25 Eylül günü, Sancaktepe Eyüp Sultan Kültür Merkezi’nde, EMEP, TKP ve SOL Parti’nin katıldığı “Yoksulluk, Göçmenler-Mülteciler, Ekonomik ve Siyasi Kriz” başlıklı söyleşi/panel düzenlendi. Biz de dergi ve gazetelerimiz için küçük bir stant açarak bu etkinliğe katıldık.

Söyleşinin başında EMEP Genel Başkanı Ercüment Akdeniz fotoğraflarla bir sunum yaptı. Bu sunumda Avrupa’nın göçmen emek, mültecileri depo ülkelerde tutmak isteğinden bahsetti. Genel olarak konuşmasında ümmet ve neo-Osmanlı vurguları yaparak AKP’nin göçmen politikalarını eleştirdi. Konuşmasını bitirmeden önce iki kısımlı bir çözüm önerisi sundu: Türkiye’nin doğu sınır kapılarının olduğu şehirlerde BM’nin göç ve iltica ofislerinin kurulması gerektiğini ve batıdaki sınır kapılarının açılması yönünde bir politika izlenmesi gerektiğini savundu.

EMEP’ten sonra söz alan SOL Parti PM Üyesi Alper Taş konuşmasına, “insan insanın kurdudur” diyen rejim karşısında “insan insanın sığınağıdır” ve “birimizin iyiliği hepimizin iyiliğidir” şiarlarını benimsediklerini söyleyerek başladı. Memleketin sosyalist kanadının zayıf olduğunu, bunu güçlendirmek, büyütmek ve toplumsallaştırmak gerektiğini belirterek, 12 Eylül’den sonra solsuz bir Türkiye’nin hedeflendiğini, solsuz bir Türkiye’nin ise vicdansız, ahlaki değerlerini yitirmiş bir Türkiye olduğunu söyledi. Yoksulların daha da yoksullaşmasından, kadınların durumunun daha da kötüye gitmesinden, doğanın daha  da tahrip olmasından bahsederek bütünüyle çürümüş toplumsal gerçekliğin sol ile birlikte yapayalnız kalmasından bahsetti. Solun geleceğinin Türkiye’nin geleceği olduğunu, solsuz bir Türkiye’nin, dünyanın, hatta evrenin bir geleceğinin olmadığını söyledi.

Hem dünyanın hem Türkiye’nin ekonomik ve siyasi bir krizden geçtiğini belirtti. Bu krizin basit bir ekonomik ve siyasi kriz olmadığını, bunun siyasi, ahlaki, kültürel, manevi ve ekolojik bir kapitalist uygarlık krizi olduğunu söyledi. Bu uygarlık krizi karşısında yapılması gerekenin yeniden büyük anlatıyı canlandırmak olduğunun, sosyalizmin yaşanmış devrimci eleştirisi üzerinden sosyalizme yeni bir başlangıç yapmanın, yani uygarlık krizine verilecek yanıtın kendisini yeniden üretmiş bir sosyalizm perspektifi olduğunun altını çizdi. Rosa Luxemburg’un “ya barbarlık ya sosyalizm” sözünü tekrar ederken, bugün bunun daha güncel ve acil olduğunu, bu bilinci yaymak gerektiğini belirtti.

SOL Parti, Türkiye için ise bir kriz sarmalından ve kriz süreci içerisinde olduğumuzdan bahsetti. Türkiye dünya “emperyalist kapitalist” sistemin bir parçası olduğundan doğal olarak krizin de Türkiye’ye yansıdığını söyledi. Düzen krizi olarak ifade ettiği tespite paralel olarak bir de Türkiye’ye özgü rejim krizinin varlığına ve bu iki krizin de iç içe bir sarmal halinde geliştiğine değindi. Temel çelişkinin emek-sermaye çelişkisi olduğunu, solun da bu kriz sarmalı içinde yapması gerekenin bu çelişkiyi unutmadan yeniden güncelleme ihtiyacını yerine getirmesi gerektiğini söyledi. Türkiye’de esas çelişkinin siyasal İslamcı rejimle geniş halk kesimleri arasında ortaya çıkan çelişki olduğunu, solun esas güncel görevinin ise bu siyasal İslamcı rejimi yenip tarihin çöplüğüne göndermek olduğunu, bu görevin ise küçümsenerek ötelenmemesi gerektiğini, hatta ancak bu görevin gereklerini yerine getirerek daha eşit ve özgür Türkiye mücadelesinin ivmesinin arttırılabileceğini belirtti. Yalnız bu değil, rejim krizine yanıt ve sosyalist hareketin temel gündemi olan emek-sermaye ilişkisi karşısında da kendi bağımsız sosyalist çizgilerinin sürdürülmesini, AKP’yi yenmek karşısında geniş hareketin bir parçası olarak solu güçlendirmek gerektiğini söyledi.

