Erdoğan’ın anayasa değişikliğini bir kez daha gündeme taşıması rejim krizinin itirafı olarak görülmelidir. Rejim krizinin çözümü 1921 Anayasası’nı sahiplenmekten değil onun çaktığı kazığı sökmekten geçer.

9 Şubat’ta Erdoğan’ın AKP grup toplantısında verdiği iki haber Türkiye’de siyasetin gündemine oturdu. Bu haberlerden ilki Türkiye’nin süratle ilerleyen uzay çalışmalarını “müjdelerken”, ikinci haber ise tüm siyasi partilere yapılan yeni anayasa çağrısıydı. Türkiye’nin 2023 yılında aya ilk teması gerçekleştirmesinin, Türkiye’de parlamenter yollarla yeni bir anayasa yapılmasından daha mümkün olduğunu söylüyoruz. Bu nedenle de Türkiye’de Erdoğan’ın gönderilemeyişi sorunu ile birlikte anayasa ve yeni rejim sorununa ilişkin görüşlerimizi aktarmak istiyoruz.

Öncelikle Erdoğan’ın bu çıkışı muhalefet cephesinde iki farklı yanılgıya yol açmıştır. Bu yanılgılardan ilki bu çağrının bir oyalama ya da gündem saptırma hamlesi olduğuna yönelik düşünceyken, diğeri ise Erdoğan’ın “tek adam” rejimini inşa etme projesinin devamı olduğuna yönelik anlayıştır. Elbette Erdoğan açısından kendi geleceği, yeni bir rejim kurabilmesine ve yeni bir anayasa yapabilmesine bağlıdır. Henüz Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin mektubuna yanıt veremeyen Erdoğan’ın böyle bir hamlede bulunması mümkün değildir. Karşımızda ne partisine ne de devlet aygıtına sahip bir Erdoğan vardır. Aksine gerileyen, gerileyişi ve MHP’ye bağımlılığı nedeniyle bütün manevra kabiliyetini yitiren bir burjuva siyasetçisiyle karşı karşıyayız. Bu koşullarda MHP boynundaki kıskacı gevşetmeyeceği gibi ne AKP’den ayrılanlar ne de Millet İttifakı’nın bileşenlerinden herhangi biri Erdoğan’ın bu girişimlerine yanıt verecektir. Yani Erdoğan’ın parlamenter yollarla bir anayasa yapamayacağı açıktır. Fakat Erdoğan’ı bu çağrıya yönlendiren sebepler gene bu çıkışsızlığın arkasında yatmaktadır.

Sabah gazetesi dahi yeni anayasa çağrısını ciddiye almamış olsa gerek ki manşetine ‘Ay’a Gideceğiz’ ibaresini taşımış.

2017 senesinde “hayır” yelpazesinde buluşanların hepsi devlet biçimleri ve rejim tipleri üzerine tartışırken KöZ sayfalarında anayasa değişikliğinin 12 Eylül Rejimi’nin krizini daha da derinleştireceğini ve anayasayı yamalı bir bohçaya çevireceğini söylemiştik. Bugün gündemimize tekrar oturan anayasa çağrısı bunun itirafıdır. 7 Haziran sonrasında hükümet kurabilmek için MHP’ye sarılan Erdoğan, 2017 yılında anayasa değişiklikleri Türkiye’yi koalisyon hükümetlerinden “kurtarırken” kendisi Cumhur İttifakı’na mahkûm olmuş ve devleti aygıtını bir koalisyona dönüştürmüştür. MHP’nin devlet içerisinde kadrolaşmak adına bu ittifaka ihtiyaç duyduğu ortadadır fakat bu ittifaka damgasını vuran Erdoğan’ın kendini kurtarmak için MHP’ye bağımlı olmasıdır. Bu ittifak onu bir taraftan ayakta tutarken diğer taraftan gerileyişini sürdürmekte ve partisindeki merkezkaç eğilimleri arttırmaktadır. Erdoğan bu nedenle MHP’ye bağımlılığını azaltma yönünde girişimlerde bulunmaktadır. Anayasa çağrısı da Erdoğan’ın reform çağrıları, Soylu’nun tutukladığı öğrencileri Adalet Bakanının serbest bırakması gibi MHP’ye bağımlılığı azaltma girişimlerinden biri olarak okunmalıdır. Bahçeli’nin yeni anayasa çağrısına olumlu cevap verip Cumhurbaşkanlığı sistemindeki parlamenter tortuyu gidermek adına bunun ihtiyaç olduğu açıklaması bu açıdan bakıldığında manidardır. Erdoğan’ın parlamenter yollarla anayasa değişikliği yapması mümkün gözükmemektedir.

