24 Haziran seçimleri yaklaşırken HDP’nin seçim çalışmalarına katılanlar ve HDP’yi takip edenler için herhalde en dikkat çekici olan Demirtaş’ın tutsak bulunduğu Edirne cezaevinden seçmenlere yaptığı ve sosyal medya aracılığıyla yayınlanan açıklamaları oldu. Bu açıklamaların çoğu oldukça esprili bir dille yazılmış nüktedan mesajlardı ve Demirtaş’ın kişiliğini ön plana çıkaracak özellikteydi.

Demirtaş’a dair siyasi anlamı olan ve seçim kampanyasında öne çıkarılması anlamlı olan nitelikler ise neredeyse hiç kullanılmadı. Örneğin Demirtaş’ın siyasi tutsak olması “hem Demirtaş’a hem de tüm siyasi tutsaklara özgürlük!” diyebilmek için bir fırsat doğurmuşken biz daha çok bunun bir espri malzemesi olarak kullanıldığına şahit olduk.

HDP’nin 7 Haziran’daki başarısının sırrını AKP’nin karşısında muhalefet odağı olabilecek yegâne güç olarak ortaya çıkmasına değil de Demirtaş’ın seçmene şirin gözüken, saz çalıp türkü söyleyen imajında arayanlar için böyle bir seçim kampanyası örülmesinde beis yoktu. Bu da başladığı andan itibaren HDP’yi, HDP’nin seçim kampanyasını ve Demirtaş’ın cumhurbaşkanlığı adaylığını 7 Haziran’daki çıkışına kıyasla apolitik bir zemine oturttu. HDP’yi destekleyen veya destekleyebilecek kitlelere de bu şekilde apolitik bir mesaj verilmiş oldu.

Bu apolitik seçim stratejisini arızi bir durum olarak değil, bilinçli bir tercihin sonucu olarak görmek gerekiyor. Bu tercihi anlayabilmek içinse 7 Haziran’dan bu yana yaşananlara bakmak lazım.

KöZ sayfalarında daha önce pek çok kez özgün durumundan ötürü Türkiye’de ana muhalefet rolünün ancak HDP tarafından doldurulabileceğinin altı çizilmişti. Bu tespit 7 Haziran’dan da öncesine dayanıyordu. Bu tespitin yapılmasının sebebi ise parlamentarist beklentiler veya HDP’den parlamenter sisteme yama yapmasınıbeklemek değildi.

Tersine KöZ sayfalarında defalarca çeşitli şekillerde artık bu sistemin yama tutmayacağıdır.Bu tıkanan rejimi iyiden iyiye işlemez hale getirecek yegâne aktörün de(rejime entegre edilmesinin imkânsızlığından ve kendi siyasal niyetlerinden bağımsız olarak) HDP olduğunun altını çizmiştik. 7 Haziran’dan önce ve sonra olanlar da bunu doğruladı.

7 Haziran’da çok planlı şekilde olmasa da “Seni Başkan Yaptırmayacağız!” şiarı neredeyse Erdoğan karşıtlığının sloganı haline geldi. HDP’nin böyle bir şiarla % 13’ü aşan bir oy oranı alması AKP’ye asıl muhalefeti HDP’nin yapabileceğini de ispat etti.

Yine tamamen gönüllü olmasa da Erdoğan karşıtlığı, halkın gittikçe yükselen politizasyonuyla HDP’nin bahsi geçen öznel anlamı birleştiğinde karşımıza böyle bir tablo çıktı.

Erdoğan’ın 7 Haziran seçimlerinden sonraki tavrı ise bize HDP’nin AKP’ye muhalefette neden bu kadar önemli olduğunu bir kez daha gösterdi. Erdoğan neredeyse yangından mal kaçırır gibi ilk büyük yenilgisini aldığı 7 Haziran seçimlerinden sonra hükümet kurma çabalarını kilitlemişti. Bunu takiben HDP’ye ve kitlesine dönük bir saldırı furyası başlatılarak 1 Kasım’da seçimleriyenileme kararı alındı.