Düzen krizine karşı mücadelede SOL Parti’nin öne çıkardığı ve EMEP ve TKP’nin de katıldıkları başlıklar şunlardı: 1) Bağımsızlık: Anti-emperyalizmin anti-kapitalist ve enternasyonalist olduğunu, anti-kapitalist ve enternasyonalist olmayan anti-emperyalizmin de doğal olarak milliyetçi olduğunu vurguladı. AKP’nin anti-emperyalizminin böyle bir şey olmadığını, Türkiye’nin emperyalizm hiyerarşisinde daha yukarıda olmak için yer tutmaya çalıştığını söyledi. 2) Kamuculuk: Bunun devletçilik olmadığının, devletçiliğin ötesinde olduğunun altı çizildi. Emekçilerin denetimi ve yönetimine, demokratik planlamaya dayalı ve özel çıkarı değil, toplumsal çıkarı esas alan, özelleştirmenin karşısında olan, doğayla barışık kamuculuk vurgulandı. 3) Büyüme ve Kalkınma. Kapitalist mantığın meta mantığı olduğunu ve doğayı bir rant yahut sömürü alanı olarak gördüğünü, doğanın kaynaklarının sınırlı olduğu yerde sınırsız büyüme anlayışının doğanın yıkımına yol açtığını söyledi.

Rejim krizine karşı da benzer şekilde iki başlıktan bahsedildi: 1) Halk Egemenliği: Revizyonları vurgulayarak doğrudan demokrasi diyerek güçlendirilmiş demokratik parlamentoda olmak gerektiğini, parlamentonun burjuva demokratik kazanımı olsa bile alınterinde emekçilerin de olduğunu söyledi. Sadece demokratik parlamenter sistemden ibaret olmadığını, iktidarın emekçilerde olduğu doğrudan demokrasiye dayanan bir anlayışı, köklü bir demokratikleştirmeyi savunmanın zorunlu olduğunu belirtti. Kürt sorunu da bu demokratik mücadele içinde çözülebilecek olan bir meseledir, bu sorunu da ancak gerçek bir sol çözer, dedi. Kürt sorunun mevcut sistem içerisinde de çözülebileceğini ama burjuva demokratik siyasal bir akım Türkiye’de olmadığı için bu meselenin sola ait olduğunu vurguladı. 2) Laiklik: Burjuva aydınlanması olduğunu ama böyle ele alınmadığını belirttikten sonra laikliğin emekçi aydınlanması olduğundan ve solun ele alması gerektiğinden bahsetti.

SOL Parti, kritik bir sürecin içinde olduğumuzu belirterek 2023’ün Cumhuriyet’in 100. yılı olduğunu belirtti ve seçimin erken olup olmamasının bir önemi olmadığını, seçimin en nihayetinde bir mücadele olduğunu ve halihazırda seçim sürecinin içinde olduğumuzu söyledi. “Ya 100. yılda özgürlük, eşitlik temelli yeni bir cumhuriyet icat edeceğiz ya da bu adamlar siyasal İslamcı rejimi daha da takip edecekler” diyerek bu işin seçime bırakılamayacağını, şimdiden mücadele etmek gerektiğini belirtti. “Seçimi bekleyin” diyen muhalefeti de düzen muhalefeti, edilgen, pasif olarak tanımlayarak bu kuyuya düşmemek gerektiğini, “bunlar gitmez” diyenlere karşı da “bal gibi de giderler”, “vermeyeceklerse de alacağız, başka yol yok” söylemlerini yükseltmemiz gerektiğini söyledi.

“Kapsayıcı militan barışçıl meşru bir kitle çizgisi geliştirmeli” diyerek, devrimcilerin çok savunmada kaldığından, 89’da dünyamızın yıkıldığından ve onların zafer ilan ettiğinden, bu savunma dönemini de artık geride bırakıp hücuma geçmek gerektiğini belirtti. Bunu da “artık birbirimizin rakibi olarak değil, birbirimizi tutup dayanışarak bu düşünce ve özlemlerimizi yaygınlaştırmalıyız” diye ekledi.

SOL Parti’den sonra sözü alan TKP PMK Üyesi Aydemir Güler de bu vurguyu sürdürerek konuşmasına başladı. Solda yan yana duranların birbirlerinin başarısını dilediğini ve dilemesi gerektiğini, bunun dünya ve Türkiye solunda bir ilke olup olmamasının önemli olmadığını ama artık böyle yapmak gerektiğini, birbirlerinin daha kuvvetli olmasını dilemeli ve birbirine yardımcı olmalı diyerek bu söyleşinin de değerli mesajının bu olduğunu söyledi. Bunun sadece insani olduğu için değil, Türkiye’de zorunlu bir ihtiyaç olduğunu belirtti.

