Kartal’da seçimlere iki hafta kala “Seçimlere Giderken Solun Önündeki Tarihsel Fırsatlar” başlıklı bir söyleşi gerçekleştirdik. İç mekân afişlemeleri ve davetiyelerle seçim çalışmaları sırasında tartışma imkânı bulduklarımızı da buraya davet etmiş olduk. Yaklaşık yirmi kişinin katıldığı söyleşide sunum yapan yoldaş öncelikle şunlara değindi:

“Herkes erken seçime, AKP’nin Bahçeli’ye söyleterek gündeme getirdiği Erdoğan’ın gizli projesi olarak baktı. Ancak ortada planlı olarak muhalefete kurulan bir tuzaktan ziyade çatırdayan bir cumhur ittifakı var. Tıpkı 16 Nisan referandumunda olduğu gibi erken seçimi de ilk Bahçeli zikretti. Uzun zamandır MHP’nin politik çizgisine teslim olan Erdoğan, bir yandan ittifakın çatırdamamasını istediği gibi bir yandan da parlamentoda MHP’nin desteğine mecbur kaldı. Dolayısıyla MHP’nin seçim gündemini ortaya atmasıyla Erdoğan da kendisine en uygun olan en erken tarihi seçmiş oldu. MHP de yerel seçimlerde muhtemel oy düşüşünü beklemeden genel seçimlere girerek hem meclisteki varlığını korumak için daha avantajlı hem de ittifak içinde eli daha güçlü hale geldi. Bu ittifakta Erdoğan’ı zayıflatmaktan, ittifakı çatırdatmaktan korkan bir MHP yok aksine Erdoğan, bu ittifaka mecbur biçimde hareket ediyor. Bunu 16 Nisan’da da söylemiştik. Orada da gündeme gelen anayasa paketi Erdoğan’ın tam olarak istediği paket değildi ki sonuçları bugün daha net. Erdoğan bir şekilde %40 alarak ülkeyi yönetebilirken bugün %51 almak zorunda. Yani Erdoğan için dikensiz gül bahçesi olmadı yeni anayasa ve seçimler sistemi. Bunun altında şu analizimiz yatıyor. 2013’ten beri Türkiye’deki süreçte Erdoğan aktif bir özne değil. Süreci yöneten, kendi programına göre hareket eden ve faşizmini kurumsallaştıran bir lider değil tersine nesnel sürecin arkasında sürüklenen MHP’ye sığınan bir figür aslında. Aynı zamanda kurduğu iddia edilen faşist diktatörlük gibi bir rejimin AKP gibi bir partiyle de inşa edilemeyeceğini söylüyoruz. Tıpkı Hitler’in partisi ve S.A.’ları Mussolini’nin kara gömleklileri gibi sıkı bir örgütlenmeye ihtiyacı varken Erdoğan kariyerinin başından beri reformist bir hatta ilerliyor. Yaptığı her hamleyi bir şekilde meclis kurallarına, varolan yasaya uydurarak ilerleyen reformist bir lider dolayısıyla bunu yapacak kapasiteden yoksun.

Seçimlerin haziran olarak ilan edilmesi de bir şekilde geri tepti. Millet İttifakı kuruldu, Erdoğan’ın %50 üstü alması gerektiği ortaya çıktı ama en önemlisi HDP’nin meclise girmesiyle AKP’nin meclis çoğunluğunu kaybedebileceği ortaya çıktı. Venezuela’da da benzer bir süreç yaşandı. Maduro başkan seçilmesine rağmen partisi parlamentodaki çoğunluğu kaybetti. Biz Türkiye’de rejimin bir kriz içinde olduğunu söylüyoruz. Eğer iş buraya giderse bu daha da çözülemez bir durum yaratacaktır ki Venezuela’daki süreçte de sürekli kendisine karşı yasa çıkaran bir parlamento oluşunca Maduro anayasa mahkemesi üzerinden parlamentoyu kapatmayı denedi ve karşılığında Amerikan destekli büyük bir sokak hareketi başladı. Ve bu denemesinde geri çekilmek zorunda kaldı. Türkiye’de de böyle bir senaryo ortaya çıkarsa bu derinleşen rejim krizinin başka bir aşamaya gelmesini gösterir. Dolayısıyla böyle bir senaryo ortaya çıkabileceği için bu seçimlerde cumhurbaşkanının kim olacağından ziyade parlamentonun bileşimi önemli olacak.HDP’nin parlamentoya güçlü biçimde girmesi önemli. Cumhurbaşkanının kim olacağına kitlenmek 2. tur tartışmalarını da doğuruyor ve bu Erdoğan’dan oy yoluyla kurtulabileceğimizi düşündüğümüz anlamına gelir ki bu ihtimali elemeliyiz. Erdoğan’ın seçimle gitmeyeceği aşikar. Ayrıca yürütmenin başına Erdoğan’dan başkasının gelmesi durumunda işlerin eski haline dönebileceği 12 Eylül rejiminin eskisi gibi çalışabileceğini de ummamak lazım çünkü Erdoğan’ın iktidarı boyunca yapılan anayasal değişikliklerle artık eskisi gibi yürüyebilecek devlet kurumları kalmamış durumdayken bir başkasının anayasal krizi çözmesini beklememek lazım.