HDP, bu aşamada 7 Haziran öncesindeki muhalif tutumunu korumaktansa sandıktaki iddiasını vurgulayarak seçimlerin yenilenmesi konusunda yapıcı bir rol oynamaya savruldu.Seçimlerin yenilenmesine razı olduğu takdirde demokratik bir uzlaşıya varılacağı zannıyla hareket etti. CHP ve MHP ise 7 Haziran’dan sonra ortaya çıkan parlamento aritmetiğinin değişerek HDP’nin dışlanabileceği umuduyla Erdoğan’ın seçimleri yenileme hamlesini destekledi.

HDP’nin bu tutumunun pratik sonucu ise kitlelerin 7 Haziran seçimlerinde ortaya koyduğu AKP’den kurtulmak yönünde artan umutlarını bir seferberliğe dönüştürme hamlesi değil, tam tersi oldu.Erdoğan 7 Haziran’a giderken başlayan saldırgan politikaları misliyle arttırırken HDP’nin tutumu kitlelere sükûnet telkin etmek oldu.

Bombalamaların ardından mitinglerde yapılan “evlerinize dönün” çağrıları, HDP eş başkanlarının her fırsatta altını çizdiği “provokasyona gelmeyin” çağrıları 7 Haziran’la birlikte doğan fırsatların kaçmasına sebep oldu.

Buna rağmen HDP meclisteki rahatsız edici varlığını korudu. Ama bu tutum 1 Kasım seçimlerinden sonra da devam etti.  “Seni Başkan Yaptırmayacağız”la başlayan süreç, neden tekrarlandığı bile açıklanamayan bir seçimin sonuçlarını “milli irade” diye yutturma çabasına cevaben “sonuçlara saygı duyacağız” diyen bir çizgiye geriledi.

Yalnızca seçimlerde değil, Sur’daki ve diğer katliamlar sırasında da bu “provokasyona karşı” temkinli olma çizgisinin dışına çıkılmadı.

HDP tarafından bu tutum “sorunları parlamentoda çözmeye çalışmak” olarak lanse edilse de bu tutum karşılığında HDP’ye daha çok siyaset alanı açılmadı.Aksine, HDP siyasetin daha çok dışına itilmeye başlandı.

CHP’nin de desteğiyle dokunulmazlıkların kaldırılması hamlesiyle HDP eş başkanlarının, pek çok milletvekilinin ve parti üyesinin tutuklanması, belediyelere kayyımların atanması vb.  bu anlamda HDP’nin siyaset yapamamasının bir sebebi değil sonucuydu.

1 Mayıs’ların Gösterdiği

Bu durumu daha iyi görebilmek için 2015’ten 2018’e 1 Mayıs’lara bakmak da faydalı olacaktır. Geçtiğimiz üç yıl içerisindeki 1 Mayıs’larda, HDP kitlesi politik varlığı gittikçe silikleşerek meydanlarda yerini aldı. Bu sene 1 Mayıs’ta da HDP seçimlere iki aydan kısa bir süre kalmışken, ne bir önceki seçimde üçüncü en yüksek oyu almış ve AKP’ye tek muhalefet edebilecek parti olduğunu kanıtlamış bir parti gibi, ne de eş başkanları veya potansiyel cumhurbaşkanı adayı hapiste olan bir parti gibi davrandı.

Dahası HDP bir cumhurbaşkanı adayı belirlemek için bağımsız bir inisiyatif almak yerine düzen güçlerinin manevralarına gözünü diktiğinden 2018 1 Mayıs’ını iddialı bir seçim çalışmasının başlangıcı olarak kullanmadı.

Bu sebepten ötürü de 2018 1 Mayıs’ının apolitik bir havada geçmesinin müsebbibi oldu. Oysa halkın bir numaralı gündeminin baskın seçimler olduğu dönemde 2018 1 Mayıs’ına tutsak Demirtaş’ın özgürlüğe kavuşması ve cumhurbaşkanlığı adaylığı damgasını vurabilirdi. 24 Haziran’a giderken kalan sürede de HDP kendi bağımsız iddiasını ortaya koyabilecek politik çıkışlarda bulunmadı.