Bundan sonra, göçmen sorunu krizi başlığında AKP’nin bütün dünyaya ve insanlığa negatif örnek olacak bir göçmen siyaseti güttüğünü söyledi. “Suriye meselesi bizim iç meselemiz” gerekçesinin ardından “Libya meselesi bizim iç meselemiz” dediklerinde bunun pek tutmadığından bahsetti. İlki Kürt meselesine dair demagojiyle ama Türkiye’ye yığılan büyük Suriye göçüyle Suriye meselesinin Türkiye’nin iç meselesi olduğu çok ikna edici olsa da, Afganistan’ın hem coğrafi olarak uzak olmasından hem de ne ortak tarihin ne de sınırın olmamasından kaynaklı olarak bu sözün yankı bulmadığını anlattı. Türkiye’nin tarihsel olarak bir geçiş ülkesi olduğunu, AB ve AKP iktidarı anlaşmasının ise Türkiye’yi kalıcı bir istasyon olarak gördüğünü belirtti. Bu biçilen rolün sefil ve son derece kötü bir rol olduğunu söyledi.

TKP, AKP’nin göç politikasına karşı çıkacaklarını, ama bunu milliyetçi sloganlarla değil, emperyalist rolün bir parçası olarak Türkiye’ye biçilen rol, hem vatandaşlar hem göçmenler için kötü bir ülkeye çevrilmemesi için karşı çıkacaklarını vurguladı. Bir yandan da işçi sınıfının kaderini ortaklaştırmak gerektiğine, beraber mücadele etmenin ve örgütlenmenin önemine değindi.

Göçmen meselesinden sonra özellikle Korona salgını döneminde artan bir yoksulluk, kira, işsizlik vurgusu yaptı. Tıpkı SOL Parti gibi, aslında Korona’nın bir salgın hastalık olarak insan ve doğa arasındaki bir problem olmasının beklendiğini ve ilk önce “bir tarafta tüm insanlar öbür tarafta virüs” olarak algılandığını, ama daha sonra aslına bir sermayenin silahı olduğunu göstermesinden bahsetti. Korona’yı yoksulluğun ve işsizliğin suçlusu ilan ettiklerini ve bunu istedikleri gibi kullandıklarını, herkesi evine kapatıp işçilere mesai yaptırdıklarını söyledi. Oysa geriye dönüp baktığımızda, Korona ilk çıktığında bu partilerin ne yaptıklarına ve hatta ne yapmadıklarına bakmak daha anlamlı olur. Bir buçuk yıl sonra konuşmak kolay olanı, ama hafızayı da tazelemek gerek. Örneğin EMEP, 1 Mayıs’a giderken talepleri değerlendiren çevrimiçi toplantılar düzenleyerek hükümete herkes için parasız ve nitelikli sağlık hakkı gibi bir dizi talep sıraladı. Veya bir zamanlar Millet İttifakı’nın Beyoğlu Başkan Adayı olan Alper Taş’ın partisi SOL Parti de “Sevgili Komşum” adlı bir kampanya başlatıp gençleri evde kalıp dayanışmaya çağıran bir eylemsizlik çizgisindeydi. Fakat bunların hepsi sessizce hasıraltı ediliyor.

TKP, seçimin en fazla toplumdaki durumu, hatta genelde toplumdaki durumdan da daha geride bir durumu yansıttığını belirtti. Seçime gidildiğinde Türkiye halkının ne kadar örgütlü olursa o kadar kazanma şansının olduğunu, kalıcı ve sabit olanın örgütlülük olduğunu ve Türkiye’nin de örgütlülüğe, yani bağımsızcı, kamucu, laik örgütlenmeye ihtiyacının olduğunu söyledi. Seçimi beklememek gerektiğini, eğer örgütlenirse Türkiye’nin seçimi de kazanacağını ama eğer örgütlenmezse seçimin boş bir hale geleceğini vurguladı. EMEP ve SOL Parti’yle görüş birliği içerisinde, Türkiye’de olan iki cepheye karşı, TC’nin geleceğini aydınlatmak için bir cepheye ihtiyaç olduğunu diyerek konuşmasını sonlandırdı.

Ayrıca, panele CHP Sancaktepe İlçe Başkanı da ekibiyle katıldı.

Söyleşide yapılan bu parlamentarist tespitlerin ardından KöZ adına soru sorup görüş bildiremememiz eksiklik olsa da etkinlikten gazete ve broşürlerimizin dağıtımını yaparak ayrıldık.

Kadıköy’den Köz Okurları