Erdoğan’ın anayasa çağrısının bir diğer amacı ise Millet İttifakı’nı tutum almaya zorlamaktır. Güçlendirilmiş parlamento gibi soyut bir ilke üzerinde durarak siyaset yapmaktan kaçan Millet İttifakı, HDP’nin eylemden ve herhangi bir politik hamleden kaçınmasıyla perçinlenmiş bir ittifaktır. Bu nedenledir ki Erdoğan her hamlesiyle Millet İttifakı’nı siyaset konuşmaya ve tutum almaya davet etmektedir. HDP’ye yönelik saldırılar, Erdoğan’ın Saadet Partisine gerçekleştirdiği İstanbul Sözleşmesi turları Millet İttifakı’na siyaset yapma baskısının bir parçasıdır. Bu basınç Millet İttifakı’nın bileşenlerine etkisini göstermeye başlamıştır. Meral Akşener’in Selahattin Demirtaş’ı terörle iltisaklı ilan etmesi, Saadet Partisi Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Oğuzhan Asiltürk’ün İstanbul Sözleşmesinin kaldırılması konusunda hükümete destek vereceğini açıklaması bu etkileri göstermektedir. Anayasa çağrısı da Adalet Bakanı’nın yeni anayasanın ruhu olarak 1921 Anayasası’nı göstermesi de Millet İttifakı içerisindeki siyasi tartışmaları kışkırtacaktır. 1921 Anayasası çağrısına gelen ilk tepkiler de bunu doğrulamaktadır. HDP Eş Genel Başkanı Sancar da Saadet Partisi Genel Başkanı Karamollaoğlu da 1921 Anayasası ruhuna sahip çıktılarını açıklamıştır. Sancar güçlü bir parlamento ve güçlü bir yerel yönetim ruhuna vurgu yaparken, Karamollaoğlu ise temkinli bir şekilde güçlü parlamento demekle yetinmiştir. HDP’nin 1921 Anayasası’nı sahiplenirken yerel yönetimleri öne çıkarması Millet İttifakı açısından siyasi bir tartışmanın nüvelerini barındırmaktadır. Fakat bu çağrı Millet İttifakı’nın zayıf karınlarını yoklamaktadır. Ayasofya Baş İmamı Boynukalın’ın twitter üzerinden yaptığı “1921 ve 24 anayasalarında devletin dini İslam’dı ve laiklik yoktu. Cumhuriyet fabrika ayarlarına dönsün” çağrısı asıl olarak Saadet Partisi’nedir. Saadet Partisi’nin eski milli görüşçü kadrolarının ve tabanın geri hassasiyetlerine seslenen bu çağrı Millet İttifakı içerisinde yeni tartışmaları kışkırtmaya yönelik bir hamledir.

HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar’ın ‘Halk iradesinin ne anlama geldiğini belki de Birinci Meclis’in tatbikatına ve daha sonra çıkardığı Anayasa’ya bakarak daha iyi anlayabiliriz.’ açıklamaları, solda Birinci Meclis hakkındaki yanılsamalara bir örnektir.

Bu gelişmeler üzerine bu kısa sunuş içerisinde anlattığımız gibi 12 Eylül Rejimi’ni değiştirmeden, diktatör taslağını süpürmeden Türkiye’de en basit bir demokratik reformun bile yapılamayacağı açıktır. Eski rejimin yasalarına dayanarak yeni bir rejim kurmak mümkün değildir ve yeni bir anayasa yapmanın yolu bir devrim sorunudur. Bu nedenle anayasa, 12 Eylül Rejimi ve kurucu meclis konularına dair arşivdeki yazılarımızdan bölümler paylaşıyoruz. Aynı şekilde 1921 anayasası yaratacağı bütün tartışmalara rağmen hem hükümet cephesinde hem muhalefet cephesinde sahiplenilmektedir. Hatta sol akımlarda 1920 meclisine ve anayasasına en azından müsamaha göstermektedir. Bunun nedeni solun bir bütün olarak Türkiye’de sınırlı da olsa bir kurtuluş savaşı gerçekleştiğini kabul etmeleridir. KöZ ise Türkiye’de bir kurtuluş savaşı yaşandığını reddederken başından beri birinci meclisin karşı devrimci bir meclis olduğunu vurgulamıştır. Din devleti kurma iddiasıyla saltanata bağlılık yemini eden ve cumhuriyetin adını anmayan Büyük Millet Meclisinin ilk hamlesinin laik Koçgiri Cumhuriyetini ezmek olmuştur. BMM’nin ve cumhuriyetin İslam vurgusu ise uhrevi bir amaçtan öte gayrimüslimleri ezmek ve onların mülklerine el koymak amacıyla kullanılmıştır. Bununla birlikte boğduğu devrimci dinamikler üzerinde yükselen BMM hükümetinin 1920’de bu topraklara önce üniter bir ulus devlet öngören 1921 Anayasası ile sonra da emperyalistlerin Türkiye Cumhuriyeti’nin ilanı ve Lozan Anlaşması ile bu topraklara çaktığı bir kazık vardır. Bu kazık sökülmeden Kürtlerle ilişkili hiçbir sorunun demokratik bir temelde çözülemeyeceği de aynı oranda açık olmalıdır. Yani 1921 anayasasını destekleyenlerin hepsi gerçek laikliğe ve Kürdistan’ın bağımsızlığına karşıdırlar.

(KöZ Şubat 2021 Sayısı’nda bazı bölümleri yayımlanan yazılarımızın tamamına aşağıdaki linklerden ulaşabilirsiniz.)

Reformistlerin Rahmetle Andığı Birinci Meclis Karşı Devrimci Bir Meclistir

12 Eylül Rejimi ve Yaşadığı Siyasi Kriz

Cumhur İttifakı Rejim Krizinin Ürünüdür Yeni Bir Rejim İçin Kurucu Meclis