HDP’nin güçlü şekilde mecliste olup AKP’nin çoğunluğu kaybetmesiyle ortaya çıkacak bu kriz durumu en çok solun önünü açar. Maduro örneğinde halk hareketi Amerikancı olsa da Türkiye’de Amerikancı muhalefet çizgisi kitlelerin sokaklara çıkmasını desteklemiyor ancak öyle bir kriz durumunda AKP’ye karşı bir kitle seferberliğinin başlamasının imkanı artar. HDP meclise güçlü girdiğinde ana muhalefet rolünü alabilmesinin imkanı var. Mesela seçime CHP hazırlıksızdı, cumhurbaşkanı adayı belirli değildi vs. Oysa HDP ve solun önünde çok büyük fırsatlar vardı. Solun önünde de bir cumhurbaşkanı adayı sorunu duruyordu ama bize göre bu çok net bir meseleydi. Türkiye’de 7 Haziran’daki başarısıyla “Seni başkan yaptırmayacağız” diyerek meclisi bir anlamıyla kitleyen, AKP’nin önüne taş koyan bir lider vardı. Ki Demirtaş’ın hem CHP bıkkınlarından hem de AKP’ye oy vermekten vazgeçen muhafazakar Kürtlerden oy alma potansiyeli yüksekti. HDP’nin elinde daha 17 Nisan günü bizim de cumhurbaşkanı adayımız budur diyerek bir kampanya örme imkanı vardı. En azından Şubat ayında erken seçimler solun gündemine girmişti ancak Demirtaş açıklanmayarak süreç sürüncemede bırakıldı. Hatta 1 Mayıs’ta seçim tarihi belliyken bile bir buçuk ay sonra seçim var gibi bir atmosfer yoktu alanlarda. Köz dışında kimse özellikle de HDP seçimleri gündem etmemişti 1 Mayıs gibi bir günde. Hatta HDP son yılların en zayıf kortejiyle katılmıştı ki bu da baştan seçim çalışmasını bugünden başlatarak seçimlere güçlü hazırlanacağız iddiasından yoksun olduğunu gösteriyordu. Bu şaşırtıcı olmadı çünkü 16 Nisan referandumu süreci de benzerdi. HDP, iddialı bir şekilde Erdoğan’a karşı mücadele yürütebilecek tek odak benim mesajını verdiği anda CHP’yi parçalayabileceğini biliyor. Çünkü CHP içindeki merkezkaç eğilimler gittikçe büyüyor ve listelere bakıldığında solcuların da tasfiye edildiği görülüyor. Odağında HDP’nin bulunduğu bir sol blok inşa edilerek seçimlere girilebilseydi CHP’den büyük kopuşlara sebep olabilirdi HDP ve ana muhalefet rolünü oynamasının önü açılırdı. Ama HDP’nin stratejisi bu değil. HDP iddialı bir politik söylem ortaya koyarak bir muhalefet örmekten kaçınıyor. Demirtaş’ın adaylığını çok daha önceden açıklamaktan imtina etmesi şöyle bir bakış açısından kaynaklanıyor. Bugün Erdoğan’da kitlenen bir rejim problemi var ve Türkiye’deki muhalefetin Erdoğan’dan nasıl kurtulacağız sorusuna verdikleri cevap HDP’nin de CHP’nin de aynı: parlamenter yöntemlerle, meclis çoğunluğunu sağlayarak, onu sarayda yalnızlaştırarak adım adım onu yerinden edeceğiz ve yeniden bir restorasyon dönemine girilecek. Parlamentoda Kürtlerin demokratik hakları için bir takım kazanımlar elde edilecek vs. diye bakılıyor. Şunu da görmeliyiz Erdoğan aslında emperyalistlerle uzun zamandır bozuşan bir güç. Emperyalistler de Erdoğan’dan kurtulma reçetesini bu yolla koyuyorlar Türkiye’deki muhalefetin önüne. Yani bir şekilde bir araya gelin, seçimlerde açık veya kapalı ittifaklar yapın ve aşama aşama Erdoğan’ı götürün. Bunun için en uygun aday da Gül’dü ki HDP de bu adaya açıktı. Demirtaş’ın adaylığı da bu nedenle bekletildi. Meral Akşener,Gül’ün adaylığının önünü kesmemiş olsaydı büyük ihtimalle örtük veya açık şekilde Gül’e destek verilecek ve Erdoğan’dan yumuşak bir kurtuluş süreci tasarlanacaktı. Biz öncelikle Türkiye’de Erdoğan’dan herhangi bir düzen içi yolla kurtulamayacağımızı söylüyoruz. Bugün Türkiye gitgide devrim ve karşıdevrim ikilemine sıkışıyor ancak bunları gerçekleştirecek özneler aktif hareket edemiyor. Erdoğan kendi rejimini oturtamıyor ama aynı şekilde Erdoğan karşıtları da kitlesel bir seferberliğin önünü açarak Erdoğan’dan kurtulma hamlelerini yapmıyorlar. Muhalefet de Erdoğan’ı kitle seferberliğiyle devirelim çizgisiyle hareket etmiyor. Mesela ‘Hayır Bloku’nun kurulabilmesi için CHP, İYİ Parti, HDP ve SP bir araya gelmeli. Bir kere HDP’nin kitlesel şekilde kendini ortaya koyduğu, bir sokak hareketi ördüğü, Adalet Mitingi’ne kendi kimliğiyle katıldığı durumda bu bloğun kurulma imkanı zayıflar. HDP de bu mantığa uygun bir seçim stratejisi yürütüyor.”

Kartal’dan Komünistler