Kaçan Fırsatlar

7 Haziran tam da HDP’nin yapabileceklerini bize göstermişti.Ezilenleri temsil eden ve düzen güçlerinden bağımsız bir kutbun yaratılmasının olanaklı olduğunu ortaya çıkarmıştı. Bu noktadan sonra ise muhalefet yapma rolünü yavaş yavaş Amerikancı muhalefetin, yani CHP ve destekçilerinin eline bırakmakta olan bir HDP vardı.

Halihazırda ise CHP ile örtük bir ittifaka sıcak bakmış, zaten son yıllardaki adımlarını da bu ittifak ihtimalini bozmamak adına atan bir HDP ile karşı karsıyayız.

2017 referandumunda eylemli bir hayır bloğu örmektense “Herkes kendi rengiyle referandum kampanyası yürütsün.” diyen bir HDP otomatik olarak referandum sürecine damga vuramamış, asıl olarak “Hayır”ın belirleyici aktörünün CHP olmasının yolunu açmıştı.

Referandum sonuçlarındaki şaibe, seçimlerde kaçan fırsatlardan sonra ikinci bir değerlendirilmeyen imkân yarattı. Ancak AKP destekçilerinin bile şaibeli olmadığına inanmadığı ve halkın öfkesini ve politizasyonunu daha da arttıran referandum sonuçları karşısındaki CHP’nin pasifist tutumunu boşa çıkaran bir hamle gerçekleştirilemedi.

Bu pasif tutum HDP’nin CHP stratejisinin peşinden gitmesine sebep oldu.  HDP’nin bu kuyrukçuluğunun bir sonucu olarak muhalif kitlelerin bir kesimi bir HDP muhalefetindense CHP’ye bel bağladı.  Erdoğan’a karşı biriken öfke Amerikancı muhalefetin çizgisine hapsoldu.

Adalet Yürüyüşü sırasında HDP’nin ortaya çıkan olanaktan faydalanıp kendi kitlesini seferber etmek için harcayabileceği çabayı harcamaması, Gezi isyanından sonra gördüğümüz en kapsamlı mitingin de sadece CHP iradesiyle şekillenmesine sebep oldu. Başka bir deyişle Amerikancı muhalefet projesi HDP’ye rağmen değil, HDP sayesinde bu kadar ilerlemiş oldu.

Bu CHP ile yan yana gelme isteği aynı şekilde HDP’nin 24Haziran öncesi tutumlarını da şekillendirdi. HDP seçimin yaklaşık iki ay öncesine denk gelen 1 Mayıs’ta silik kaldı, kendi tabanının kabul edeceği, üstelik hapse atılmış bir cumhurbaşkanı adayları olmasına rağmen, adaylarını göstermek için önce Abdullah Gül’ün adaylığının ve Amerikancı projenin patlamasını bekledi.

Yani HDP kendisi ön alıp seçim sürecini kendi siyasetine göre yönetmeye yanaşmadı, önümüzde duran döneme ilişkin siyasi bir plan yapmadı. HDP’ye seçime giderken ivme kazandıran Demirtaş’ın adaylığı ancak Meral Akşener’in Abdullah Gül’ün adaylığına köstek olmasından sonra açıklanabildi.

Elbette bu çabaların ardında CHP sevgisinden ziyade AKP’den parlamenter yolla kurtulma isteği yatıyor.

Aynı nedenle HDP meclisi iyiden iyiye kilitleyip emekçileri sokağa çıkaracak bir siyaseti benimsemektense ikinci turda Muharrem İnce’yi destekleyeceğinin mesajlarını verdi.

Seçim ikinci tura kalmadı fakat bu tutum HDP’nin ilk turdaki tutumlarını da şekillendirdi. Zira HDP ilk turda da “1 Oy HDP’ye 1 Oy Demirtaş’a” sloganını kuvvetli şekilde dillendirmedi; daha seçimler olmadan  ve ikinci tur olup olmayacağı belli değilken kendi adayları yokmuşçasına ikinci turda İnce’ye oy verme eğilimini dillendirdi.

