Türkiye İşçi Partisi’nden bir militanla güncel siyasal gelişmeler, ulusal sorun, komünist parti gibi konuları içeren bir sohbet gerçekleştirdik.

Sohbetin ilk kısmında Behice Boran TİP’inin legalist parlamentarist bir niteliğe sahip olduğunu, 71 kopuşunun da soyut bir kopuş değil bu nitelikte bir oportünizmden kopuş olduğunu, 71 kopuşunu sahiplendiğini iddia edenlerin Behice Boran TİP’iyle ve daha da geri giderek Kaypakkaya’nın yaptığı gibi Şefik Hüsnü oportünizmiyle hesaplaşması gerektiğini ifade ettik. Muhattabımız 71 kopuşunu sahiplendiklerini, bununla beraber Behice Boran TİP’inin ise 60’larda yaptığı siyasi tespit ve taktiklerin bugün doğrudan geçerli olmadığını, kendilerinin bugünün Türkiye İşçi Partisi olduklarını ifade etti. Bunun üzerinden biz de 71 kopuşunu sahiplenenlerin, seçimlerde Cumhur ittifakına karşı Amerikancı Millet ittifakını desteklemesinin ne kadar tutarlı olduğunu sorduk? 31 Mart ve 23 Haziran’da burjuvazinin çatlaklarından yararlanmak adına böyle bir taktik benimsediklerini ifade eden muhattabımız bunun karşılık da verdiğini, kitlelerin İmamoğlu’nu desteklediği bir yerde solun çabasıyla Saray Rejimini gerilettiklerini söyledi. Biz de devrimcilerin kitlelerin ne söylediğinden bağımsız olarak akıntıya karşı yüzmek pahasına devrimci taktikler benimsemesi gerektiğini, burjuvazinin bir kanadına yedeklenen bir taktiğin devrimci olamayacağını savunduk. Seçimlerde Millet İttifakının zaferini ise Erdoğan’ın gerilemesinin nedeni değil sonucu olduğunu, 2009’dan beri gerileyen Erdoğan’ın siyasi rakiplerinin basiretsizliğinden dolayı iktidarda durduğunu, bunun solun önüne tarihi fırsatlar çıkarmasıyla beraber solun ve özelde HDP’nin özellikle 7 Haziran 2015’ten bu yana ‘provokasyona gelmeyelim’ düsturuyla hareket ederek bu fırsatları harcadığını, siyaset sahnesinin HDP ve benzeri tasfiyeci partilere bırakıldığı bir yerde devrimci durumun iki koşulunun mevcut olduğu ama üçüncü koşulun mevcut olmadığını dile getirdik. Muhattabımız ikinci koşulun, yani yönetilenlerin huzursuzluğunun mevcut olmadığını, Saray Rejimi olarak adlandırdıkları rejimin kitlelerde karşılık bulduğunu iddia edip kurumsallaşmakta olan, gelen bir faşizmden söz etti. Biz de faşizmin devlet aygıtını mükemmelleştirdiğini, harbiyesinden adliyesine tüm kurumları tel tel dökülen bir devlet aygıtının olduğu yerde nasıl faşizmden bahsedebileceğimizi sorduk? Sorumuz orduda veya kimi devlet kademelerinde vasıfsız, niteliksiz kadroların mevcudiyetinin AKP açısından bir mükemmellik olduğu şeklinde yanıtlandı.

90’larda var olan devlet aklının bugün mevcut olmadığı, AKP’nin giderek MHP’ye muhtaç hale geldiği ve bu sebeple sınır ötesi operasyonlara ve içerde saldırganlığa zorlandığını, AKP’nin bırakalım bu kadroları istemesini bunlara mecbur kaldığını ifade ettik. Şu halde sanıldığı gibi tek adam diktatörlüğü kurulmamıştır, 12 Eylül Rejimi kriz içinde debelenmesine rağmen yerinde durmaktadır dedik. Bu rejim değiştiyse bunun için bir kurucu zor gerektiği, bu kurucu zorun neresi olduğunu sorduğumuzda 15 Temmuz’un kontrollü bir darbe girişimi olduğu, OHAL ve KHK’larla yeni bir rejim inşa edildiği yanıtı geldi. Biz de parlamentoyu feshetmeyen, anayasayı ilga değil ancak ihlal eden bir siyasetin yeni bir rejim inşa etmediğini söyledik.

