. Ama tam olarak da böyle bir dürtü her zaman, koşulda ve durumda beklendiği için, özel sloganlara dönüştürülmemeli ve bunun üzerine Sosyal Demokraside özel bir eğilim inşa etme girişimlerini haklı çıkarmamalıdır. Burada bir sınır çizgisi var; bu meşruluğu tartışılmaz dürtüyü hareketin amaçlarını ve kapsamını daraltmaya, o anın hayati ve önemli siyasi görevlerine karşı doktriner bir körlüğe dönüştürmek bu sınırı aşmaktır.

Kitleler arasındaki çalışmamızı ve etkimizi yoğunlaştırmak ve genişletmek bizim  her zaman için görevimizdir. Bunu yapmayana sosyal demokrat denmez. Bu amaçla devamlı ve düzenli bir şekilde çalışmayan hiçbir şube, grup veya çevre sosyal demokrat örgüt olarak kabul edilemez. Proletaryanın ayrı ve bağımsız bir partisi olarak katı bir şekilde ayrılmamızın amacı, büyük ölçüde, tüm işçi sınıfını mümkün olduğu kadar sosyal demokrat bilinç düzeyine yükseltmeye yönelik bu Marksist çalışmayı her zaman ve sapmadan yürütmektir. Bu çalışma olmadan, politik etkinlik kaçınılmaz olarak bir oyuna dönüşecektir. Çünkü proletarya için bu çalışma, ancak sınıfın belirli bir kitlesini uyandırdığı, ilgisini kazandığı ve olaylarda aktif, başı çeken bir rol almak için seferber ettiği zaman ve ölçüde gerçek bir önem kazanır. Söylediğimiz gibi, bu çalışma her zaman gereklidir. Her yenilgiden sonra bunu tekrar aklımıza getirmeli ve vurgulamalıyız, çünkü bu çalışmadaki zayıflık, proletaryanın yenilgisinin her zaman sebeplerinden biridir. Benzer şekilde, her zaferden sonra da buna dikkat çekmeli ve önemini vurgulamalıyız. Aksi takdirde zafer sadece görünüşte olacak, meyveleri garanti edilmeyecek, zaferin nihai hedefimiz için büyük mücadelede gerçek bir önemi olmayacak ve hatta zararı olacak (özellikle bu kısmi zafer uyanıklığımızı düşürecekse, güvenilmez müttefiklere olan güvensizliğimizi giderecek ve düşmana karşı yenilenmiş ve daha coşkulu bir saldırı için doğru andan vazgeçmemize neden olacaksa).

Ama tam olarak kitleler üzerindeki etkimizi yoğunlaştırma ve genişletme çalışması her zaman, yenilgiden ya da zaferden sonra, politik sessizlik zamanlarında da devrimin en fırtınalı anlarında da gerekli olduğundan, bu çalışmaya yapılan vurguyu özel bir slogana dönüştürmemeli, onun üzerine bir özel eğilim inşa etmemeliyiz. Aksi durumda, demagojiye düşme ve ileri ve gerçekten devrimci tek sınıfın amaçlarını aşındırma riskiyle karşılaşırız. Sosyal Demokrat Parti’nin siyasi faaliyetinde pedagojik bir unsur vardır ve her zaman olacaktır. Tüm işçi sınıfını, insanlığın her türlü baskıdan kurtuluşu için savaşçı rolü doğrultusunda eğitmeliyiz. Bu sınıfın giderek daha fazla kesimlerini sürekli eğitmeliyiz. Bu sınıfın en geri, en gelişmemiş mensusplarına, bizim bilimimizden ve hayat biliminden en az etkilenenlere, onlarla konuşabilmek, onlara yaklaşabilmek, onları eğitebilmek için yaklaşmayı, sosyal-demokrat bilinç düzeyine istikrar ve sabırla çıkarmayı öğrenmeliyiz. Bunu doktrinimizi kuru bir dogmaya çevirmeden, onlara sadece kitaplardan öğreterek değil, proletaryanın bu geri ve gelişmemiş katmanlarının günlük varoluş mücadelesine katılarak yapmalıyız. Tekrarlıyoruz, bu gündelik çalışmamızda belirli bir pedagojik unsur vardır. Bu çalışmayı gözden kaçıran sosyal-demokrat, sosyal-demokrat olmaktan çıkar. Bu doğrudur. Ama bu günlerde bazılarımız unutuyor ki, politik görevlerini pedagojiye indirgeyen sosyal demokrat da, farklı bir sebeple de olsa, sosyal demokrat olmaktan çıkar. Bu “pedagojiyi” özel bir slogan haline getirmeyi, onu “politika”nın karşısına koymayı, onun üzerine özel bir akım inşa etmeyi ve bu slogan altında sosyal-demokrasinin “politikacıları”na karşı kitlelere seslenmeyi düşünenler, anında ve kaçınılmaz olarak demagojiye düşerler.

Eski bir deyişe göre karşılaştırmalar işe yaramazdır. Her karşılaştırmada, karşılaştırılan nesnelerin veya kavramların yalnızca bir veya birkaç yönüne ilişkin bir benzerlik çizilirken, diğer yönler geçici olarak ve çekinceyle soyutlanır. Okuyucuya yaygın olarak bilinen, ancak sıklıkla göz ardı edilen bu deyişi hatırlatalım ve yine de Sosyal Demokrat Parti’yi aynı anda hem ilkokul, hem lise hem de üniversite olan büyük bir okulla karşılaştıralım. Alfabenin öğretilmesi, bilginin temellerinde ve bağımsız düşünme eğitimi, bu büyük okulda hiçbir koşulda ihmal edilmeyecektir. Ancak, herhangi biri yüksek öğrenim sorularını reddetmek için bir bahane olarak alfabeyi öğretme ihtiyacını ileri sürmeye çalışırsa, bu yüksek öğrenimin süreksiz, şüpheli ve “dar” (alfabeyi öğrenenlerden çok daha dar bir çevrece erişilir olan)  sonuçlarını  ilkokulun kalıcı, derin, kapsamlı ve sağlam sonuçlarıyla karşı karşıya getirirse, bu kişi muazzam bir dar görüşlülüğe düşmüş olur. Büyük okulun tüm amacını saptırmaya bile yardımcı olabilir, çünkü yüksek öğrenimi göz ardı ederek, şarlatanların, demagogların ve gericilerin yalnızca alfebeyi öğrenmiş insanları yanlış yönlendirmesini kolaylaştırır. Ya da partiyi bir orduya benzetelim. Ne barış zamanında ne de savaş zamanında, askerlerin eğitimini, tüfek talimini veya askeri bilimin temellerinin kitleler arasında mümkün olduğunca yoğun ve kapsamlı bir şekilde yayılmasını ihmal edemeyiz. Ama manevraları veya gerçek savaşları yönetenler…1

  1. El yazısı burada bitiyor.