Bunların niyet okuma olmadığını görmek için de seçimlere kısa bir süre kala HDP adayı Ahmet Şık’ın ya da HDP Sözcüsü Ayhan Bilgen’in açıklamalarına bakmak yeterlidir. Öte yandan bu CHP kuyrukçuluğunun gereksinimleri seçimde CHP adayını desteklemekle de sınırlı değildir.

Meral Akşener’in partisiyle HDP’lilerin kitlesinin aynı CHP adayı için buluşabilmesinin yegâne imkânı sokağa dökülmeyen bir HDP seçmeni, hendekler hakkında, Sur hakkında konuşmayan bir HDP, yani daha basitçe söylemek gerekirse siyaset yapmayan bir HDP’nin olmasıydı. Önceki yıllarda sıkça duyduğumuz “Evinize dönün.” veya “Provokasyona gelmeyin.” söylemleri de her ne kadar baskıcı politikalara duyulan bir korku olarak görülse de aslında CHP ile olası bir birlikteliğin, CHP kuyrukçuluğunun zeminini oluşturmaya yönelik tutumlardı. Zira aksi koşullarda Akşener ve HDP’nin aynıdoğrultuda buluşması mümkün değildi.

Reformistler açısından Erdoğan’ın ne şekilde olursa olsun gönderilmesi ve parlamenter sistemi savunan bir başkanın seçilmesi tercih edilebilecek bir senaryo olsa da komünistler için kabul edilebilir bir tutum değildir. Nitekim 24 Haziran seçim sonuçlarında da bu hesaplar tutmamış, Erdoğan’dan kurtulma yolunda tek gerçekçi çözümün CHP kuyrukçuluğundan ayrılmakla başlamak zorunda olan devrimci çözüm olduğu bir kez daha görülmüştür.

Bunların yanında, “İddiasız siyaset yapılamaz.” şiarıyla yola çıkacak olursak HDP’ye aynı zamanda neden seçim sürecinde ikinci tura çıkmak istemediklerini, neden bütün planlarını Muharrem İnce’yi desteklemek üzerine yaptıklarını da sormak gerekir. İddialı olmamak apolitikliğin başka bir göstergesidir.

Önümüzdeki Süreçte İmkanları Değerlendirmek İçin Neler Yapılabilir?

HDP seçimlerde KöZ’ün seçimlerin tarihi belli olduğu günden beri önerdiği gibi Demirtaş’ı aday gösterdi ve pek çok sol gruptan milletvekili aday gösteren bir listeyle seçimlere katıldı. Ancak bunun KöZ’ün başından beri olması gerektiğini tekrar tekrar söylediği sol ittifak olmadığının altını yeniden çizmek lazım.

Öncelikle HDP Amerikancı muhalefetin Abdullah Gül projesine karşı çıkarak değil, aksine bu projeyi kabul etmeye razıyken projenin sonuç vermemesi üzerine, tabandan gelen ilgiyi de göz önünde bulundurarak Demirtaş’ı aday gösterdi. Buna rağmen Demirtaş adaylığı HDP kitlesinde olası bir Abdullah Gül adaylığı veya başka bir CHP ittifakı ile kıyaslanamayacak bir hava estirdi.  Başından beri güçlü şekilde yapılacak Demirtaş propagandasının da daha fazla etki yaratacağını buraya bakarak anlamak çok da zor değil.

Daha da önemlisi, KöZ’ün sol ittifak derken kastettiği de HDP’nin listelerinde diğer sol yapılardan isimlere yer vermesiyle sınırlı değildi. KöZ’ün önerdiği HDP’nin de bileşeni olacağı bir sol bloktu. Ayrıca KöZ, adayların halk toplantılarında belirlendiği, bu toplantıların taleplerinin sözcüsü olması ve yine bu zeminlerde emekçilere hesap vermeyi taahhüt ettiği bir süreçle oluşturulacak bir sol ittifakı savunmuştu.