Konu ulusal soruna geldiğinde görüş farklılıklarımız belirgin bir şekilde ortaya konmuş oldu. İlk elden, isminde Türkiye geçen bir partiyle Kürdistan’da örgütlenmenin sosyal-şovenizm olduğunu ifade ettiğimizde Kürt Siyasi Hareketi buna izin veriyor, KöZ’de bulunan Kürt arkadaşlar kursunlar Kürdistan’da örgütlerini biz de onları destekleyelim yanıtı geldi. Öncelikle PKK’nin Kürt Siyasi Hareketi olarak nitelenemeyeceğini, 4 parçada bağımsız birleşik Kürdistan ufkundan yoksun bulunup parlamenter yollarla Türkiye’yi demokratikleştirmek gibi bir gaye güttüğünü, bunun devrimcilik olmayıp devrimci olmayan bir özneyi ulusal hareket olarak değerlendiremeyeceğimizi söyledik. Rojava’da olanın ne olduğu sorulduğundaysa Rojava devriminin satıldığını, Kuzey Suriye Demokratik federasyonundan bahsedildiğini söyledik. Muhattabımız, PKK’nin demokratik özerklik gibi taleplerinin mevcut anayasa değişmeden gerçekleşmeyeceğini, bunun da PKK’yi devrimci kıldığını söyledi. Biz de ‘evet, doğru PKK’nin istemlerinin gerçekleşmesi için bile 12 Eylül Anayasasının değişmesi gerekiyor, ama bu anayasa parlamenter yollarla değişmeyecek, bu anayasanın değişmesi için kitlesel bir seferberlikle iktidarın süpürülmesi, yani devrim gerekiyor, PKK bu perspektiften yoksun olduğu için devrimci değildir dedik. Kürdistan’da ve Türkiye’de bu siyasal iktidar perspektifiyle hareket eden bir partinin mevcut olmadığını ifade ettik. Arkadaş devrimci parti eksikliği gibi konularda görüşlerimize aşinaydı. Ne yazık(!) ve görüş ayrılıklarımızın belirginleşmesinde ne faydalıydı ki Kürdistan’da komünist bir partinin gerekliliği konusunda anlaşamıyorduk. Muhattabımız orda PKK’nin bulunduğunu kendilerinin de (Kürt Siyasi hareketi olarak adlandırarak) onları ittifak olarak gördüklerini söyledi. Siz kendinizi komünist bir parti olarak mı görüyorsunuz sorumuza evet yanıtı alınca şunları ifade ettik: Marx’ın İrlanda sorunundan beri öne çıkardığı üzere komünistlerin, sömürge sahibi devletlere bakışı İrlanda’nın İngiltere’nin zayıf karnı olması gibi sömürgelerin sömürge sahiplerinin zayıf karnı oluşudur. 4 parça Kürdistan’ı ilhak eden devletleri bir arada tutan harç da budur. Bunun üzerine Türkiye ile Suriye arasındaki gerilimler, ABD’nin Rojava devrimine ilişkin tutumları soruldu. Biz de emperyalistlerin böl-parçala-yönet gibi bir stratejisi olmadığını, Amerika’nın kendi çizdiği sınırları değiştirmeye niyetli olmadığını, tersine PaxAmerikana(Amerikan Barışı) bozuldukça krize girdiğini ve Kürtlerin o bölgede varlığının emperyalistlerin bütün planlarını bozduğunu ifade ettik. Amerika’nın, bütün dünyada var olan siyasi krizin etkisiyle zayıfladığını, Ortadoğu’ya dair tutarlı bir politikası olmadığını, girdiği yerden bir türlü çıkamadığını söyledik. Kürdistan’da devrimci bir partinin tam da bu nedenle gerekli olduğunu söylediğimizde PKK’nin söylemediğini biz mi söyleyelim, Kürt’ten çok Kürtçülük mü yapalım yanıtı aldık.

Neticede bugün ne Kürdistan’da “Rojava’da bütün iktidar kantonlarda toplanmalıdır” diyen ne de Türkiye’de CHP’den bağımsız, emekçi ve ezilenlerin kitlesel seferberliğine çağrı yapan bir parti bulunmadığını; bunun da referanslardan bağımsız olmadığını, komünistlerin ulusal sorunda da, burjuvazinin bir kanadına yedeklenip/yedeklenmeme konusunda da bakacağı yerin belli olduğu, bunun da Komintern ilk 4 kongre olduğunu söyledik.  Ayrıca Komintern’e kabulün 21 koşulu ve Mustafa Suphi TKP’sinin ilke ve esaslarını referans olarak gördüğümüzü, bugün yaşadığımız topraklarda bu referanslara bağlanmış bir partinin yakıcı bir ihtiyaç olduğunu dile getirdik.

Bizim açımızdan tartışma oldukça verimliydi. Kimi örgütsüz grup ve kişilerle de tartışmalarda bulunduğumuz düşünüldüğünde, örgütsüz olmanın rahatlığı ve durduğu kaypak zemin göz önüne alınınca örgütlü ve örgütüne sahip çıkan bir militanla tartışmak yeğlediğimiz bir şeydi.

Devrim İçin Devrimci Parti!
Parti İçin Komünistlerin Birliği!

Kadıköy’den Komünistler