Buraya bakarak HDP’nin aldığı önemli oy oranına rağmen yapabileceğinin çok daha azını yaptığını görmek gerekir. HDP’nin 7 Haziran’a yakın bir seçim başarısını yakalaması asıl olarak öznel çabasıyla değil nesnel durumla izah edilebilir.

HDP’nin parlamentoya girmesinin AKP’nin önünü kesecek olması HDP’nin politik bir kutup yaratmasına gerek kalmaksızın barajı aşmasını sağlamıştır. Tam da bu sebeple HDP’ye verilen oylar için “emanet oy” nitelemesi yapılabilmiştir. Bir bakıma bu oylar talimatla HDP’ye emanet edilen oylar değil, AKP’ye muhalefet konusunda CHP’den ümidi kesmeye hazır seçmenlerin oylarıdır. Bu nedenle HDP, bu oyları emanet olarak görüp CHP’ye karşı utangaç bir tavır sergiledikçe de bu kesimlerden daha öte bir destek alması mümkün olmayacaktır. HDP, sağ güçlerle ittifak kurmaya meyleden CHP’nin AKP’nin karşısına çıkamayacağını, AKP’ye meydan okuyabilecek tek gücün sol bir blok olabileceği iddiasıyla ortaya çıktığı oranda da bugüne kadar seçimlerde CHP’ye oy veren kesimlerden çok daha güçlü bir destek alabilecektir.

Üstelik bu desteğin seçimlerle sınırlı şekilde değil eylemli bir mücadeleyle AKP’ye karşı durmanın potansiyelini taşıdığı aşikârdır. AKP’den kurtulmanın tek yolu olan devrimci bir mücadelenin önünü ancak böyle bir strateji açacaktır.

Bundan sonrası içinse hala yapılabilecekler mevcuttur. Her ne kadar cumhurbaşkanlığı seçiminin daha önemli olduğu ve Erdoğan kazanınca sol için her şey bitti gibi bir hava estirilse de asıl önemli olan AKP’nin meclis çoğunluğunu kazanamamış olmasıdır. Görünen o ki, seçimde sandığa gömüleceği beklenen MHP’nin denetim ve denge unsuru olarak AKP’nin zeminini kaydırma olasılıkları artmış, AKP MHP’ye daha bağımlı hale gelmiştir.  Şu an parlamentoda HDP’nin aktif bir muhalefet yürüterek, rejimin krizini çözmek için değil, derinleştirmek için uğraşması gerektiğini savunmak gerekir.  AKP’yi asıl zayıflatacak olan budur.

Şu an önümüzdeki en acil ve somut görevlerden biri de parlamentodaki bu varlığı yaklaşan yerel seçimler için de kullanmaktır. HDP İstanbul vekillerinin çoğu seçim kampanyalarında halk toplantıları yapma sözü vermiştir. Bu sözlerini tutup halk toplantıları düzenlemeye başlamaları ve bu toplantılarda da yerel seçimler için adayların belirlenmeye başlanması için çağrı yapılmalıdır. 24 Haziran’dan ders alarak aynı hataları tekrarlamamak, kendi adaylarımızı vekillerin katılımıyla düzenlenecek toplantılardan çıkarmak, CHP’nin ön almasını beklemeden ve onun güdümüne girmeden politikleşen ve Erdoğan’a muhalefet etmek isteyen kitlelere aradıkları alternatifi göstermek gerekir.

Bu dönemde sık sık hatırlanmalıdır ki “Seni Başkan Yaptırmayacağız!” sloganı Erdoğan karşıtlığını ve muhalefeti özetlediği için bu kadar başarılı olmuştur. Üstelik 7 Haziran sonrası HDP’ye ve Kürdistan’a yönelik saldırılara bakacak olursak Erdoğan’ı en çok korkutan ve en çok püskürtmek istediği gelişmelerden biri olmuştur.

Dolayısıyla ancak HDP ve sol bloğun, CHP ve Amerikancı muhalefet güdümüne girmeden ön aldıkları ve hedef tahtasına Erdoğan’ı oturttukları bir yerel seçim stratejisi Erdoğan’ı geriletme işlevini görebilir.